Erol KATIRCIOĞLU

Erol KATIRCIOĞLU
Erol KATIRCIOĞLU
Tüm Yazıları
Krizin tohumları
21.01.2012
3534

İçinde yaşamakta olduğumuz kapitalist sistem her zora girdiğinde birtakım yollar bularak hem kendinin ömrünü uzatıyor hem de hayatlarımızı derinden değiştirerek bir sonraki krizin tohumlarını atıyor.

1970’lerin ekonomik sıkıntılarını aşabilmek için bulduğu yollardan biri bilgisayar teknolojileri ve ona bağlı yeni araçlar oldu. Hayatın her alanında hızla yaygınlaşan bu araçlar en çok da iletişim alanında uygulandı. Enformasyonu ve görüntüyü kabloyla değil de havadan uydularla iletebilen yeni teknolojiler insanın ufkunu yerelin ötesine taşıyarak, üretimdekine paralel yeni ve küresel bir dünya yarattı. Bugün yaşadığımız dünya bu dünya.

Ama öyle görünüyor ki kapitalizmin başı yine dertte. Yol açtığı küreselleşmenin vardığı yerde yine yönetilemeyen bir dünya ve bir kriz var. Üstelik bu kriz yalnızca ekonomide de değil, öyle anlaşılıyor ki siyasette de.

1980’lerde atılan tohumların en önemlisi sanırım insanın kendisi ve çevresiyle ilgili algılarının değişmesine yol açan enformasyon alanında oldu. Enformasyon teknolojilerinin yaygınlaşması insanın kendisi ve çevresiyle ilgili bilgilerini de arttırdı. Kendisi derken kendi “insan çevresi”ni kastediyorum. Kendi kültürünü, inancını ve etnik aidiyetini daha önemser hale geldiğinden sözediyorum. Hele hele kapitalizmin kültürleri homojenleştirici baskısını hissettikçe daha da öyle oldu. Bu süreç “kimlikler”konusunu gündeme getirdi ve besledi.

Çevresi derken de insanın “doğa çevre”sini kastediyorum. İnsanın içinde yaşadığı doğa ile ilgili bilgileri arttıkça bugüne dek doğayı ne kadar hor kullandığını görüp, başka yaşanacak bir yer de olmadığı bilinciyle “çevre” konusunda özel bir duyarlılık geliştirdi. Bu süreç de “çevre” ve “ekoloji”konularını gündeme getirdi ve besledi.

Bu süreç aynı zamanda bireyin kendi talebiyle ilgili algılarını da değiştirdi. Talebini, kendi zevk ve tercihlerine uygun üretim yapan, hizmet sunan firmalara yöneltti ve böylelikle de kitle üretim teknolojilerinin taşıyamayacağı parçalı bir talep yapısı ortaya çıktı. O nedenle de boyları bakımından daha küçük ve fakat büyüklerden daha etkin çalışan yeni bir ekonomik yapılaşma ortaya çıktı. Bu süreç de KOBİ dediğimiz firmaların gündeme getirdi ve bu süreci besledi.

Belki başka etkenler de vardır unuttuğum ama bence bu üç alandaki gelişmeler; “kimlikler”,“ekoloji” ve “küçük firmalar ekonomisi” gibi konular aslında içinde yaşadığımız kapitalizmin en önemli konuları oldular. Bu üç alanda yaşanan gelişmeler şimdi hem ekonomik olarak ve hem de siyasal olarak kapitalizmin yönetilmesinde zorluklar çıkarmaya başladılar. 2008’de başlayan krizin arkasında 1980’li yılların kapitalizminin attığı bu tohumlar var.

Bu konuya daha sonra döneceğim.

 


Kısa bir yanıt

Daha önce de söyledim Murat Belge ve Halil Berktay arasında süren tartışmayı yararlı buluyorum. Zaman zaman benim de yazmayı anlamlı bulduğum konular olduğundan benzer konularda ben de yazıyorum. Son yazdığım bir yazı üzerine Halil Berktay’ın “not”unu kısa da olsa yanıtlamam gerekti. Bu da benim “not”um.

Berktay, benim “...hem “eşitliğe” ve hem de “özgürlüğe” aynı derecede vurgu yapan, daha doğrusu bu kavramların ayrılmazlığına vurgu yapan yeni bir sol siyaset neden mümkün olmasın ki” sorumu “güzel soru” ama “yanlış cevap” olarak değerlendirmiş. Benim iktisatçılığıma vurguyla “marjda düşünme ve takaslar mantığını” iyi bilmek durumunda olduğumu”belirtmiş ve özetle “eşitlik” ve “özgürlük” arasında bir çeşit takas ilişkisi (trade off) olduğuna dikkat çekmiş. “Her tercihler öbeğinin, her konumun bir fırsat maliyeti var. Her şeye sahip olmak olanaksız. Herhangi bir şeyden daha fazla edinmek mutlaka başka şeylerden vazgeçmeye bağlı”dır demiş.

Doğrusu burada Berktay’ın bu yaklaşımının, “kaynakların kıtlığı” (scarcity) üzerinden oluşmuş neoklasik iktisadın sorunlu bir mantığı olduğunu söylemek zorundayım. “Kısa” dediğim için yanıtımı da kısa bir soruyla vereyim: işsizliğin kol gezdiği, fabrikaların çalışmadığı, üretimin yapılmadığı bir durgunluk döneminde, insanlara iş vermenin böylelikle fabrikaların çalışmasını sağlamanın ve böylelikle her şeyden daha fazla üretmenin nasıl bir “fırsat maliyeti” olabilir ki? Böyle yaptığımızda istihdam ve üretim artarsa, karşılığında ne azalmış olacaktır?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar