Esat KORKMAZ

MAHŞERİN ÜÇ ATLISI & BÖLÜM: II
29.05.2016
2395

 MAHŞERİN ÜÇ ATLISI 

(Milliyetçilik-Ulusçuluk-Yurtseverlik) ULUSÇULUK

Ulusçuluk,

milliyetçiliğin zaman içinde yıpranmasından

ve

kirlenmesinden “çekinen” çevrelerin (Kemalist çevrelerin) ürettiği

yeni bir ideolojidir”.

 

Günümüz Türkiye’sinde “milliyetçilik-ulusçuluk-yurtseverlik” terimleri, kendilerine ilişkin “genel” ve “özgül” bağlamlarından soyutlanarak ele alınıyor. Oysa bu terimlerin hem tarih içinde anlamları vardır hem de Türk siyasal ve toplumsal bilincinde zaman zaman kazandığı “özel”, “özgül” anlamları oluşmuş durumdadır. Özünde günü-zamanı geldiğinde her terim “anlam kayması”na uğrar: Yanlış ve sakıncalı olan bunun “politik bir dürtü” ile yapılması ve “gözlerden saklanması”dır.

Ulusçuluk terimi “bize” özgüdür: Batı siyasal tarihinde ve literatüründe “ulusçuluk”diye özgül bir terim yoktur. Millet sözcüğü “ulus” diye Türkçeleştirilince milliyetçilik sözcüğü de “ulusçuluk” sözcüğüyle karşılandı. Dilsel türetme anlamında “masum” gibi gözükse de “başka nedenleri” de vardır: Ulusçuluk, milliyetçiliğin zaman içinde yıpranmasından ve kirlenmesinden “çekinen” çevrelerin (Kemalist çevrelerin) ürettiği “yeni bir ideolojidir”. Milliyetçiliğin “sağ bir ideoloji” olarak algılanması ve özellikle MHP gibi bir partiyle “özdeşliği”karşısında kendilerine “sol” bir nitelik kazandırmak isteyen Kemalist çevreler, kendi milliyetçiliklerini “ulusçuluk” olarak tanımladılar hepsi bu. “Karşıya geçip baktığımızda”, milliyetçiliğin MHP bağlamındaki halinin ancak “popülist bir değer” olarak tedavülde kaldığını, buna karşın ulusçuluğun, “çok ciddi” bir ideolojik kapasiteye sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Milliyetçiliğin “popülist dokusu”, onu giderek şiddete dayalı bir tür “lümpen” tarzın değer yargısı haline getirirken ulusçuluk, “net bir siyasal ideoloji” olarak sivrildi. Daha açık bir anlatımla “sol kemalizmin”, kendisini ifade etme olanaklarından biri olarak yaşama taşındı.

Ulusçuluk bugün, “kolektif ideoloji” olarak biçimlendirilmek isteniyor ve bu istek koşutunda büsbütün “siyasallaşıyor”. Geçmişteki milletçiliğin “rolünü üstlenmenin eşiğindedir” diyebiliriz. Türkiye günümüzde seçilenler ağırlıklı “popülist-lümpen bir milliyetçilik” ile atananlar ağırlıklı “bürokratik-ideolojik bir ulusçuluk” arasına sıkışıp kalmıştır. Yurtseverlik ise “kendisine yer arıyor”.

Gerçek Atatürkçüler” ile “sahte Atatürkçüler” arasındaki farkı anlamakta hep “zorluk” çekmişimdir: Bu ayrımın “zorluk derecesi”, Atatürkçülük ile başımızın dertte olduğunu gösterir. Bunu söylemek yüreğini gösteremeyenler Atatürkçülük ile bir sorunumuz yok, bizim sorunumuz “milliyetçilik” ile diyorlar. Çünkü Atatürkçülük “iyi”, milliyetçilik “kötü” saptamasını yapıyorlar. Bakıyoruz Baykal’dan Yazıcıoğlu’na milliyetçiliğin her türlüsünün “meşrulaştırıcısı” Atatürkçülük. O zaman Atatürkçülük Türk milliyetçiliğinin “temeli,verimli toprağı”. Sanırım Atatürkçülük ile “hesaplaşmadan” milliyetçilik ile hesaplaşamayacağız. Milliyetçilikle hesaplaşmadan “yan çizmek” için “iyi” olan Atatürkçülük yanında durmak ve “kötü” olan milliyetçilikten “sakınmak”, Atatürkçü olmanın zorunlu tamamlayıcısı anlamında “ulusalcı” olduğunu söylemek yeterli görünmeye başladı. Ulusalcılık benim toprağımda, “vatanını seven ve vatanı uğuruna her türlü insanlık dışı davranışı yapmaya hazır milliyetçi” ile “vatanını seven ve vatanı uğuruna her türlü insanlık dışı davranışı yapmaya hazır solcuyu” birbirinden ayırmak için benimsenmiş “oyun bir terim” bence. Çünkü var olduğu savlanan “ayrım” gerçekte yok: “Vatanını seven ve vatanı uğruna her türlü insanlık dışı davranışı sev seve yapan kişi” solcu değil, milliyetçi ya da faşisttir.

Bu ayrım bir “gereksinmenin ürünüdür” muhakkak: Kemalistler kendilerini ilerici-demokrat ve solcu kabul etmelerine karşın özellikle son dönemlerde milliyetçilerle aynı biçimde düşünmeye ve aynı eylemleri yapmaya başladılar. Bu durumda, milliyetçilerle kendilerinin farklı olduklarını açıklamak “koşul” oldu. Ve “terimleme” oyununa başvuruldu: Milliyetçi değil, ilericiliğin-demokratlığın ve solculuğun kanıtı anlamında “ulusalcı” oluverdiler.

Şu soruları kendimize sormak zamanı değil mi artık: Seçilmiş bir hükümeti seçilmemiş bir general grubunun devirmesini desteklemek ilericilik midir? Seçilmiş bir hükümetin uygulamaları hakkında seçilmemiş generallerin iki de bir görüş bildirmelerini doğal karşılamak, özendirmek, yeri geldiğinde talep etmek halkçılık mıdır? Halkın seçtiği hükümeti değil Genel Kurmay Başkanlığını ülkenin gerçek yöneticileri olarak görmek solculuk mudur?

Sorunumuz “değiştirme kültürü”nün bir parçası olmaksa eğer, bu soruları yanıtlayabiliriz: Tersi durumda, “bilme kültürünün” bir insanıysak yanıtlamakta zorlanırız. Öncelikle belirtmek gerekir Atatürk’ün “halkçılıktan” anladığı bir “demokrasi” değildi, statü ayrıcalıklarına düşmanlık zemininde yapılanan bir “anti-monarşizm” idi. Bu nedenle Atatürk’ün kendine muhalefet edenlere pek de demokratik davrandığı söylenemez. Bu algılamanın doğal sonucu olarak Atatürkçülüğün “özü”, resmi adamın her koşulda “doğruluğu-haklılığı,tepeden buyurganlığı ve hoşgörüsüzlüğüdür”. Sıralanan algılamaları üreten şey, “ulus-devletin ideolojisi” olan “milliyetçiliktir”. Çünkü milliyetçilik ideolojisi, körü körüne bir üstünlük savı taşır; kendi milletinin başkalarından üstün olduğunu ileri sürer; “adalete aykırı düşse” de ulusal çıkarların zor kullanarak sağlanmasını öngörür.

Ama diğer taraftan “ulusalcılık”, hem “terimsel” açıdan hem de “içerik” açısından bizim üretimimiz alarak görülebilir. Tam da bu nedenle benim toprağımda “çok sağlam kökleri” olan ve her geçen gün daha da güçlenen “toplumsal bir harekettir”. Demokrasinin ve cumhuriyetin “tehlikeye” girdiği koşullarda sokaklara dökülen insanların “ruh dünyası” ile “ulusalcılığın içeriği” arasında bir özdeşlik vardır. Bu nedenle ulusalcılığı ya da ulusal hareketi, “kurmaylığını emekli askerlerin yaptığı,derin devletin dümen suyunda,demokrasi ve sivillikle hiçbir ilişkisi olmayan,eylemleriyle suç işleyen dar bir kadro hareketi” olarak algılamak da “yanlış ya da en azından eksiktir”. Ulusalcılığı ya da ulusal hareketi “karalamak”, ondan sakınmak “toplumsal/ kültürel olanı” görmemek anlamına gelir. Bu “körlük” kimi kez “pahalıya patlar”.

Varoşlarda ya da Türkiye’nin şurasında burasında işlenen cinayetleri tartışıyoruz: Kimileri çıkıyor(solcular ya da soldan bakanlar) bu cinayetleri “illegal” olarak örgütlenmiş durumda bulunan “köktendinci çetelerin” yaptığını söylüyor. Kimileri de (sağcılar, sağdan bakanlar) bu cinayetleri “derin devlet bağlantılı”, doğal olarak illegal, “milliyetçi” ya da “ulusalcı” çetelerin yaptığını savlıyor. Sağcılar kendilerini “dinden”, solcular kendilerini “ulusalcılıktan” sakınarak giriyor tartışmaya. Makale konusu “ulusalcılık” olduğu için öne alarak sormak istiyorum: “Ulusalcılık bu konuda tümüyle masum mu acaba?” Ulusalcı bir hareket içinde bulunanlar “içinde bulundukları” hareketi şöyle bir irdelesinler: “İyi niyetli olmanın sınırları aşıldığında”, ulusal hareketin faşizme ve terörizme son derece elverişli bir “zemin” sağladığını göreceklerdir. Son dönemde büyük kentlerin varoşlarında ya da ülkenin kimi yörelerinde “milliyetçilik ile ulusalcılık arasındaki ayrım” ortadan kalktı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar