Galip DALAY
Günümüzde uluslararası siyasetin kapsayıcılığını büyük güçlerin rekabeti belirliyor. Çin’in dünyanın büyük bir bölümünde angajmanını derinleştirmiş olmasından tedirgin olan ABD liderliğindeki Batı, Pekin’i karşı çıkılması gereken sistemik ve stratejik bir rakip olarak görmekte. Bu tutum Soğuk Savaş döneminin Sovyet etkisinin yayılması korkusundan farklı değil. Batı’nın Küresel Güney’e yönelik stratejilerini de artık Çin’in yükselişini engelleme ya da dengeleme çabası şekillendiriyor. Ülkeleri seçim yapmaya zorlamak popüler bir strateji haline geldiyse de Küresel Güney Çin’den vazgeçmeyecek veya iki seçenekten birini seçmeyecek.
Bunun çarpıcı bir tezahürü, ABD Başkanı Donald Trump’ın bir süre önce sosyal medya aracılığıyla “BRICS’in Amerika karşıtı politikalarına sıcak bakan” ülkelerin ek gümrük vergileriyle karşı karşıya kalacağı uyarısında bulunması oldu. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva’nın başdanışmanlarından Celso Amorim, bu tehditlerin “BRICS ile ilişkilerini güçlendirdiğini, zira tek bir ülkeye bağlı kalmayı değil çok yönlü ilişkileri olmasını istediklerini” ifade etti.
Soğuk Savaş dönemini karakterize eden küresel siyaset ve ekonomik organizasyona rakip vizyonların yokluğunda, Amerika’nın Çin’in Batı dışı dünyadaki etkisini sınırlamak için uyguladığı zorbalığın ters tepmesi ihtimal dahilindedir. Bilakis, Trump’ın öngörülemezliği ve kuralları ve normları küçümseyişi Batı’nın azalan yumuşak gücüyle birleşince, bu durum Çin’in etkisini artırırken, Çin’in de bir bileşeni olduğu Küresel Güney’i, Batı karşıtı hatta Batı düşmanı bir blok olarak yeniden tanımlama çabalarına destek oluyor.
Küresel Güney’deki ülkeler genellikle fiyatı belirleyen taraf olmaktan ziyade fiyatı kabul eden taraf olurlar ve etkileşimsel bir dünyada Çin, diğer büyük güçlerden daha fazlasını vadetmektedir. Bu durum özellikle altyapı çalışmaları halen devam eden Güneydoğu Asya ülkeleri için geçerlidir. Altyapı konusunda bir süper güç olan Çin, Küresel Güney’in temel ihtiyaçlarından birine doğrudan hitap etmektedir. Çin, son 10 yılda Küresel Güney’deki Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) projelerine 1,3 trilyon dolardan fazla harcama yapmıştır. Bu rakam, Avrupa’nın Küresel Geçit (Global Gateway), ABD’nin Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi (IPEF) ve Rusya’nın Avrasya Ekonomik Birliği gibi projelerdeki yatırımların çok üzerindedir.
Bunlar Çin’in tüm projelerinin sorunsuz yürüdüğü anlamına gelmiyor. Sri Lanka, Pakistan, Myanmar, Malezya, Kenya ve Zambiya’da borç sıkıntısı ve tuzağı, şişirilmiş maliyetler, ağırlıklı olarak Çinli işçilere bağımlı olmak, yönetişim sorunları, güvenlik endişeleri ve yerel muhalefet gibi çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Çin, programlarını ev sahibi ülkelerin koşullarına uyarlama konusunda esneklik göstermiştir. Çin şimdi de BRI’ı, kıtayı önümüzdeki 50 yıl içinde dönüştürmeyi amaçlayan stratejik bir çerçeve olan Afrika Birliği’nin 2063 Gündemi ile uyumlu hale getirmeye çalışmaktadır.
Çin, Trump yönetiminin küresel yükümlülüklerden ve yumuşak güç projeksiyonlarından geri çekilmesini kendi lehine kullanabileceği bir fırsat olarak görüyor. Bu yıl ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) dünyanın çeşitli yerlerindeki ofisleri kapatılırken, Çin’in BRI ile ilgili sözleşme ve yatırımları 125 milyar dolara ulaştı. Çin’in BRI yatırımları giderek küçülüp daha hedef odaklı hale gelse de 2025’in ilk yarısında BRI altı aylık dönemler bazında en yükseği gördüğü. En fazla yatırım da Afrika ve Orta Asya’ya yapıldı. Bu alanda ABD de tek başına değil. Aynı ölçüde dramatik bir biçimde olmasa da, Birleşik Krallık, Almanya ve Fransa da ABD’nin izinden giderek yardım bütçelerini kısıp kaynaklarını savunma harcamalarına kaydırarak sert gücü yumuşak gücün önüne koydular.
Çin’in yumuşak gücü sınırlı. İnsanlar Çin mallarına ilgi duyabilirse de Çin yaşam tarzına veya kültürel ürünlerine aynı ölçüde ilgili olmayabilir. Ancak, Çin’in günümüzdeki yumuşak gücünün ana kaynaklarından biri, ABD’nin istisnacılığını ve çekiciliğini kaybetmesidir.
Bu nedenle, Endonezya Dış Politika Topluluğu ve Singapur’daki ISEAS- Yusuf Ishak Enstitüsü tarafından yapılan çeşitli anketlerin, günümüzde Güneydoğu Asya’daki insanların bölgelerinin ekonomisinin geleceğini ABD veya Avrupa’dan çok Çin’e bağladığını göstermesi şaşırtıcı değil.
Diplomatik alanda da benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Trump, “Önce Amerika” gündemini sürdürürken ve çok taraflı kurum ve anlaşmaları hedef alırken, Küresel Güney Çin’in “ortak gelecek” ve “karşılıklı saygı” söylemlerini daha cazip buluyor. Çin’in kendini güvenilir bir ortak olarak sunmak konusunda gösterdiği çaba da meyvesini veriyor ve Güneydoğu Asya, Latin Amerika, Karayipler, Afrika ve Ortadoğu ile işbirliği forumları oluşturuyor.
Jeopolitik Kimlik
ABD ve Batı’nın ahlaki ve göreceli maddi çöküşünden yararlanan Çin, Küresel Güney’in jeopolitik kimliğini Batı dışı olarak yeniden tanımlıyor ve kendisini bunun ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırıyor. 7 Mart’ta düzenlenen basın toplantısında Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi şunları söyledi: “Çin doğal olarak Küresel Güney’in üyesidir, çünkü tarih boyunca birlikte sömürgecilik ve hegemonyaya karşı mücadele ettik ve ortak kalkınma ve canlanma hedefine bağlıyız.” Benzer şekilde, Trump’ın ticaret savaşları ve ülkelere peş peşe gümrük vergileri uygulaması yaygın bir korku ve endişe yaratırken, Çin diplomatik ilişkiler kurduğu 53 Afrika ülkesine uyguladığı tüm gümrük vergilerini kaldırdığını duyurdu. Çin Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesinde yayınlanan duyuru, “Küresel Güney’in Dayanışma ve İşbirliğini Sürdürmeye İlişkin Çin-Afrika Changsha Deklarasyonu” başlığını taşıyor.
Bu anlatı, Soğuk Savaş döneminde yaygın olan ekonomi odaklı yaklaşımdan ziyade, Küresel Güney’i daha jeopolitik bir perspektiften ele almayı amaçlıyor. Ayrıca, Küresel Güney’in jeopolitik kimliğini Batı dışı ve hegemonya karşıtı olarak tanımlayarak, Batı karşıtı bir tutum sergilediğini ima ediyor.
Küresel Güney’deki birçok ülke Çin’i kendisiyle denk bir gelişmekte olan ülke olarak görüyor. ABD Çin’in yükselişini bir tehdit olarak görürken, gelişmekte olan ülkelerin birçoğu Çin’in başarısından ilham alıyor ve Çin’i örnek almayı hedefliyor. Endonezya’nın eski Cumhurbaşkanı Joko Widodo bir keresinde kabinesine Çin’in kalkınma stratejisinden ders almalarını söylemişti. Pew Araştırma Merkezi’nin 2024 yılında 35 ülkede yaptığı bir ankette, Çin’in etkisi konusunda görüş ayrılığı olduğu ortaya çıktı. Yüksek gelirli ülkelerdeki katılımcılar, Çin’in ülkelerine ekonomik etkisini daha olumsuz görüyor; Amerikalılarsa yüzde 76 ile en olumsuz görüşe sahiptir. Buna karşılık, orta gelirli ülkelerdeki katılımcılar daha olumlu bakıyor; örneğin Malezyalıların ve Nijeryalıların yaklaşık üçte ikisi olumlu bir bakış açısına sahip.
Ancak burada bazı nüanslara dikkat etmek gerekiyor. Çin’in Küresel Güney’i Batı dışı olarak inşa etme ve kendisini bunun ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırma anlatısı ve stratejisi, çıkarlarının aynı doğrultuda olduğu anlamına gelmiyor. Çin ve Küresel Güney, birçok durumda masanın karşı taraflarında yer alıyor. Çin’in G-20’nin düşük gelirli ülkeler için borçların ele alınmasına ilişkin Ortak Çerçeve’ye yönelik tutumu buna örnek gösterilebilir. Gelişmekte olan ülkelere en büyük krediyi veren ülke konumundaki Çin, Dünya Bankası ve bölgesel kalkınma bankaları kredilerini silmeyi kabul etmedikçe çok taraflı borç yeniden yapılandırmasına katılmak istemedi.
Çin’in ABD’nin eşit bir rakibi olarak sahip olduğu potansiyel de çok kutupluluğu güçlendiriyor. Orta Güç ve Küresel Güney aktörlerinin birçoğu çok kutupluluğu küresel siyasi etki alanlarını genişletmek için gerekli sistemik koşul olarak görüyor. Küresel Güney’deki birçok ülke, hatta Hindistan gibi Batı ile askerî anlaşmaları olan ülkeler bile, çok kutuplu bir dünyayı bağımsızlıklarını güçlendirmek için bir araç olarak görerek, çok yönlü ittifaklar veya riskten korunma yoluyla stratejik özerklik arayışında.
Küresel Güney ülkeleri de net stratejik seçimlerin kendilerini blok siyasetine bulaştırarak bölgesel parçalanmanın daha da derinleşmesi riskini doğuracağından endişe ediyor. Bu endişe, kısmen Soğuk Savaş döneminden kaynaklanıyor. Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu bloklar, bölgesel kutuplaşma ve bölünmenin artmasına neden olmuştu. 1954’teki Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü ve 1955’teki Ortadoğu Bağdat Paktı (Irak’ın 1959’da çekilmesinden sonra Merkezi Antlaşma Teşkilatı, CENTO, olarak yeniden adlandırıldı) buna örnek gösterilebilir. Bu bloklar, NATO gibi, Sovyetlerin etkisini ve komünizmi kontrol altına almayı hedefliyordu ve bölgesel parçalanmaya katkıda bulundular. Ancak bölge ülkelerinin çoğu, o dönemde bile Soğuk Savaş’ın iki kutuplu mantığını ve bu örgütlere katılmayı reddetmiş, bu da bu örgütlerin yerel katılımının sınırlı kalmasına neden olmuştu.
Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), tarafsızlık ilkesine uygun olarak, hem ABD hem de Çin ile kapsamlı stratejik ortaklıklar (CSP) kurdu. Ayrıca, Çin’in BRI’ı ve ABD’nin IPEF’i ile de işbirliği yapıyor.
Ortadoğu şu anda İsrail-İran çatışması ve İran-Körfez ülkeleri arasındaki rekabet gibi bölgesel kutuplaşma ve rekabetlerden muzdarip olsa da bölgesel aktörlerin çoğu mevcut bölgesel gerilimlere küresel bir boyut eklemeyi istemiyor. ABD bölgenin en önemli güvenlik aktörü olmaya devam ederken Çin, özellikle Körfez ülkeleri için en büyük ticaret ortağı konumunda. Bölge ülkeleri, ABD ile olan bağlarını Çin ile ilişkilerini derinleştirmenin önünde bir engel olarak görmüyor. ABD Körfez ülkelerine güvenlik şemsiyesi sağlarken, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de Çin ile CSP çerçeveleri oluşturdu.
ABD, 2023 yılında Yeni Delhi’de düzenlenen G-20 zirvesinde, BRI ile rekabet etmek ve Çin’in bölgesel etkisini azaltmak amacıyla, Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru adlı büyük bir bölgeler arası bağlantı projesini duyurdu. Ancak, bölge ülkeleri her iki projeye de katılmanın bir çelişki oluşturmadığını düşünerek, birden fazla projeye dahil olmanın tek bir ülkeye bağımlılığı azalttığı ve esnekliği artırdığına inanıyor.
Daha da önemlisi, Küresel Güney, Çin merkezli bir dünya düzeninin mevcut düzenin yerini almasını istemiyor. Bu ülkeler, Çin süper güç statüsüne yükseldiğinde (eğer henüz yükselmediyse), genellikle büyük güçleri etkileyen hegemonya sendromuna karşı bağışıklık kazanamayacağından endişe duyuyor. Ayrıca Çin milliyetçiliğinin ABD’de olduğu gibi güvensiz ve gerici bir şekle dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda da endişeliler.
Çin, diğer ülkelerin iç siyasetine karışmama politikası ile kendisini Batı’dan ayırıyor. Bu politika Çin için stratejik önceliği olan Güneydoğu ve Doğu Asya gibi bölgelerde henüz test edilmedi. Pekin süper güç olarak kendini daha güvende hissettiğinde, dünyanın geneli için çok kutuplu bir düzeni teşvik etmesine rağmen Asya’da Çin merkezli tek kutuplu bir düzen kurmaya çalışabilir.
Büyük güçler arasındaki rekabetin bir sonucu olan etki alanlarının, Küresel Güney’deki ülkeler için daha zorlu bir uluslararası güvenlik ortamına yol açması muhtemeldir. Sovyetler Birliği’nin aksine, Çin bir model ya da ideoloji ihraç etmiyor. Bunun yerine, açık bir kapitalist ekonomi ile kapalı bir otoriter siyasi sistemi bir araya getirmesi, onu hem Batı’nın içindeki hem de dışındaki otoriter rejimler için model haline getiriyor. Siyasi meşruiyet meselesinde Batılı liberal görüşe bir alternatif sunuyor. Demokrasi ve siyasi katılım yerine, siyasi meşruiyete giden ana yollar olarak kalkınma ve ekonomik ilerlemeyi teşvik ediyor.
Evrenselciliğin Reddi
Çin’in uluslararası anlatısı, istisnacılık ve evrensellik iddiasında bulunan ABD, Sovyetler Birliği, Birleşik Krallık, Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu gibi önceki süper güçlerinkinden farklı. Resmî ideolojisi evrensel bir dile sahip olan Marksizm ve komünizme dayanmasına rağmen Pekin, hem siyasi hem de değerler açısından evrenselciliği reddediyor. Evrenselciliğin bu şekilde reddedilmesi, küresel siyasette yalnızca çok kutupluluğun değil, aynı zamanda etki alanlarına göre çoklu düzenin de önünü açıyor. Kısa vadedeki cazibesi ne olursa olsun, evrenselciliğin ya da insanlık için ortak referans noktaları ve ilkelerin bu şekilde terk edilmesi Küresel Güney için uzun vadede iyiye işaret değil.
Çin, Küresel Güney’deki ülkeleri kendisi ile ABD arasında bir seçim yapmaya zorlamadan kendisini güvenilir ve cazip bir seçenek haline getirmeye odaklanmış durumda. Buna karşılık ABD, kendisini daha iyi bir seçenek haline getirmek için gerçekten yatırım yapmadan onları iki seçenek arasında bir seçim yapmaya zorluyor. Küresel Güney’deki ülkeler için Çin’in anlatısı daha cazip, çünkü kendilerini bir tarafı ya da diğerini seçmeye zorlayan bir sistem yerine birden fazla seçenek sunan bir uluslararası sistemin çıkarlarına daha iyi hizmet edeceğine inanıyorlar.
Bu yazı Foreign Policy sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
**
Küresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor - GALİP DALAY & DINO PATTI DJALAL, GALİP DALAY
Yazarlar
-
Fehim TAŞTEKİNLevant’taki İsrail düşü Türkiye için kâbus mu? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanBeslenmenin farklı yollarından kaçış yok 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBir Demokrasi Kurultayı hikâyesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞAnayasa Madde 66: Türk vatandaşlığı 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKMalazgirt ruhu: Sultan Alpaslan ve Cevdet Sunay yeni Türkiye’ye el sallıyordu 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluKim demiş İslam ülkeleri bir araya gelemiyor diye 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBüyük Buhran… 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: İtalya-Güney Tirol Özerk Bölgesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Kusursuz fırtına’nın tam ortasında: Türkiye krizler kavşağında hangi yola sapacak? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞDİYANET NE ZAMAN ”KENTLİ” OLACAK? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazRüşvetçileri merak eden bir savcı var mı? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEİslâmcıların iki yüzü, Türkçülerin devleti ve Kürt sorununun çözümü 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış, Demokratik Toplum ve Demokratik Sosyalizmin İnşası.. 31.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİPlazma Toplumu: Bir sinyal okyanusunda yüzen balıklar gibiyiz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKızışan Ortadoğu ve Amerikan sağında ihtilaflar 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAktaş serbest, Özer niye tutuklu? İşte skandalın kanıtı 3 rapor 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan çok beğenmiştir… 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasLiderleri neden ‘insan üstü’ gibi görüyoruz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSurvivor entelektüel! 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUBir uğraktır sevgili… Bir durak olsa bile! 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYATürk futbolunun acı gerçeği: Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCezaevinden yükselen çığlık: Yaşamak istiyorum! 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİTasarruf edilecek makam aracı bulunamamış mı yani? 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yol temizliği için harekete geçmeli 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokratların çilesi 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunBarışın kaçınılmazlığı… 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBüyük hesaplaşmaya doğru 29.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.12.2021
11.02.2020
3.02.2020
28.01.2020
20.01.2020
13.01.2020
6.01.2020
31.12.2019
24.12.2019
17.12.2019