Gürbüz ÖZALTINLI
Bugün yaşadığımız hiçbir şey bir günde oluşmadı. Bir tarihi var.
İnsan zihni; duygularımız, aidiyetlerimiz, ancak bu büyük akışın içinden bakarak anlamlandırılabilir, anlaşılabilir. Ve zaman öyle acımasız bir ayna ki, bizim kendimize atfettiğimiz erdemlerin birer “boş inanç” olduğunu yüzümüze vurabilir. Zamanın eli ışığı doğru yere taşıdığında “Söyle bana benden güzel var mı?” sorusunun cevabı katlanılamaz olabilir.
Türkiye’de solcu olmak
Aslında Türkiye’de sol kimliğin, Kemalist modernleşme ideolojisinin bir türevi olduğu çok yazıldı, tartışıldı. Bunun tüketilmiş bir konu olduğunu bile söyleyebiliriz. Fakat, şimdi tanık olduğumuz reel politik kamplaşma kadar, bu durumu görünür kılan bir konjonktür olmamıştır sanıyorum. 27 Mayıs’lar, 60’ların sonlarında “zinde cunta”larla devrim hayalleri, hatta 28 Şubat’a tutulan alkış… Bunların hepsi, solun bütününe mal edilemeyecek ve artık aşılmış “sapma”lar olarak düşünülebiliyordu.
Sol kimliğin orduyla bağını kesmiş olduğu ve artık bir sınıf ideolojisinin taşıyıcılığını yaptığı savunulabiliyordu.
Kendilerini “sosyalist” ya da “sosyal demokrat” aidiyetler içinden tanımlayanlar, evrensel referanslara gönderme yaptıklarına inanıyorlardı. Onlar, Batı’nın sınıf mücadeleleri içinde oluşmuş politik damarların bu coğrafyadaki temsilcileriydiler. Öyle ki, aralarındaki farkları da Batı referansları üzerinden tanımlıyorlardı.
Sosyalistler, kapitalizmi devrim yoluyla aşacak işçi sınıfının sözcüleriydi. “Burjuva demokrasisi” devrimin araçsal imkânlarını sunmaktan öteye anlam taşımayan bir sınıfsal hegemonya sistemiydi. Nihayetinde parçalanmalı, yerine ezilen sınıfların hegemonyası inşa edilmeliydi. Ücretli emeğin sömürüsüne dayalı, kâr amaçlı kapitalist üretim ilişkileri sona ermeli, üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyet kurulmalıydı.
Sosyal demokratlar ise, düzen içinde kalarak sınıfsal uzlaşmalarla emekçi sınıfların haklarının genişletilmesinin mümkün ve gerekli olduğuna inanıyorlar ve demokrasiyi tasfiye edilecek değil, derinleştirilecek bir siyasal rejim olarak görüyorlardı.
Bunlar soyut kuramsal kimliklerdi. Kendilerini sol-sosyalist kimlikler içinden tanımlayan örgüt-parti- aydınların Türkiye siyasetinin sorunları karşısında savundukları somut tutumları bu kuramsal çerçevelerin belirlediğine inanılıyordu.
Oysa bütün tarihimiz bize, bu kuramsal tasavvurların, “hayali bir kimlik” üretmekten öteye bir işlev görmediğini anlatıyor.
Özellikle son 15-20 yıl, bu sol-sosyalist kimliklerin duyarlılık dünyalarının, kendilerine atfettikleri teorik iddialarla ilişkisinin olmadığını gösteren dramatik örneklerle dolu.
Bunu daha çıplak görebilmemiz için dört temel ölçütten hareket edebiliriz. (1) Ayrımcılık (2) Yoksulluk (3) Demokrasi (4) Küresel adalet…
Ayrımcılık
Çok gerilere gitmeyelim. 28 Şubat’ı milat kabul edersek; Türkiye, 15 yılı aşkın süredir Cumhuriyet rejiminin, ideolojisi ve bütün kurumsal yapılarıyla ağır bir ayrımcılığa maruz bıraktığı muhafazakâr kitlelerin kendilerini kabul ettirme mücadelesine sahne oldu. Bu mücadelede sol ve (küçük bir bölümü dışında) sosyalist çevrelerin nerede yer aldığını izledik. Süreci “gericiliğin tırmanması” olarak kodladılar ve her adımda şiddetli bir direniş gösterdiler.
Kürtlerin maruz kaldığı açık ayrımcılık karşısında da CHP politikalarını biliyoruz. Bugün de değişen bir şey yok. Bu “sol” parti, Kürt sosyolojisinde uzun zamandır yok. Kendisini sosyalist kabul eden grup ve aydınların konumunu ise bu yazıda tartışmak uygun olmaz. Sadece, ”AKP’nin devrilmesini mi, yoksa Kürt hakları ve barışı mı daha çok önemsiyorlar” sorusuna dair uğursuz kokuların bu cephede her geçen gün daha da yayıldığını hatırlatmakla yetineyim.
Yoksulluk
AKP iktidarı boyunca, tarihte olmadığı kadar ulusal gelir artışı ve yoksul kesimlere transferler gerçekleşmesine karşın, “sol- sosyalist duyarlılığın” bunu görmeye izin vermediğine; hatta bu kesimlerde kof bir küçümseme ve öfke yaşandığına tanık oluyoruz. Milyonlarca insanın meydanlara koşması, kararlılıkla Erdoğan’a sahip çıkması onların iktidar süresince elde ettiği kazanımlara değil “cahilliklerine” bağlanıyor. “Sol- sosyalist duyarlılıklar”, yoksullarla ilişkinin kültür üzerinden kurulmasına ve ayan beyan ırkçı bir dil kullanımına yol açıyor.
Demokrasi
Gelelim algının en bozuk olduğu konuya. Birisi (sosyalistler) bütün tarihi boyunca Batı demokrasilerini “burjuva hegemonyası” diye küçümsemiş; kaskatı totalitarizmleri, tek parti devletlerini, ağır sansürü, kitlesel kırım ve sürgünleri “proletaryanın şanlı iktidarı”nın devrim düşmanlarından korunması olarak yüceltmiş; diğeri (sosyal demokratlar) askerî vesayetin siyasal bekçiliğini yapmış, otoriter devletin kuruculuğuyla övünmüş, milli şefler üretmiş, 27 Mayıs’larda yollara dökülmüş, Nisan bildirilerini, 367 kararlarını, başörtüsü yasaklarını ayakta alkışlamış iki damar şimdi “demokrasi blokunda” birleştiler. Herkesin her şeyi konuşabildiği, “Sayın Öcalan’lı”,“Kürdistan’lı”, sözlerle kürsülerden seslenildiği, Newroz’ların savaş alanlarından barış kutlamalarına dönüştüğü, “diktatörün” ailesine mitinglerde hep bir ağızdan sövüldüğü, yerlere, duvarlara lümpenlerin bile utanacağı sloganların yazıldığı Türkiye’de; bizi, kendilerinin daha demokrat olduklarına inandırmaya çalışıyorlar. Korkarım kendileri de giderek buna inandılar. Öyle ya; “alo Fatih hattı”, twitter’ın kökünü kazımaya kalkan bir Başbakan, bir sözle işlerinden olan gazeteciler, sokaklarda TOMA’lar biber gazları var. Yani, demokrasi karnemiz pek o “burjuva demokrasilerine” benzemiyor.
Fakat muhalefetimiz müthiş “demokrat!”… Özellikle de Pennsylvania’dan yönetilen sızmacı örgüt “demokratik devlet”e giden yolda mükemmel bir müttefik! “Derin koalisyonların” karanlık yıldızı Sarıgül’e neden oy vereceklerini, neden Cemaat’i eleştirmediklerini merak ediyorsanız söyleyeyim; “ileri demokrasi” tutkusundan!
Küresel adalet
Nereden çıktı demeyin. Dünyanın böyle bir sorunu var ve benim bildiğim sol buna duyarlılığıyla tanınır. Ben anlı şanlı “anti-emperyalist hassasiyetlerin” ne zaman buharlaştığını anlayamadım. Batı sistemi içinde duran ama bağımsız dış politikaları önemseyen ve hatta zaman zaman işi devlere meydan okumaya kadar vardıran bir çizgi, neden “sol-sosyalist” duyarlılık dünyasında tam ters bir yankı buluyor acaba?
Sonuç
Yukarıda ele aldığım her bir başlık altında hükümete yine de güçlü eleştiriler yapılabilir. Sorun eleştiride değil. Aşırı tahammülsüzlükte. Berktay’ın deyimiyle; toptan devirmecilik mantığında.
Hedefleriyle, ideolojisiyle, tarihsel pratiğiyle -bırakalım daha demokratik bir seçeneği- ortada son derece kirli, karanlık bir girişim varken buna aldırış etmemek; “gitsin de yerine ne gelirse gelsin” diyebilmek kör bir kültürel düşmanlık dışında neyle açıklanabilir? Muhalefetin niteliğine bakmadan, hatta gözlerden kaçırarak; bütün nefretiyle iktidara saplanıp kalmak hangi “siyasi rasyonalite”yi, nasıl bir “sol sorumluluk” duygusunu anlatıyor bize?
Öyle günlerden geçiyoruz ki, “sol-sosyalist” kimlikleri tarihsel bir şanssızlıkla sahiplenmiş düşünce ve siyaset damarı aynanın karşısında çıplak kalıyor. Tarihin bize yaptığı bu trajik şakanın sonundayız. Türkiye’nin sol-sosyalist duygu ve düşünce dünyasının, laik/dindar geriliminden neşet eden “kültürel bir kimlikten” öteye geçemediğini, hiçbir şey bu kriz kadar dolaysız anlatamazdı bize.
Türkiye’yi muhafazakârlar ve Kürtler değiştiriyor. Bütün yol kazalarıyla, ağır zaaflarıyla, gel-gitleriyle ve daha da önemlisi yönsüzlük ve belirsizlikleriyle, demokratikleşme maceramızı onlar eliyle yazıyoruz. Umarım Kürtlerle yol arkadaşlığı yapmaya çalışan sosyalistlerimiz de bu gerçeği doğru yerden yakalarlar. Bu cepheleşmede tarihin paçasına yapışmış köhne “solculardan”, Ortodoks sosyalistlerden koparlar.
Yazarlar
-
İbrahim KirasOrtada aslında bir ‘plan’ yok 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTrump kuzulara şah olunca… 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanTrump’ın Gazze Planının Ak Parti çevresinde yarattığı derin çatlak 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsıl sorunumuz TL değil dolar enflasyonu 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023