Gürbüz ÖZALTINLI
Türkiye, Ak Parti’nin seçim kazandığı 2000’li yıllara, tarihsel olarak vücut bulmuş köklü kimlik gerilimlerinin mirasıyla girdi. Bunlar 1. Etnik (Kürt/Türk), 2. Dinsel (Alevi/Sünni), 3. Kültürel (Laik/dindar) olarak sınıflandırabileceğimiz; birbirleriyle kesişme alanları da olan, sosyolojik ayrışmaları temsil ediyordu. Bu kimlik aidiyetlerine 4. Politik (sol/sağ) nitelikte sonuncusunu da ekleyenler çıkacaktır. Bugünkü analizlerine de bu politik şemadan bakanlar olduğunu biliyoruz. Ancak birazdan açıklamaya çalışacağım nedenlerle, sol/sağ farklılaşmasının, değişen Türkiye’yi anlamakta işlevsel olduğunu düşünmenin, oldukça anakronik, nostaljik bir saplantı olduğu kanısındayım. Hem kitlelerin siyasi tercihlerinde, hem de politik aktörlerin söylem ve pratiklerinde bu ayrımın açıklayıcı değeri kaldığını kabul etmek pek mümkün gözükmüyor.
Bu sosyolojik kümeleşmelerin üstünde beş temel siyasi hareket mücadele ediyordu. CHP, Ak Parti, Kürt siyasi hareketi ve gücünü kurucu gelenekten alan devlet elitleri. Bunlar kadar görünür olmayan fakat ilerleyen yıllarda güçler dengesi üzerinde olağanüstü etki yapan Cemaat’i de kuşkusuz bu listeye eklemek gerekir. Hükümet değişmişti ama iktidar olabilmenin sadece kitlelerin rızasını alan politikalarla sağlanamayacağı; devlet gücünün merkezinde duran statükocu elitlerin etkisizleştirilmesinin hayati önem taşıdığı görülüyordu.
AK Parti, içinde farklı eğilimler barındıran muhafazakâr bileşimiyle çok başarılı politikalar geliştirdi. Bir yandan Batı’ya açılan yüzüyle demokratik dönüşümler gerçekleştirirken diğer yandan sosyal devlet uygulamalarına girişti. Geniş kitlelerin, sağlık, konut, ulaşım, sosyal yardımlar gibi hizmetlere ulaşımını kolaylaştırdı. Alevi ve Kürt taleplerini ajandasına aldı. İdeolojik dokusu katı İslamcılığa dayanan Milli Görüş köklerinden uzaklaşarak kendisine yakıştırdığı “muhafazakar demokrat” kimliğiyle merkeze açıldı. Sadece eski merkez sağ seçmenler nezdinde değil, Ecevit solculuğunun kalesi olan coğrafyada da kabul görmeyi başardı. Laik demokrat-sol entelektüellerin desteğini sağladı. Kürt nüfusun üzerinde geniş etki yarattı. Dini azınlıkların büyük sempatisini kazandı.
Bu noktada bir parantez açarak, sol/sağ kimliğin analitik değerini yitirdiği önermeme dönebiliriz. Bu yıllar, Ak Parti’nin izlediği politikalarla yüzünü ezilen, dışlanan, yoksul kitlelere döndüğü; İdris Küçükömer’in ünlü “Türkiye’de sol sağdır, sağ ise sol” sözünün en çok hatırlandığı yıllardır. Aynı dönemde CHP, zaten 90’larda bıraktığı “sosyal demokratlık” arayışını tamamen unutmuş, laiklik hassasiyetine tam boy gömülmüş, vesayetçi devlet elitiyle bütünleşmiş, MHP ile mesafesi kaybolmuş, Kürtlerden bütünüyle kopmuştu. Katı laik kültür, “sol” kimliği asimile etmişti. Geride, kentli kızgın orta sınıfların devletçi, ayrımcı, Kemalist, kavruk partisi kalmıştı. Yoksullar, dezavantajlılar artık Ak Parti’nin müşterisiydi. “Solcu”ların payına da bu kesimleri “göbeğini kaşıyanlar” diye aşağılamak düşmüştü. Sosyalist sol ise zaten bir analiz öznesi olarak hesaba katılmayacak kadar cılızlaşmıştı. Bu tarih bize, Türkiye’de hem politik aktörlerin kimliklerini, hem de kitlelerin siyasi tercihlerini çözümlemeye çalışırken sol/sağ aidiyetlerinin neden çürüdüğünü; anlamsızlaştığını anlatıyor.
Baştaki kimlik ayrımlarına ve politik aktörlerin konumuna dönersek; Ak Parti, dindar muhafazakarların partisi olmaktan öteye, başta Kürtler olmak üzere, çeşitli derecelerde bütün sosyolojik kesimleri dikine kesen harekete dönüştü.
Muhalif aktörler olarak CHP, MHP ve devlet eliti sadece katı laik sosyolojiye ve alevi kesime sıkıştı. Kürt hareketi de Kürt nüfusun yaklaşık yarısını Ak Parti’ye kaptırdı.
Türkiye’yi, daha sonraki yıllardan bugüne getiren bütün kırılmaların ayrıntıları bu yazının amacı dışında kalıyor.
Dikkat çekmenin önemli olduğu değişim ise kürsüsünde Devlet Bahçeli’nin durduğu devlet odağının, bu süreç içindeki başarısı.
Bugünkü iktidar bileşiminde, MHP’nin seçmen desteği ile karşılaştırılamayacak etkinlikte güç kullanan bu odak Erdoğan’ı (gücünü değil ama politik kimliğini) asimile etti. Demokrasiye açılan, dindar, sivil, ılımlı bir hareket olarak Ak Parti, artık sadece isim olarak var. Geride, milliyetçi, devletçi, otoriter Erdoğan’ın takipçilerini bırakarak politik kimlik olarak tarihe karıştı.
Ülkeyi yasaklarla boğan, kutuplaştıran, akıl dışı kararlarla yoksullaştıran bu değişim elbette karmaşık etkenlerin sonucu. Kriminal bir yapı olan Cemaatin darbeciliğe uzanan iktidar arayışından Batı’nın tercihlerine; Ortadoğu’da değişen güç dengelerinden Kürt hareketinin stratejilerine; laik muhalefetin devirmeci, devletçi, uzlaşmaz tutumundan Erdoğan’ın hırslarına kadar uzanan sayısız faktörün bileşkesinden oluşan bir sürecin sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Şimdi büyük soru şu: Bu değişimin gidecek yolu kaldı mı? Devletçi, milliyetçi kodlara dindarlık hassasiyetlerinin de eklendiği hibrid bir ideoloji üzerinden meşrulaştırılan otoriter rejim, daha da derinleştirilebilir mi?
Ben yukarıda anlatmaya çalıştığım Ak Parti’nin yükseliş dönemindeki sebep-sonuç ilişkilerinden hareketle bunun başarılamayacağına inanıyorum. Erdoğan’ın milli-gayrı milli ayrımına dayanan düşmanlaştırıcı, katılaşmış sert ideolojik söylemi artık rıza üretmekte zorlanacaktır. Elbette ilk yılların altından suların aktığı söylenebilir. Toplumun zihinsel, duygusal haritasının, iktidarın ideolojik etkisi altında değiştiği ileri sürülebilir. Ancak ne kadar değişirse değişsin, Türkiye’nin etnik, dini, kültürel kimlikler etrafında örülmüş sosyolojik zenginliği var olmaya devam ediyor. Adalet, hakkaniyet arayışı güçleniyor. Giderek Türkçülüğe ve sünni dindarlığa sıkışmış, üstelik onların da bir kısmının gözünde yozlaşmış, deforme olmuş bir iktidar, ideolojiye ve yasakçılığa abanarak ilerleyemez. Yüz yıla dayalı modernleşme, seçimler ve parlamenter temsil geleneğinden gelen bu çok parçalı, çok renkli toplum öyle yönetilemez.
Muhalefeti ve kamuoyunu uyaran ayrıntılı, çok katmanlı tahliller elbette değerli ama seçimler esas olarak bunu kanıtlıyor. Sonuçlar, Erdoğan’ın kucağına kriz bıraktı. Yıkıcı, dağıtıcı derinlikte olmasa da bugüne kadar bastırılmış, geçiştirilmiş itirazlar su üstüne çıkıyor. Karşılığında, dışarıya olduğu gibi içeriye de parmak sallayan; milli-gayrı milli şantajına baş vuran tehditler duyuluyor. İktidar ortağı ise kimseyi şaşırtmayan “Türkiye sandıkla kurulmadı, haddinizi bilin” çıkışıyla hem muhalefete hem Erdoğan’a hiza vermeye çalışıyor. İktidar cephesini karıştıran bir travma yaşanıyor.
CHP ise aday profilleriyle, yeni yönetimiyle, kucaklayıcı, normalleştirici, diyalog arayan politik söylemiyle, geleneksel tabanını aşan bir çekim merkezine dönüşmenin kapısını açtı. Yıllardır uzak duranlar, gerçek bir iktidar alternatifi olarak artık onun neler vadettiğini izleyip, gerçekleştirme kapasitesini tartacaklar. Önemli hatalar yapmazsa rejimi dengeleyebilir ve iktidarın tercihlerini etkileyebilir. Zaten seçimlerdeki başarısını da Yıldıray Oğur’un biraz ironiyle selamladığı bu “post Kemalist” yönelimine borçlu. Genel seçimlerin yenilgisinden sonra tırmanan helalleşme alerjisi; “muhafazakarlara şirin gözükmekle olmaz Atatürkçü öze dönmek gerekir”, “parti sağcılaştığı için kaybettik” yollu arkaik sekterlik, sırıtır duruma geliyor. Akıl ve sağduyu öne çıkıyor.
Erdoğan’ın önümüzdeki dönem nasıl bir performans göstereceğini bilemeyiz. Herhalde ekonomide küresel sermayeye güven vermeye, rasyonel çizgiyi korumaya öncelik verecektir. Seçim sonuçlarının yarattığı atmosferin soğumasını bekleyecek; görünür vadede, sertleşme ya da ılımlılık yönünde radikal manevralara yönelmeyecektir kanısındayım.
Siyaset üzerine düşünürken kesin öngörülerde bulunamayız. Ancak fırsatlar ve olasılıkları tartışabiliriz. Nihayetinde çok aktörlü, çok etkenli karmaşık dinamikler söz konusu.
Bu payı bırakarak düşününce, Türkiye’nin AK Parti’nin seçimleri kazandığı 2000’li yılların başındakine benzer olumlu bir kırılmanın eşiğinde olduğunu ümit edebiliriz. Geleceğimizde sürükleyici aktör CHP olabilir.
Umalım ki sonu aynı olmasın…
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023