Gürbüz ÖZALTINLI
“Topluma ‘sağduyu’ öneren bu kişiler konu çözüm meselesine geldiğinde de, ‘devletin, silah ve şiddet kullanabilme meşruiyeti olan bir kurum’ olduğundan giderek, PKK’nin ateşkes ilan etmesi ve şiddet kullanmaktan vazgeçmesi gerektiğinin altını çiziyorlar… bir tür, devlet ve PKK arasında ‘simetri’ varsayan bu yaklaşım her ne kadar ‘gerçekçi’ gibi görünse de devlet ve PKK arasındaki ‘hakikati’ açıklayabiliyor mu?
Bence açıklayamıyor!... PKK’nin bir isyan örgütü olarak ortaya çıkmasının nedeni bizatihi devlettir, devletin seksen, doksan yıllık asimilasyon politikalarıdır. Üstelik bu durum bugüne dek de değişmemiştir. (AKP’nin ‘devlet’ olmadığı zamanlarda, yani devlete ‘vesayet rejimi’ demekten hoşlandığı zamanlarda bu sorunun çözümü konusunda olumlu bir adım atmış olması daha sonra devletleşmesiyle ortadan kalkmış ve AKP bugün, gerek söylemi ve gerekse yaklaşımı itibariyle doksan yıllık vesayet rejiminin yani devletin yerine geçmiştir. O nedenle bugün itibariyle de sorumlu odur ). Dolayısıyla ‘devlet kamu güvenliğini sağlamak bakımından silah ve şiddet kullanan meşru bir örgüttür’ ifadesi teoride doğru olsa bile Türkiye gerçeğinde doğru değildir. Değildir çünkü ‘kamu güvenliğinin’ ‘sağlanması gereken’ bir durum olması bizatihi devletin bir halkın doğal ve meşru haklarını baskılaması sonucu ortaya çıkmış bir durumdur. Yani sorunu yaratan ‘devlettir’ o nedenle de çözmesi gereken de‘devlettir’.”
Yukarıdaki uzun alıntı, Serbestiyet’i oluştururken beraber yola çıktığımız; kuruluştan kısa zaman sonra da yollarımızın ayrıldığı Erol Katırcıoğlu’nun Özgür Gündem’de yayınlanan “Sorunu yaratan devlettir, çözmesi gereken de odur” başlıklı makalesinden.
Ben yukarıda okuduğunuz pasajı, çok sayıda yazarın “PKK’nın bugün silah kullanması meşru mudur” sorusuna Katırcıoğlu’nun verdiği cevap olarak okuyorum. Bu düşüncelerin Katırcıoğlu’yla sınırlı kalmadığını; okuduğumuz metnin sosyalist sol çevrelerde oldukça yaygın bir değerlendirmenin özeti olduğunu biliyoruz.
Katırcıoğlu’nun sözleri ikna edici mi? Bakış açısı ve kabulleri nasıl bir ideolojiyi yansıtıyor? Olgular karşısında nesnel olmaya özen gösteren bir yerden mi sesleniyor? Şiddet/siyaset/haklar ilişkilendirmesinde demokratik bir zihniyeti mi temsil ediyor?
Bu sorular ışığında yapısöküme muhtaç karakteristik bir metinle karşı karşıyayız.
Önce Erol Katırcıoğlu’nun olgusal kabullerini ayıklayalım: 1) Tarihsel olarak silahlı Kürt hareketinin (PKK’nın) ortaya çıkmasının nedeni, asimilasyon politikaları yürüten devletin doğal ve meşru hakları baskılamasıdır. 2) Bu durum bugün de değişmemiştir.
Bu yazıda, direniş hakkının silahlı yolla kullanılmasına devletin yol açtığı; şiddet sorununun çözülmesinin PKK’nın sorumluluğunda olmadığı, devletin tek taraflı sorumluluk taşıdığı tezini tartışmaya çalışacağım.
Devletin, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Kürt halkı üzerinde katı bir asimilasyon siyaseti uyguladığı; felsefi, siyasi ve yasal meşruiyetini kamu güvenliğini sağlama fonksiyonundan alan şiddet tekelini kötüye kullandığı, tartışılmaz bir gerçek. Burada devletin iki tür şiddeti bir arada kullandığı söylenebilir. Birincisi; temel insan haklarını çiğneyen yasalar vazetmesi (yasal ama meşru olmayan şiddet). İkincisi, yürürlükteki yasaları da aşan insanlık dışı uygulamalar.
Bu durumun, otoritenin şiddet kullanma meşruiyetini ortadan kaldırdığı ve direnme hakkı yarattığı kabul edilmelidir. Burada kritik sorun, direnme hakkının hangi perspektifle, ne tür yöntemlerle kullanılacağıdır. Adil olmayan koşullar karşısında, her zaman ilk harekete geçenler vardır. Duyarlılıklar ve bilinç, toplumda eşit dağılmaz. Yola ilk çıkanların tercihleri önemlidir. Bu tespit bizi, direnme hakkını kullanmaya karar verenlerin ideolojik- kültürel dünyalarını sorgulama, anlama ve normatif olarak yorumlama sorumluluğuyla karşı karşıya bırakır. Bizler de bu sorgulamayı içinde durduğumuz ideolojik / kültürel / siyasal evren içinden gerçekleştiririz.
Kürt direnişinin yıllara yayılan çok acılı, kanlı bir şiddet kullanımı biçiminde ortaya çıkışını, bir tercihdeğil bir zorunluluk olarak tanımladığımızda, dışımızdaki bir hakikati nesnel düzeyde yakaladığımızı düşünebiliriz. (Nitekim Erol Katırcıoğlu da “PKK silah bıraksın” diyenlerin devlet ve PKK arasındaki hakikati yakalayamadığını söylüyor.) Oysa bu bakışımız, hakikatin bizim zihniyet kodlarımızın işlemine uğrayarak anlamlandırılmasından başka bir şey değildir. Yani, sübjektiftir. Çünkü tarihi, zorunluluklar değil tercihler belirler. Tarihte olmuş bir şeyin olabilmesi mümkün olantek şey olduğunu ileri sürmek, “özgürlük” kavramını felsefi olarak reddetmek anlamına gelir. Öyle ya; insan, iradesi dışındaki koşullarca belirleniyorsa ve eylemini seçme kararı varoluşun büyük bir yanılsamasıysa “özgürlük” ten nasıl söz edebiliriz? Tabi daha önemlisi, kararlarında özgür olmadığını kabul ettiğimiz bir özneyi bu kararlarından ahlaki ve hukuki olarak nasıl sorumlu tutabiliriz? Daha da öteye; burada bir özneden mi söz edeceğiz yoksa tarihin önüne katıp sürüklediği bir nesneden mi?
Zaten Katırcıoğlu da PKK’yı şiddetten sorumlu tutamayacağımızı, onun yolunu zorunluluğun (devlet baskısı) belirlediğini, ortada özgür bir tercih bulunmadığını söylüyor. Silahın bir zorunluluk değil tercih olduğunu düşünseydi; yani şiddet dışı bir direnişin de mümkün olabileceğini kabul etseydi, savaş sorununun çözümünde PKK’yı da sorumlu tutmak zorunda kalacaktı. “PKK silah bıraksın”diyenlere karşı çıkarken kurduğu teorik zemini kaybedecekti.
Oysa dediğim gibi, bir direnişin izleyeceği yola karar verenler de kendi değerleri içinden bir tercih yapıyorlar; bizler de onların bu kararını “zorunlu” ve -zorunlu olduğu için de- “meşru” sayarken kendi değerlerimiz içinden normatif bir yorum yapıyoruz.
Katırcıoğlu ile ayrıldığımız nokta da zaten burada. Seçme özgürlüğü içinde yapılmış bir tercihe (silahlı direnişe) farklı değerler dünyasından yaklaştığımız için, yüklediğimiz anlamlar ve meşruiyet de farklılaşıyor. Yoksa, birimizin “nesnel gerçeği” olduğu gibi görüp diğerinin görememesinden çıkmıyor tartışma.
Buraya kadar söylediklerimde anlaşabilirsek, değerlerimizi de tartışmamız mümkün olacaktır.
PKK’nın silahlı mücadelesini baştan itibaren devlete haklı bir cevap olarak gören bakışın, “siyaset ve şiddet” konusunda Marksist-Leninist teorinin izlerini taşıdığını düşünüyorum. PKK’nın da kuruluşunda aynı ideolojik zeminde durduğu tartışmasız bir gerçektir. O tarihe fazla hâkim olmayanların Kuruluş Manifestosuna bir göz atması yeterli olacaktır. Hatta dönemin ideolojik iklimini anlamak ve PKK’nın yola çıkarken dünyayı ve kendisini nasıl tanımladığını görmek için, bu manifestonun okunmasını özellikle öneririm.
Marksist ideolojinin 19. Yüzyılın sonlarından başlayarak 20. Yüzyılın son çeyreğine kadar dünyada ne kadar etkili olduğu biliniyor. Bu ideolojinin büyük bir coğrafyanın yönetilmesinde rehber ilan edilmesinin ilk ve büyük adımı Rusya’da atıldı. Böylelikle Leninist tezler Marksizm’e çağın büyük katkısı olarak kabul gördü ve toplumsal mücadelelerde neredeyse ilahi bir prestij kazandı. Leninist devrim teorisinin ayrıntılarına girip sözü iyice uzatmayacağım. Bu teorinin merkezinde sömürücü sınıfların egemenlik aygıtı olarak tanımlanan devletin yıkılması perspektifi yatar. Şiddet, bu aygıtın etkisizleştirilmesinin meşru; dahası zorunlu bir aracıdır. Teorinin, sınıf mücadelesi üzerindendevrime ve şiddete tanıdığı meşruiyet o kadar etkili olmuştur ki, 20. Yüzyılda yaşanan her türden adaletsizlikler karşısında oluşan şiddete dayalı tepki hareketleri kendilerini Leninizm üzerinden refere etme yarışına girmişlerdir. Avrupa’da şekillenen irili ufaklı illegal örgütlenmeler; Güney- Orta Amerika’nın gerilla hareketleri… Öte yandan tarihin tanıdığı en despotik rejimlerden Stalin totalitarizmi; Mao’nun Çin’i; Pol Pot vahşeti… Bütün bu yapılar kendilerini ideolojik düzeyde Marksizm-Leninizm’le akrabalandırmışlardır.
Oysa aynı yüzyılda dünya, çok etkili barışçı direniş hareketlerine ve öğretilere de tanık olmuştur.“Sivil itaatsizlik” kavramını üreten Thoreau’nun öğretisi; Mahatma Gandhi’nin, ırkçılık tarihiyle ünlü Güney Afrika’da başlattığı ve şiddet potansiyeli çok yüksek olan Hindistan’da zirvesine ulaşarak milyonlarca insanı sürükleyen mücadelesi; Martin Luter King’in kölecilik geleneğinin taşlaştırdığı ırkçılığa karşı ABD’yi sarsa sarsa yürüttüğü sivil haklar hareketi… Bunlar üst düzeyde siyasal dönüşümler başarmış dev kitle direnişleriydi. Başlıca özellikleri, şiddeti sonuna kadar reddeden öğretilere sahip olmalarıydı.
Sonuçta şuraya geliyoruz: Otuz küsur yılın on binlerce insanın hayatına mal olan kanlı, ağır tecrübesinden sonra bugün gönül rahatlığıyla, direnişin silahlı olmasını sadece devletin baskısına bağlıyor, isyanı başlatan ve yönetenlerin ideolojik seçimlerini sorgulamıyor, sorumlu olmadıklarını söylüyorsanız; sizin de değerler dünyanızda şiddet sorunuyla yeterince yüzleşmediğiniz uyarısına kulak vermenizde fayda vardır.
Tekrar ederek bitireyim: Bu, aslında “nesnel gerçekliğin” üzerine yürüyen bir tartışma değildir. Bu, tepeden tırnağa ideolojik seçimlerle ilgili bir tartışmadır.
Ben bugün geldiğim yerde, PKK’nın baştan beri silahlı eylem yolunu seçmiş olmasını yanlış bulduğumu söylerken Kürtlerin devlet tarafından maruz kaldığı insanlık dışı baskılar üzerine konuşmuş olmuyorum. Bir direniş yöntemine, ideolojik değerlerim üzerinden cevap veriyorum.
Katırcıoğlu PKK’yı şiddetten sorumsuz sayarken, o da aslında tarihte olan büyük haksızlıklar üzerine konuşmuş olmuyor. Yaptığı şey, kendi ideolojisi içinden bir direniş değerlendirmesidir.
Katırcıoğlu’nun ikinci kabulü ise, AKP’nin devletleştiği ve bugün de PKK’nın silahlı mücadelesine yol açan koşulların değişmediğiydi…
Bu da önümüzdeki yazının konusu olsun…
Yazarlar
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları


























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023