Gürbüz ÖZALTINLI
Ben anlatacaklarıma 8 Kasım 1988’den başlayayım; siz sıkılırsanız okumayı bırakın. Hiç kırılmam…
Ne oldu Kasım 1988’de? En azından bazı Galatasaraylıların çotak diye Nöşatel (yazıyla Neuchatel) cevabını yapıştıracağından eminim. İlk maçı üç sıfır kaybeden Galatasaray, İstanbul’daki ikinci maçta Nöşatel’i beş sıfır yendi ve UEFA kupasından eledi. Bu maç televizyonlardan naklen yayınlanmadı, radyodan anlatıldı. Üç sıfır olduktan sonra bazı kasaba belediyelerinin radyo yayınını cızırtılı şehir hoparlörlerinden verdiği; vatandaşların işlerinden evlerinden çıkıp hoparlörler altında maçı dinlediği bilinir. Aynı saatlerde bazı okullarda sınavlar kesilip Galatasaray’ın galibiyeti anons edilmiş; öğretmenler öğrenciler ve bilumum personel dışarılara fırlayıp sloganlar atmışlardır. Bugün bile ekşi sözlüğe girip bir göz atın, okuduklarınıza şaşırırsınız. Şunu yazan var: “ 9 yaşında 103 gollü şampiyonluğu bekleyen bir fenerli olarak tüylerimi diken diken eden, gözlerimi yaşartan maç”…
Ben avukattım ve cezaevinde müvekkil ziyaretine gitmiştim. İçeri girerken kapıdaki nöbetçi jandarma yanındaki arkadaşına “iki sıfır olmuş lan tertip” diye bağırıyordu. İçeride görüşme yaptım, çıkarken aynı jandarma bu kez yalnızdı ve elinde çapraz tuttuğu tüfekle olduğu yerde “üç, üç, üç” diye zıplıyordu. Büroya gidene kadar maç bitti ve Galatasaray Nöşateli eledi. Hemen büronun bitişiğindeki kahveye girdim. Bitmiş, sonucu bilinen maçı banttan seyretmeye gelmiş tıklım tıklım kalabalığın arasına karıştım. Her golden sonra sanki o gol o anda atılmış ve biz canlı izliyormuşuz gibi tarifsiz bir heyecanla “goooool” diye bağırıp, aralarında o gün kahvede karşılaşmış olmak dışında bir ilişki olmayan bizler, birbirimize ense tokat sarılıyorduk. Ben zaten o yıllarda epeyce sadık bir taraftardım. Fakat kahvenin “şu futboldan ne anlıyorsunuz yahu” suyla ünlü patronu heyecanından elindeki tepsiyi duvarlara vuruyordu Galatasaray gol kaçırınca… Maç bitmiş, takım kazanmış bunu herkes biliyor ama adam banttan seyrettiği maçta kaçan gole yanıyor… Delirmek böyle bir şeydi galiba.
O gece Türkiye uyumadı. Hayatımda Ankara’yı hiç böyle görmedim. Kimse evinde değildi. Yaşlı, genç, çocuk, kadın, baş örtülü, formaya sarılı, pijamalı, takım elbiseli insan bulutu, caddelerde sokaklarda parklarda bitmez tükenmez bir zafer partisi yaşadı.
Hiç kuşkum yok bütün şehirler, kasabalar ve hatta köyler ayaktaydı…
Peki neydi yani bu?
Bu, hakikaten çok derin bir kimlik arızasının dışavurumuydu…
İmparatorluk hikayeleriyle büyümüş sayısız kuşakların ardından Anadolu’da büzüşmüş kavruk bir kimliği, hamasetle; gerçek üstü tarih anlatılarıyla, kupkuru özgüven çağrılarıyla aşmaya davet edilen… Karşısında kaybedilmiş Batı medeniyetini ulaşılacak değer olarak ilan etmiş bir otoritenin elinde kendine yabancılaşmış… Medeni dünyayla her temas düzleminde “kapanmaz ara” duygusunu yeniden yaşamaktan yorgun düşmüş… Aşk/ nefret sarkacında kendi içine dönmüş bir toplumun derinlerinde biriken travmaların patlattığı bir coşma durumu. Yüz yıldır aç kaldığı onur duygusuyla kendinden geçme hali…
“Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri”. Slogan bu. Başka söze gerek var mı? Bir mesele daha nasıl anlatılır?
Daha yakın zamanlara atlayalım. Erdoğan fenomenine bir de bu gözle bakalım.
Ben Erdoğan’ın uzun süren yenilmezliğinde, özellikle dindarlık duyguları güçlü kesimlerin bu ezikliğe onun şahsında cevap bulduklarına inanmalarının büyük payı olduğunu düşünüyorum. Batıcı değişim süreçlerine maruz kalmış eğitimli meslekli laik sosyolojinin ve onu temsil eden siyasi yapıların bu konunun önemini kavramamış olduğunu söyleyebilirim. Çünkü laik kesimler, Batı karşısındaki geriliği İslami kültüre bağlayan bir endoktrinasyona tabi tutuldular Cumhuriyet mekteplerinde. Bu, geri kalmışlığı kendi üzerlerine alınmamalarını sağladı. Batının üstünlüğüyle yüzleştiklerinde yaşadıkları kimliksel kızgınlıkları, kendilerini de bir parçası saydıkları Batı medeniyeti ve onun temsilcilerine değil, içeride miras yükünü taşıdıkları muhafazakâr geleneğeyöneltmeye alıştılar. Sol Kemalizm ve onunla çok güçlü kesişme alanları olan devrimci sol hareketlerin ABD karşıtı sert söylemleri hiçbirimizi yanıltmasın. Şu nedenle: Birincisi; ABD karşıtlığı, kültürel derinliği olan Batı medeniyetine ilgiyi söndüremeyecek kadar yüzeyde, politik bir tutumdu. Muasır medeniyet olarak Batı ile politik bir düşman olarak ABD aynı şey değildi. İkincisi; sözünü ettiğim Kemalist Sol ve Devrimci ideolojik evren içinde ABD dahil hiçbir düşman “İslamcı gericilik” kadar nefret nesnesi olmamıştır. Bu tespitlerimi fazla iddialı bulanlar, Kemalist laik değerler dünyasına haksızlık yaptığımı düşünenler, AKP hükümetlerinin ilk yıllarında İlhan Selçuk’un ABD’ye işbirliği seslenişlerini hatırlasınlar. Dahası; dürüstçe kendi iç seslerine kulak versinler.
Özetle; laiklerin, sorumluluğu “İslami geleneğe” yükleyerek saygınlık kaybı yaşamaktan korudukları kimlik duyguları, toplumsal çoğunluğun onur ihtiyacını anlamalarına izin vermemiştir. Oysa kimliğini öncelikle Müslüman olarak tanımlayanların (toplumun çoğunluğunun) baş etmekte zorlandığı “kaybetmişlik”, “hor görülmüşlük”duygularının yarattığı gerilim, son yirmi yılın siyaset mücadelelerini belirlemiştir.
Erdoğan; duble yollardan, hava alanlarından, köprülerden, metrolardan; sağlık hizmetleri, yoksulluk yardımları, toplu konutlardan velhasıl “kalkınma/refah” olarak kodlanabilecek hamlelerin hepsinden çok, saygın-güçlü kimlik arayışına verdiği cevapla kudret kazanmıştır. Kuşkusuz ekonomik-sosyal politikalar çok önemliydi ve AKP tabanını merkeze doğru genişletti. Yolsuzluklara ve yasaklara karşı kurduğu demokrasi söylemi, Türkiye’yi Avrupa’ya taşıma vaadi, Milli Görüş’ün geleneksel tabanını çok aşan bir umut ve destek sağladı. Fakat orada tutunabilmesi; yerleşebilmesi, farklı cephelerden gelen müdahalelere karşın kitle desteğini koruyabilmesi, üstelik bunu işler kötü giderken bile yapabilmesi, sanırım işte bu örselenmiş kimlik duygusuyla kurmayı başardığı güçlü ilişki sayesinde oldu.
Erdoğan, yalnızca kendisi de o dünyadan gelen birisi olduğu için değil, “iktidar arzusu” aşırı yüksek, hükmetmek dışında hiçbir hayatın tatmin edemeyeceği tutkulu bir insan olduğu için bu güç kaynağını fark etmekte zorlanmadı. Sonuna kadar abandı. Bütün başarısızlıklarını örten dipsiz bir malzemeye dönüştürdü.
Özgüvenini kaybetmiş, saygınlığından şüphe eden bir topluma değerli olduğunu fark ettirmek, güç ve saygınlık duygusu aşılamak elbette anlamlı bir iş. Fakat bunun düşünsel/duygusal mimarisi çok önemli. Nazizm’de vücut bulan sınırsız ırkçı, yıkıcı ideolojinin Almanya’yı 1930’lu yıllarda kitlesel olarak kuşatmasının da altında, birinci savaş sonunda bütün maddi manevi varlığı ayaklar altına alınan Alman toplumunun kırılan onurunun yattığı kabul edilir. Tarihsel travmaların acısıyla yüklü kolektif psikolojilerin siyaseten iyi yönetilmesi çok önemlidir. Bu acıları iç ve dış dünyaya karşı nefrete dönüştürmek, onların üstünde tepinmekten daha az tehlikeli değildir. Siyasetçinin makbulü, bunu savaş için değil barış için değerlendirerek ilerleyebilmeyi başarandır.
Buradan bakarsak nedir bizim yaşadığımız?
Bana sorarsanız geldiğimiz yer fiyaskodur. Özgüven adına yaşanan şey, bütün dünyaya karşı derin bir güvensizlik; içeride “milli ve yerli organik” lidere muhalif olanlara, dışarıda topyekûn Batı’ya karşı güçlü bir düşmanlık, beka korkusu ve bir kuruluş masalı olarak “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” mottosu…
Seçim kampanyası bu üslubun tavan yaptığı bir dönem oldu.
Ne ekonomi, ne hizmet vaatleri, ne de demokrasi ve özgürlükler…İktidarın inandırıcı söz üretebileceği alanlar değildi zaten. O nedenle; katliam videolarıyla, dedelerinizi gömdük sizi de gömeriz haykırışlarıyla, Ezan ıslıklama çarpıtmaları üzerine görüntü oyunlarıyla gerilimin alabildiğine tırmandırılmaya çalışıldığı; sonunda işin bütün rakiplerin kaos peşinde koşan hainler ilan edilmesine ve hapis tehditlerine vardırıldığı, bu memleketin gördüğü en acayip seçim kampanyasına tanık olduk.
Bu nedenle biz, sandıklar açıldığında, toplumumuzun kimlik duygusuna yapılan bu “katkıyı” hangi oranda makbul gördüğünü de ölçmüş olacağız biraz.
Hayırlısı ne ise o olsun…
Yazarlar
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023