Gürbüz ÖZALTINLI

Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI
Serbestiyet Tüm Yazıları
Özel Yetkili Mahkemeler
16.06.2012
2605

 Konu üzerine söz alanların çoğunluğu kalın hatlarla ikiye ayrıldılar. Bu mahkemelerin varlığına karşı olanlar, otoriter devletin yargıyı politik bir araç olarak işletme geleneğine vurgu yapıyorlar. Onlara göre bu mahkemeler, politik güçlerin iştahını kabartan, aşırı güçlendirilmiş “otoriter iktidar aygıtları”. Bunlar normalleşmeye değil çatışma kültürüne hizmet ederler. Varlıkları ilkesel olarak meşru değildir.

Varlığını savunanlar ise, bu “ilkesel argümanları” reddediyorlar. Demokratik ülkelerden örneklerle, tüm dünyada, terör suçlarına karşı benzer güçlendirilmiş yargı organlarının ve özel yargılama usullerinin olduğunu belirtiyorlar. Tartışmalı kimi uygulamaların istisna olduğunu, yetkilerin “politik misyon”la kullanılmadığını savunuyorlar. Onlara göre ortada demokratik hukuk devleti ilkeleriyle çelişen bir durum yok.

Doğrusu, bu mahkemeleri devlet geleneğimizin kesintisiz sürdürücüsü olarak niteleyen; İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Yargısı ve DGM’lerin bir devamı olarak tanımlayan bakışın, fazla kabalaştırıcı olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakış, yargının bir bölümüyle aşırı güçlendirilmesini ve politik mücadelede rol almasını ölçüt olarak alıyor ve bu zeminde tüm örnekleri aynılaştırıyor. Bu, oldukça“şeklî” bir yaklaşım. Gözden kaçırdığı şey şu: Son dönem ÖYM’ler dışındaki tüm mahkemeler, otoriter devleti, topluma ve onun siyasi sözcülerine karşı “koruyan” yapılardı. Devletle toplum arasındaki orantısız güç dengesini, devlet lehine daha da tahkim eden kurumlar olarak iş gördüler.

ÖYM’ler bu bağlamda tamamen farklı bir işlev üstlendiler. 2000’li yıllara geldiğimizde devlet yapısal olarak bütünüyle yozlaşmış, mafyayla iç içe geçmiş, dokunulmaz bir suç örgütüne dönüşmüştü. Bu denetimsiz çete devleti tasfiye edilmeksizin demokrasiye doğru yol almak olanaksızdı. Topluma karşı suç siyasetini yönetenler sadece devleti kontrol etmiyorlar, aynı zamanda son derece koruyucu bir mevzuatın da arkasında duruyorlardı. Suçu kovuşturmakla sorumlu yargı erkinin ise bu yapının denetiminde olduğunu hepimiz biliyoruz.

Toplumun devlete karşı işlediği “suç”lara karşı çare üretmekle, devletin topluma karşı işlediği suçlara ilişkin çare üretmek kabul edelim ki aynı şey değildir. İkincisinin çok büyük bir güçle mücadele anlamına geldiği açıktır. Bu iki türlü olabilir: Birincisi, kanlı bir ayaklanma ve yıkıcı bir kaos (Arap Baharı’nı hatırlayalım). İkincisi, parlamentonun sağladığı imkânlarla, felç olmuş hukukun işlemesini sağlamaya yönelerek güçlülerin de üzerine gidebilecek bir yargı alanının oluşturulmaya çalışılması. Bizim şansımız, Ortadoğu’dan farklı olarak, otoriter devletin içinde kısmi bir iktidar kullanma kapasitesine sahip parlamento geleneğimizin varlığıdır. Bu imkân, bir suç örgütüne dönüşmüş olan devletin meşru yollardan aşılabilmesine işaret ediyordu. Hukuk işletilecekti. Hukuk çok güçlü bir devlet aygıtına karşı işletilecekti. Ve bu elbette çok güçlü, özel yetkilerle donatılmış bir yargı gücü gerektiriyordu. Parlamento irade gösterdi. Yasa üretti. Güçlüleri dokunulmaz olmaktan çıkarttı. Etkin bir özel yargı oluşturdu.

Bu gün “medeni toplum” darmadağın olmadıysa, biz bunu işte bu meşruiyete borçluyuz.


“Buna gerek yoktu. Hepsi komplodur. Devlet suç işlemiyordu” 
diyenler; ya da statükonun genel yargı sisteminin sorunu çözebileceğini iddia edenler bu yazının muhatabı değil. Şimdi yazarını hatırlamadığım bir makalede geçiyordu; “Uyuyanı uyandırabilirsiniz, ama uyuma taklidi yapan birisini uyandırmanıza imkân var mı?”...

Sonuçta, “güçlendirilmiş özel yargı” konusu; bağlamdan, işlevden kopuk bir “demokratik ilke”üzerinden tartışılamaz. Toplumun suçtan korunması diye de bir modern hukuk ilkesi vardır. Bu ilkenin, şüphelilerin bireysel haklarıyla gerçekçi, dengeli bir ilişki içinde hayata geçirilebilmesi gerekir.

Peki, ÖYM’lerin politik misyon üstlenmediğini, hukuku araçsallaştırmadığını ileri süren savunucuları inandırıcı mı? Eleştirenler tamamen haksız mı?

Bence değil. İşte burada, gerçekten Türkiye’nin siyaset ve yargı geleneğini dikkate almak gerekir. Devletin cebir aygıtları üzerinden siyasi alanın sınırlandırılması, yargının politik misyon üstlenmesi bu coğrafyanın neredeyse yapısal bir sorunudur. ÖYM’ler tecrübesinde de biz bunun bariz izlerini gördük, görüyoruz.

Pankartla silahı, kitapla cinayeti ayırmak istemeyen; soğuk savaş kafasıyla inşa edilmiş, muğlak kavramlarla yüklü “Terörle mücadele” mevzuatının arkasına saklanan bir yargı pratiğine de tanık olduk.

Yıllarca KCK davasının inatla Kürtçe savunmaya takılı kalmasını, üniversite öğrencilerine yönelik insaf dışı cezaları, Nedim Şener, Ahmet Şık olayını ve son olarak da MİT kriziyle elin iyice yükseltilmesini“masum hukuk yorumları” olarak mı kabul edeceğiz? Kim ne derse desin bunların arkasında, baskıcı bir politik perspektifin ve güç olma iddiasının varlığı açıkça sırıtıyor. Sonunda iş geldi Başbakan’ın kapısına kadar dayandı.     

Görünenlerden şu sonuç çıkıyor: Hiçbir sorunun, genel bir ilke düzeyinde, kolay, bütün zamanlar için geçerli bir çözüm yolu yok. İmkânlar ve tehditler birarada var oluyorlar. Koşullar sürekli değişiyor. Dün ürettiğiniz demokratik meşru bir çözümün, yarın kendisi bir soruna dönüşebiliyor.

Önemli olan; siyasetin, toplumsal tartışmayı cesaretlendiren, tepki yollarını tıkamayan, her düzeyde yetki kullananların hesap verirliğini esas alan, açık bir toplumun kuruluşuna hizmet etmesi.

Demokratik kültürün güçlendirilmesi buradan geçiyor.

Normalleşmeye giden yol da demokratik kültürün güçlenmesinden...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar