Halil BERKTAY
[29 Şubat 2020] Bu yazıyı dün, yani 28 Şubat 1997’nin 23. yıldönümünde yazacaktım. Araya 33 şehit girdi. 33 kurşun. Mustafa Muğlalı ve Ahmet Arif. 33 şehit. İdlib, Balyun yöresi. Geçmişe dalıp gidiyorum.
Onyıllar boyu tanıdığımız çok yaygın bir aydın tipi vardı. Bazen Atatürkçü, bazen sosyalist, bazen her ikisi. “Gerici” dediği dindar-muhafazakârların, siyaset sahnesinden dışlanmaları gerektiğinin ötesinde, dışlanabileceklerine inanıyordu. Kamusal alana çıkmamalı, meydanlarda gezinmemeli, görüntü kirlenmesi yaratmamalıydılar. Toplumun marjında tutulmaları Kemalist Devrimin kazanımlarını savunmanın bir icabıydı ve ilelebet mümkündü. Şiddet, inanılmaz bir rahatlık ve doğallıkla giriyordu başvurulacak yöntemlerin içine. “Sallandıracaksın birkaç tanesini, görsünler günlerini.” 31 Mart, Şeyh Sait, Menemen Vakası hep böyle tedip edilmemiş miydi? Tek şart yorulmamak ve bezmemekti; inkılâpçı irade ve enerjinin pörsümemesiydi. Merkez-sağ partilerin inanç özgürlüğü adına “irtica”ya verdiği her tâviz, Beyaz Türkleri kâh korkutuyor, kâh çıldırtıyor; ruhlarına sinmiş Takrir-i Sükûn ve İstiklâl Mahkemeleri özlemini yeni baştan tetikliyordu.
Tanıdığımız dedim; yanlış ve eksik aslında. Dışımda değil içimdeydi. Çünkü ben de bu laik-solculardandım. Öyle bir ailede büyümüştüm. Çocukluk ve ergenliğimde militan bir ateisttim. Din bilim-dışı, karanlık ve yabancıydı. Gençliğimde, Marksist devrim teorisine inanıyordum. Okumuş, üzerinde fazla düşünmeksizin doğru saymış ve içselleştirmiştim. İkisi, yani dinsizlik ve devrimcilik birleştiğinde, herhalde İslâmiyet korkusu bende de vardı. Daha doğrusu, olması gerekirdi. Ne ki, birincisi, ordu, sıkıyönetim ve askerî darbeler çok daha ön plandaydı. İkincisi, dinin sürekli bastırılıp yok sayılabileceği gibi bir fikir taşımıyordum. İmkânsızlığını görüyordum diyemem. Belki sadece kafa yormamıştım. Üzerinde durmuyordum.
Zamanla biraz büyüdüm mü nedir? 1980’lerin ikinci yarısında önce Maoculuğun ultralığından koptum. İkinci adımda, Lenin’in dogmatizmi çok gözüme battı. Üçüncü adımda, doğrudan doğruya Marx’ı ve Marksizmi sorgulamaya başladım. Düşünce yapım kitabî olmaktan çıktı; yaşanmışlıklardan beslenir oldu. 12 Mart ve 12 Eylül, devrimci diktatörlük dahil her türlü otoritarizme karşı artık etimde ve kemiğimde hissettiğim, kişiselleşmiş bir tepki ve nefret duymama yol açtı. Özgürlük arayışım eşitlik arayışıma üstün geldi. Bütün “izm”lere mesafeli, hiçbir özel dâvâ peşinde koşmayan, kendime göre bir ahlâk peydahladım.
Madalyonun diğer yüzünde, toplumun karmaşıklığı ve uçsuz bucaksızlığını kendi içinde hisseden bir tarihçiliğe doğru yol aldım (alıyorum). Bir yönüyle, şiddete dayalı toplum mühendisliği girişimlerinin, başarılarıyla birlikte daha çok maliyetlerini algılayan; altta kalanların, hattâ sessizlerin de sesini duymaya çabalayan; çizgisel değil çok-perspektifli anlatımlar arayışına girdim. Diğer yönüyle, bir yere kadar sadece “sınıf”ları görüyordum. Bu da indirgemeci ve çatışmacı bir sosyoloji demekti. Şimdi ise, sınıflar gene var ama daha yumuşak. Her an çatışma içinde değil. Uzlaşabiliyor ve çoğu zaman uzlaşıyorlar da. Çünkü üzerlerine kültür ve kültürel yapıştırıcılıklar da biniyor. İtikadım gene yok ve muhtemelen ömrümün sonuna kadar da olmayacak. Bu benim kişisel tercihim. Ama şu açık: din her çağda, her yerde, insanların hayatında çok önemli bir yer tutuyor. Bu ülkenin büyük çoğunluğu da Müslüman. Onların dünyasını neredeyse elli yıl tanımamışlığım büyük bir kayıp. Ben öyle yaşamayabilirim, onlar da benim gibi yaşamayabilir. Ama birlikte çok şey yapabilir, daha iyi bir ülke kurabiliriz. Demokrasi sırf soğuk ve mesafeli bir cemaatleşmenin değil, yapıcı işbirliklerinin olabilirlik matrisini oluşturmalı. Bu yüzden, artık sırf kendime değil, herkese demokratım. Öyle olmaya çalışıyorum.
Bu duyarlılığa galiba 1980’lerin ikinci yarısında ulaştım. 12 Eylül rejiminden çıkış süreciydi. Sosyalist solun hemen bütün fraksiyonlarının, hem birleşmek isteyen yenilikçileri vardı. Hem de mevcut mevkilerini korumaları bölünmüşlüğün sürmesine bağlı olan, bu yüzden alabildiğine tutucu ve sekter tekke şefleri vardı. Eski TKP ve TİP’lilerin insiyatifiyle, nominal eş-başkanlıklarını Aziz Nesin ve Sadun Aren’in yaptığı bir Demokrasi Kurultayı düzenlendi. TCK’nın yalnız 141. ve 142. maddelerinin değil, 163. maddesinin de kaldırılması üzerinde görüş birliği oluşturdu. Taze bir adımdı. Katıldım, konuştum, destekledim. Daha o dönemde, başörtüsü yasağına karşı çıktım. Herkes istediği gibi giyinir ve inancının icapları da buna dahildir dedim. Tutun ki üniversitelerimize geleneksel sari’leriyle Hintli kadınlar ya da kocaman kavukları ve sakallarıyla Sihler kaydolmuş. Çıkarttıracak mısınız hepsini? Ya da, onları kendi kültürleridir diye doğal kabul edecekseniz, Türkiye’nin Müslüman kadınlarının kültürüne niçin karışıyorsunuz?
1990-91’de gecikmeli doktoramı nihayet bitirip ODTÜ Tarih Bölümü’ne girdim. Kötü yıllardı. Düzen, İslâmın özgürleşme çabasına karşı, asker destekli ve giderek küçülen koalisyonlarla direniyordu. ODTÜ’de de bilinen kısıtlamalar söz konusuydu. Daha ilk bölüm toplantısında, yukarıdaki argümanları da tekrarlayarak hayır, ben bunu uygulamam, başörtülü avına çıkmam, kıyafet polisliği yapmam, öğrencimi dışlamam, ihbar etmem dedim. Her şeyden geçtim; neden sakalını belki bu nedenle uzatan delikanlılara dokunmuyoruz da inançlarının bedelini sadece genç kadınlara ödetiyoruz, bu nasıl bir cinsiyet ayırımcılığı diye de ekledim. Bölüm yasağı orada çöktü. Daha sonra Boğaziçi’ne geçtim. Orada herkes özgürlükçüydü zaten. 28 Şubat olduğunda bir yıllığına Harvard’daydım; araştırma iznimi (sabbatical’ımı) kullanıyordum. Uzaktan olan biteni çok iyi algıladığımı söyleyemem. Sincan’da yürütülen tankları; nasıl bir yeni istibdat düzeni kurulduğunu; tabii bir kere daha erkeklerin değil “teşhis edilebilirlik”leri nedeniyle hemen sırf kadınların maruz bırakıldığı baskıları; Kemal Gürüz başkanlığındaki YÖK, Üniversitelerarası Kurul ve hele İstanbul Üniversitesi (Alemdaroğlu ve ekibi) zulmünü; faşizan İkna Odaları rezaletini; yarım kalan öğrencilikleri, yıkılan umutları ve sakatlanan hayatları… çok sonra öğrendim. Keşke bütün laik-sol kesim de biraz olsun öğrenmeye ve anlamaya çalışsaydı. Bir ara aklımdan geçti, bir dizi dindar kadınla, başlarından geçenler hakkında nehir-röportajlar yapayım diye. Vakit bulamadım.
Döndüm ve bir süre sonra 2002 seçimlerini yaşadık. AK Parti kazandı… ve ânında devirmecilik de şahlanıverdi. Kimler neler dedi, hatırlıyorlar mı acaba? “Gene de gitmezlerse artık başka yöntemlere başvuracağız.” O dönemde konuştuğum, tartıştığım herkese kabaca şunları söyledim: Bırakın, benim çok inandığım ama galiba sizin inanmadığınız demokrasi ve özgürlük ilkelerini. Sırf politik, pragmatik açıdan konuşalım. 50 milyon Müslümanı yok etmeniz veya tekrar yok saymanız mümkün mü? Gerisin geri susturmanız, yasaklamanız, baskı altına almanız mümkün mü? Bitti bu fasıl. Yaklaşık 80 yıl denediniz ve olmadı işte. İsterseniz “onlar” diyelim. Onlar çoğunluk; siz ise küçük ve kibirli bir azınlıksınız. Atsanız atamazsınız, satsanız satamazsınız. Cin şişeden çıktı bir kere. Habire yasaklamaya, parti kapattırmaya kalkışıp tekrar ve tekrar hüsrana mı uğrayacaksınız? Ne kadar zor gelirse gelsin. Sizin açınızdan ne kadar “geri adım” gerektirirse gerektirsin. Kutuplaşmak yerine barış içinde bir arada yaşamaktan başka şansınız var mı? Hiçbir şey düşünmüyorsunuz; bari bunu düşünün.
Olmadı maalesef. Türkiye’nin laik orta sınıfları da, CHP de, HDP de bir türlü bilemedi, 2002-2010 arasındaki haliyle AK Parti’nin kıymetini. Ve bu kör muhalefet, tabii hiçbir zaman ölçemeyeceğiz ama aslında çok pahalıya patladı Türkiye toplumuna, çünkü iktidarın tehdit algılayıp defansifleştikçe otoriterleşmesine ciddî katkıda bulundu. Fakat ne ironiktir ki, son tahlilde dindar-muhafazakâr kesimin içinden çıkan bugünkü hükümet de yoksun, tarihten ders çıkarmış bir çoğulcu empati duygusundan. Bir zamanlar kendi mağduriyetlerinin farkındaydılar. Geldikleri noktada (ve hem Kemalistlerle, hem MHP ile ittifak içinde), artık hiç farkında değiller, bir başka büyük kesimin -- Kürtlerin mağduriyetinin. Dolayısıyla onlara da şöyle seslenmek mümkün (ve bunu fazlasıyla hak ediyorlar doğrusu):
Bırakın, benim çok inandığım ama galiba sizin inanmadığınız demokrasi ve özgürlük ilkelerini. Sırf politik, pragmatik açıdan konuşalım. Kürtleri yok etmeniz veya tekrar yok saymanız mümkün mü? Gerisin geri susturmanız, yasaklamanız, baskı altına almanız mümkün mü? Bitti bu fasıl. Yaklaşık 80 yıl denendi ve olmadı işte. Çoğunluk değilse de, belki 15 milyonluk bir kitle. Atsanız atamazsınız, satsanız satamazsınız. Cin şişeden çıktı bir kere. Habire daha fazla şiddet uygulamaya kalkışıp tekrar ve tekrar hüsrana mı uğrayacaksınız? Hele bugünkü uluslararası durumda, Kürt sorununun iyice uluslararasılaşması, Türkiye’nin ise giderek yalnızlaşması koşullarında, daha ne yapabilirsiniz ki? Ne kadar zor gelirse gelsin. Sizin açınızdan ne kadar “geri adım” gerektirirse gerektirsin. Kutuplaşmak yerine barışçı çözüm bulmak ve sonra barış içinde bir arada yaşamaktan başka şansınız var mı? Hiçbir şey düşünmüyorsunuz; bari bunu düşünün.
Ya da boşverin. Olmaz bir şey deyip avutun kendinizi. “Eski ezber”leri reddetmek adına, bildiğinizi okuyun. Kürt milliyetçiliğini teröre indirgeyip illâ PKK terörünü ezeceğim derken, Türkiye’yi (ve Türk milliyetçiliğini) kâh Rusya’ya, kâh Amerika’ya (ki yakında o da gelir) ezdirmeye devam edin.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024