Hasan Bülent KAHRAMAN

Hasan Bülent KAHRAMAN
Hasan Bülent KAHRAMAN
Tüm Yazıları
Bilge ve bilgin Mete Tunçay
19.08.2025
197
Mete Tunçay, bir ekol yaratarak bu dünyadan ayrıldı. Yaşamı, gerçek bir akademik kimliğin en onurlu ve saygın, o ölçüde de somut kanıtıydı. Tunçay, kendi kuşağının Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın ‘palto’sundan çıktığını söylüyordu. İzleyen kuşak da Tunçay’ın paltosundan çıktı

Elbette karizma diye bir şey var ve 45 yılımı geçirdiğim akademik dünyada, sayısı onca yıldan kuşkusuz misli misli daha fazla olan, hepsi ayrı ayrı değerli hocalar içinde bu kavramın Mete Tunçay’a yakıştığı ölçüde hemen hemen hiç kimseye yakıştığını görmedim.

Mete Tunçay hocanın karizması bir sentezdi ve doğal olarak öyleydi. Her şeyden önce işinde olağan üstü ölçülerde başarılıydı. Türkiye’de, Cumhuriyet dönemi tarihçiliğine büyük katkılar getirmiş, çığırlar açmıştı. İkincisi, fiziği başlı başına bir rol oynuyordu o karizmanın oluşmasında. Devasa boyu ve gövdesi, tabiriyle söylersem göbeğine inen sakalı, ellerinin, bilhassa parmaklarının çok özgün biçimi ile bambaşka birisiydi. (1.83 m olmasına karşın boyunu ‘zaman zaman 1.87 olarak beyan ettiğini’ hastane odasında söylemişti. Neden diye sorduğumda ‘daha etkili olacağını düşünüyordum’ demişti büyük bir sükunetle ve hiçbir komplekse kapılmadan.) Sonra, hedonizmi gelir. Yemeğe içmeye düşkünlüğü, kendi deyişiyle ‘hem yemeği içmeyi sevmesi hem de oburluğu’ bir vakıaydı. Bilhassa İngilizlerin ifadesiyle bir ‘sweet tooth’ idi yani tam bir tatlı düşkünü. (Kendisini birçok kez üniversitesinde ziyaret ettim, her yemeğe gittiğimizde ‘tatlı al’ derdi, almayacağımı söyleyince, ‘sen al ben yerim’ cevabını verirdi gülerek.)

Bunlar gündelik ama sıradan olmayan hususlar. Bir de o karizmayı oluşturan çok daha köklü, nitelikli koşullar var. Birincisi, hayatımda çok az insanda Mete Tunçay’ın sahip olduğu gerçek anlamındaki hoşgörüyü ve demokratik yaklaşımı gördüm. Gerçekten tam bir demokrattı. Demokratlık sadece başkasının fikrine, konumuna, koşuluna saygı duymak değildir. Demokratlık aynı zamanda kendi fikrini dönüştürebilme, daha da önemlisi değiştirebilme, yaptığı hatayı kabul ve itiraf edebilmektir. Binlerce sayfa tutan külliyatında, sayısız dipnot içinde bulduğu veya bulunmuş bir hatayı neden yanlış yaptığını anlatarak açıklaması bir demokratlık nişanıdır.

 
 

Nihayet bir insanın gerçekten demokrat ve tolerans sahibi olduğunu gösteren en güçlü özelliğe sahipti Mete Tunçay: müthiş parlak, çok güçlü zekasını hoş espriler, muziplikler için kullanmaktan hiç çekinmedi, daima dalga geçilecek, daima büyük bir zarafetle alay edilecek, makaraya alınacak bir şeyler buldu. Bütün bunları büyük bir sükunetle, sesini hiç yükseltmeden yaptı. Sinirli bir yanı olmasına karşın gündelik olayların akışı içinde sadece budalalıklara, aptallıklara sinirlendi. Onun dışında kimseye sesini yükseltmedi. Bağırıp çağırmaktansa ince bir espri her sorunu çözmeye yeterdi. Hep bu tutum, tavır ve tarz içinde oldu.

Yine de Mete Tunçay’ı asıl belirleyen nedir sorusunu bir tek özelliğiyle yanıtlamam istense, bildiğini söylemekten, açıklamaktan kaçınmayan kişidir, akan suyun tersine yüzmekten korkmaz ve dogmatik olmaktan şiddetle, ürpererek kaçınır derim. Bu niteliğini ileride ele alacağım.

Kahraman çiftinin evi, 21 Aralık 2019: Prof. Dr. Mete Tunçay (ortada), eşi Gönül Paçacı (solda), 2022 yılında 71 yaşında hayatını kaybeden Prof. Dr. Aydın Uğur ve Yasemin Kahraman

***

Şimdi Tunçay’ın büyük ve aşılamaz, kurucu akademik kimliğine geleyim. Tunçay, Türkiye’nin büyük bir dönüşüm geçirmek üzere olduğu bir sırada üniversiteye girip bitirmişti. Mülkiye’den 1958’de mezun olmuştu. Tunçay’ın akademik/entelektüel hayatında çok önemli rol oynayan gelişme, mezuniyetinden sonra Yavuz Abadan’ın asistanı olmasıdır. Bugünkü kuşaklar Yavuz Abadan’ı bilmiyor. Yavuz Abadan o zamanların Mülkiye’sinde Amme Hukuku ve Siyaset Nazariyeleri hocası. Doktorasını Heidelberg’de tamamlamış. Tunçay’ın sonradan Mete Tunçay’a Armağan kitabında da anlattığı gibi Alman staatslehre (devlet doktrini) konusu uzmanlık alanı. (Bu alana derinlemesine hâkim olduğunu Prof. şerif Mardin bana bizzat anlatmıştı ki, Şerif Hoca, Abadan’ın hayli zorladığı bir asistandı.)

Abadan’a asistan olması Tunçay’ın devlet kuramını ve siyasal kuramı akademik yaşamının başlangıcında benimsemesi ve içselleştirmesi anlamına geliyor ki, doktora tezini özgürlük kavramı üzerine yazıyor. Her ne kadar hocası Abadan’ın önemli olan doktora tezinin yazılmasıdır, düzeyi değil görüşünü benimsiyorsa da tezinin kendisini siyasal kuramla ve siyasal düşünceyle iç içe geçirdiği muhakkaktır. Onun Londra’ya gidip efsanevi Karl Popper’dan dersler dinlemesi (her dönem on-on bir derse girdiğini belirtir) muhtemelen sadece siyasal düşünceyle ilişkisini değil, eleştirel düşünceyle olan ilişkisini de pekiştirmişti. (Sonradan Popper’ın en tanınmış ve hala bir ölçüde etkili kitabı Açık Toplum ve Düşmanları’nın birinci cildini çevirecektir.)

Tunçay’ın akademik hayatının bu bölümü benim için kurucu dönem olması nedeniyle hayli önemlidir. Çünkü, bu büyük hocayı akademik hayatta ‘tarihçi’ konumuna yerleştirecek ve Türk Solu araştırmalarını sistematik olarak başlatan kişi yapacak çalışmalarına taşıyan kaynak siyasal kuram ve siyasal düşüncedir. Aynı şekilde Popper’dan ve London School of Economics’de öğrendikleridir. Hayata ve akademik araştırmasına hoca daima bu optikten baktı. Daha önce de belirttiğim gibi bir siyaset bilimci olmadı (bunu kendisi üstüne basarak belirtirdi) ama kitaplarında daima siyasal düşünce birikiminden gelen bir derinlik çok yoğun saptamalarla kendisini sezdirir. Aynı şekilde liberal doktrinin içinde mütalaa edilmesi gereken bir demokrasi ve özgürlük düşüncesi de akademik araştırmasının öznesini, Türk solunu, ele alırken kendisini ağırlıklı olan duyuran iki ‘metodolojik’ ögedir.

Tunçay, kendisini tarihçiliğin çok özgül bir konumuna taşıyacak Türkiye’de Sol Akımlar adıyla yayınlanacak araştırmasına kendi sorgulamasıyla ulaşmadığını açıklar. Yine SBF’nin önde gelen hocalarından Tahsin Bekir Balta’nın önerisiyle konuya yönelir. Oysa kendisi İngiliz sosyalizmi üstüne bir doçentlik tezi yazmayı düşünmektedir. Sonunda Türk solu tarihini araştırmaya koyulur ve bugüne değin çok etkili olmuş, defalarca basılmış, bir yerde durdurana kadar Tunçay’ın sürekli yeni belgelerle ve bilgilerle besleyerek genişlettiği, gerçekten ufuk açıcı çalışması ortaya çıkar.

Bu kitabın iki özelliği var. Birincisi, bir mikro tarih çalışmasının Türkiye’deki ilk örneğidir, hiç değilse ilk örneklerinden biridir. O dönemde erişilmesi son derecede zor sayısız belgeye bin bir cehtle ulaşmış ve onları kitabına derç etmiştir. Bu, klasik bir tarihçiliğin, historiografinin de temel yöntemidir. Fakat kitabın ikinci önemi, Tunçay’ın bir belge fetişizmine düşmeksizin, elindeki malzemeyi yoğurup çıkarsamalara ve sentezlere erişmesidir. Böylece sadece bir dönemin, kayıp ve çok karanlık bir hareketinin tarihi belirmez, o koyuluğu yaratan dinamikler de ortaya getirilir. Tunçay’ın siyasal düşünceden ve kuramdan köklenen akademik formasyonunun özünü bu olguda aramak gerekir.

Tunçay’ın yukarıda değindiğim, anti-doktriner, dogmatizm karşıtı, Ortodoks her türden yaklaşıma kapalı tutumunun temel göstergelerinden biri Sosyalist Siyasal Düşünüş Tarihi isimli derlemesidir. Tunçay, İngiltere’den 1960’ların ortalarında döner. Gerek orada gerekse Türkiye’de sosyalist hareketin hayli ilerlediği bir zamandan söz ediyoruz. Temel iddiamı tekrarlarsam, Türkiye’deki 1961’le birlikte başlayan sol açılım Fransa ve Amerika’dan öncedir. Tunçay, İngiltere’de ise sol tarihi ve kültürü öğrenmiştir. Elbette solda yer alır. Sonuna kadar da bu çizgisini korur. Hiçbir şekilde katı bir ‘devrimci’ pozisyonu savunmaz ama demokrat ve sosyalist bir siyaseti ödünsüz şekilde benimser.

Önceleri Marksist klasiklerin çevirilerini yapar. (Marx’ın Komünist Manifesto’sunu İngilizceden çevirir. Metin Mihri Belli’nin edisyonundan geçer. Belli, Marx’ın ifadelerini değiştirecektir.) Buna rağmen kitlelerin Marksizme yönelimini o düşüncenin kültürel temellerinden yoksun gördüğü için oturup iki büyük cilt halinde yayınlanan bu antolojisini hazırlar. (Kitap, Bilgi Yayınevinin raflarında, dolaplarında bekletilir. Attila İlhan yayınevinin editörü olunca, tesadüfen bulur ve yayınlatır.) Bu çalışması Tunçay’ın özgün metne, kaynağa düşkünlüğünü ve ‘doğru bilgi’ye tutkusunu gösterir. Tunçay’ın etimolojiye dönük ilgisiyle bu anlayışı arasındaki koşutluk zannederim açıktır. Aynı şekilde, kitap, Tunçay’ın siyasal düşünce formasyonunun uzantısı olacaktır. Bütün bunlar doğrudur elbette ama Tunçay’ın 1960’ların sonunda yayınlanan üç ciltlik Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi o dönemde kimsenin altına giremeyeceği zorlu bir işti ve yine kendi alanında çığır açıyordu.

 Ve 12 Eylül faşizminin hemen ertesinde Tunçay’ın Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) gelir. Bu kitap hakkında çok uzun bir yazıyı daha önce yayınladığım için ayrıntısına girmeyeceğim. (H. B. Kahraman, (2022). ‘T.C.’nde Tek – Parti Yönetiminin Kurulması (1923 – 1931) üstüne bazı gözlemler ve saptamalar: Bir Kitabın 40 Yılı, 40. Yılında Bir Kitap.’ Toplumsal Tarih, no. 343, s. 44-54.) Kitap, Tunçay’ın opus magnum’u mudur emin değilim, muhakkak ki, bir chef d'oeuvre’dür. Tereddüdüm, onu mu yoksa Türkiye’de Sol Akımlar’ı mı o şekilde adlandırmak gerekir sorusundan kaynaklanıyor. Zannederim iki yapıt da aynı unvanı hak eder. Tunçay, akademik hayatında kendisi hakkında verilen tüm unvanlar biraz da bu kitapla ortaya çıkar.

Kitap, bir ülkenin ve yakın tarihin gerçekten yakın olan tarihine ansızın bambaşka bir açından bakar. Erken Cumhuriyet döneminin bir ters okumasıdır Tunçay’ın kitabı. Genelgeçer, ezberlenmiş, hâkim tüm yargıları alt üst eder. 1925’te ilan edilen Takrir-i Sükun Kanunu’yla birlikte çok özgül bir rejimin kurulduğunu öne sürer. Tarih yazımının nesnelliği bakımından olsun, hatta öznelliği bakımından olsun Tunçay’ın kitabı çığır açar. Tunçay, baştan beri dile getirdiğim tüm özelliklerini bir sentez olarak bu kitabına yansıtmıştır. Demokrat bir bilincin, nesnellikten ayrılmayan bir tarih anlayışının, klişeleşmiş görüşlere direnen ve meselelerin arka planını görmek ve göstermek isteyen bir akademik disiplin ve erdemin kristalizasyonu bu kitaptır. Hayatında tek kelime araştırma yapmamış ve yaptığı hiçbir şeyin değil bu düzeyde olması, kendi içinde de hiçbir şey ifade etmediği kişilerin boş, polemik ve spekülatif sözleri bir yana, Tunçay’ın kitabı sadece bir tarihçilik araştırması/kitabı olarak değil tarih felsefesi bakımından da son derecede somut bir yapıttır.

Böylece Tunçay, akademik hayatının özü olan ‘palto’ metaforunu somutlaştırır. Tunçay, kendi kuşağının Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın ‘palto’sundan çıktığını söylüyordu. İzleyen kuşak da Tunçay’ın paltosundan çıktı. Tek bir sorundan söz edilebilir. Tunçay, metinlerinde siyasal tarihle siyasal düşünceyi birlikte işliyordu. Eğer siyasal düşünceler gibi bir arka plana dayanmasıydı sol ve erken cumhuriyet dönemi araştırmalarını bu ölçüde güçlü araştırmalar olarak gerçekleştiremezdi. Fakat kitaplarının bu incelikli yanını göremeyen çevreler, onların olağan üstü güçleri nedeniyle de siyaset bilimi temeline oturmasını istedikleri çalışmalarında maalesef siyasal tarih çalışmasını aşamadı.

Bu eksiklik Tunçay’ın sorunu değil. Olamaz da. Onu izleyenlerin Tunçay kadar donanımlı olmamasının, yani 1980 sonrası Türkiye’deki akademik hayatın sorunudur. Demek ki, Tunçay’dan halen öğrenilecek çok şey var. O kişilerin en az Tunçay kadar çeviri yapması gerekir, öncelikle. Gerçekten de Tunçay, hepimizi, hiç değilse beni hayran bırakacak bir çabayla büyük bir siyasal düşünce/felsefe birikimini Türkçeye kazandırmıştır. Sadece bu gayreti bile başlı başına bir saygı nedenidir. Daha 1959’da önemi ve değeri çok sonraları anlaşılacak Rappoport’tan teori üstüne makale çevirmek Tunçay’ın gücünü gösteren çok önemli bir hamledir.

Bütün bunlardan sonra Tunçay’ı tam da bütün yapıtlarıyla birlikte Foucault’nun kendisini adlandırmasıyla tanımlamak gerekir: düşünce sistemleri tarihçisi. Onun Tek Parti kitabını da Sol Akımlar kitabını da yerli yerine oturtacak en güçlü tanım zannederim budur. Tunaya’nın paltosundan çıkmasına mukabil onu aşmasının nedenini de bu sularda aramalıdır. Tunçay, Türkiye’de, özgün düşünce üreten, bir özgülük çabası içinde olan, daima yeni bir şeyi öne getirmenin çabasını gösteren çok az akademikten birisiydi.

Mete Tunçay’a bu kitaplarında, hayran olunması gereken liberal, demokratik ve eleştirel bakışından ötürü çeşitli yaftalamalarda bulunuldu. Doğaldır. Dogmatik olmaktan kurtulamayan ve hakim söylemin dışında görüş geliştiremeyen çevreler bu türden yüzeysel tepkileri gösterecektir. Tunçay, çeşitli mecralarda o eleştirileri yanıtlamıştır. Ne yapalım ki, ‘pusu geleneği’ Türkiye’de hala çok canlı ve etkili bir şekilde yaşanıyor. Akademik hayatın Jdanovcu yaklaşımları ise daha uzun süre canlılığını sürdürecek gibi duruyor.

 Tunçay’ın bu yapıtları bir yana onun bir düşünür, bir kamusal aydın, bir eleştirel düşünce feneri olmasının en somut belgesi, denemeleridir. Maalesef Bilineceği Bilmek dışında başka bir kitapta toplanmayan denemeleri gerçekten son derecede lezzetli, derin bir bilgeliğin ‘nüfuz-u nazarına’ sahip, aydınlatıcı düşünce metinleridir. Onları okumak dünyaya, kavramlara ve olgulara bambaşka bir mercekten bakmaktır. Unutmayalım ki, Tunçay, kamusal aydın sorumluluğunu sadece bu yazıları ve araştırmalarıyla ortaya koymaz. Tunçay, 1970 sonrasında Türkiye’de meydana gelen bütün devlet merkezli hareketlerinde darbe yemiştir. Defalarca üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Hapsedilmiştir. Yine de korkusuzca Aydınlar Dilekçesi’ni imzalamıştır. Günün demokratik tutumu neyi gerektiriyorsa o adımı çekinmeden atmıştır.

***

Mete Tunçay, bir ekol yaratarak bu dünyadan ayrıldı. Yaşamı, gerçek bir akademik kimliğin en onurlu ve saygın, o ölçüde de somut kanıtıydı. Daha önce hakkında yazdığım yazılarda belirttiğim gibi akademik alandaki başarılarıyla ve birikimiyle büyük özgüven kazanmış, tüm tatminleri sağlamış birisi olmanın verdiği komplekssizlike yaşama bakıyordu. Hoşgörüsünün ve ironisinin altında bu dürtüyü de aramak gerekir. Mete Hoca, yine daha önce belirttiğim gibi bilge ve bilgindi. Bu sıfatlar çok az akademik için kullanılır. Mete Hoca için gönül rahatlığıyla kullanmak gerekir.

70. yaşında, 70 değil 7000 yaşında demiştim. Büyük hocamızı bugün 89 yaşında toprağa verdik. Demek ki, 8900 yaşındaymış. İlk kez yaklaşık elli yıl önce tanımıştım. Aynı zamanda yakın dostum olan Mete Tunçay Hocanın büyük anısı önünde sonsuz bir saygıyla eğiliyorum.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar