Hasan Bülent KAHRAMAN
Siyaset Bilimci Hasan Bülent Kahraman CHP'ye tarihsel bir perspektiften bakarak; "CHP, maalesef, son 25 yılda daima sağ eğilimler gösterdi ve kendisini, apolitik kavramlarla, kültürel planda dahi tartışmalı kavramlarla özdeşleştirerek statükoyla ve sistemle bütünleştirdi. Son dönem için aynı şey söylenemez. Büyük bir arayışın partiye hakim olduğu görülüyor." tespitini yapıyor ve ekliyor; "Eğer CHP yönetimi tarihe kalmak, konjonktürün kendisine armağan ettiği seçim başarılarının ötesinde başarı kazanmak istiyorsa mutlaka ideolojik bir dönüşüm geçirmelidir. O dönüşümün adı sosyal demokratik dönüşümdür."
CHP ciddi ve büyük bir dertle uğraşıyor. Yangın sırasında lir çalmanın anlamsızlığı ortada. Dolayısıyla lirden söz etmiyoruz. Politik/ideolojik üretim bugün de CHP’nin bir numaralı meselesi olmalıdır. Başındaki derdi savuşturacak ve ülke için de işlevsel olacak, CHP’nin dönüşmesine olanak verecek, o yoldan da ülkedeki siyasal gelişmeye katkıda bulunacak ana unsur yeni bir politika üretmektir. Murat Aksoy, geçenlerde yazdığı bir yazıda bu konunun CHP’nin bir ‘taşıyıcı koalisyon’a dönüşmesiyle mümkün olacağını yazdı. Çok önemli bu saptama. Çünkü Türkiye’de taşıyıcı koalisyona dönüşememiş partiler iktidar olamıyor. Taşıyıcı koalisyon CHP bakımından benim de şimdi dile getirdiğim çıkmazların en ciddi çaresi olarak görünüyor. Bu yazıda öyle bir gelişmenin, CHP’nin bir taşıyıcı koalisyona dönüşmesinin ve yeni politika üretmesinin bazı koşullarını ve araçlarını ele alacağım.
İttihat ve Terakki kadrolarının taşra örgütlenmesi başlı başına bir olaydır ve onun tarihindeki en önemli ögedir. Bu örgüt Mütareke döneminde Kongreler ve Anadolu ve Rumeli Cemiyetleri halinde işlev görmüştür. Milli Mücadele öncesindeki örgütlenmenin çekirdeğinden bahsediyoruz. Kongre altyapısı ve örgütlenmesiyle Cemiyetler, kısa süre sonra birleştirilmiş, oradan CHP’ye dönüşmüştür.
I
Türkiye’de modern siyasetin kurulduğu tarih tam belli değildir. 1908 denebilir, 1923 denebilir, 1946 denebilir, 1950 denebilir. 1908’i bir yana bırakalım. Her şeyin, bilhassa CHP siyasetlerinin kökeni olması bakımından çok önemli ama bir o kadar da eski bir tarih. 1923 elbette dönemeçtir ama çok ciddi sorunları vardır. 1925 itibariyle tüm partileri kapatıp Tek-Parti dönemine geçmiştir. 1946 yeniden çok partili hayata dönüştür ve kritiktir. CHP 1946 seçimlerini artık nesnel şekilde bilinip kabul edildiği gibi sandık oyunlarıyla kazanarak DP’yi iktidar dışında tutmuştur ama perşembenin geldiğini de görmüştür. Dolayısıyla 1946-1950 tarihlerini ayrı ayrı düşünmek olanaksızdır. CHP, büyük ölçüde tekil bir parti olarak başlamış ve devam etmiştir.
1950’de seçimleri kazanan DP çok önemli bir başlangıç yapar. O başlangıç sanıldığı gibi iktidarın CHP’den alınması değildir. Gerçek anlamda parti siyasetine geçilmesidir. Yeni bir partinin ilk kez reel ve aktif olarak işlemesi, toplumda karşılık bulması ve toplumun partiler aracılığıyla siyasi iradesini ortaya koymasına fırsat vermesi, hatta araç olmasıdır.
Tarihsel plandaki kurucu parti olan CHP kuşkusuz yabana atılacak bir zemin değildir. Bunu sadece kurucu iradesiyle gerçekleştirdiklerini düşünerek değil, CHP’nin siyasal parti olarak örgütlenmesi bakımından belirtiyorum. CHP siyasette modern geleneğin bir halkasıdır. Gelenek İttihat ve Terakki’yle başlar. İ-T başlangıçta bir Anadolu örgütü değildir. Selanik kökenlidir. Fakat çok girift bir mekanizmayla, Abdülhamid Han döneminde inşa edilen demiryollarının, posta şebekesinin, haberleşme ağlarının bir sonucu olarak, tamamen modern bir örgüt ve siyasallaşma aracı olarak Anadolu’da teşekkül etmiştir. Bizatihi modern bir organizasyon olduğunu tekrar vurgulayayım.
İttihat ve Terakki kadrolarının taşra örgütlenmesi başlı başına bir olaydır ve onun tarihindeki en önemli ögedir. Bu örgüt Mütareke döneminde Kongreler ve Anadolu ve Rumeli Cemiyetleri halinde işlev görmüştür. Milli Mücadele öncesindeki örgütlenmenin çekirdeğinden bahsediyoruz. Kongre altyapısı ve örgütlenmesiyle Cemiyetler, kısa süre sonra birleştirilmiş, oradan CHP’ye dönüşmüştür. Mustafa Kemal Paşa'nın siyasal ve örgütçü zekasıyla çok meşru ve politik şekilde onları bünyesine alarak CHP’yi vücuda getirmesi tarihsel bir partinin kuruluşunu hazırlar. Buradaki kritik konu söz konusu örgütlenmenin sınıfsal yapısıdır. Çok söylendiğinin tersine bu yapı halka, değil bürokratlara, orta sınıflara, daha fenası mütegallibeye (feodalitedeki serfler manasınadır mütegallibe, siyasal tarih çalışmalarında pek rahat kullanılır ama anlamı budur, galip olanlar demektir) haydi bugünkü tabirle söyleyelim taşra burjuvazisine dayanır.
Hep de öyle devam etmiştir. Ancak 1965’te Bülent Ecevit bu gerçeği ilk görenlerden biri olarak çıkmış, parti liderliğini ele geçirdiği 1972-1980 arasında CHP’yi gerçek anlamda bir halk partisine dönüştürme çabasını gösterip, çok da başarılı olmuştur. Sonra CHP yeniden kendisine ait parti kimliğine geri gitti, o ‘başarı’ (!) Deniz Baykal’ındır. Herhalde Türk siyasetinin son elli yılda gördüğü en apolitik siyasetçi oydu, CHP’yi de o yönde örgütledi ve yönetti.
Her şeye rağmen halkın işin içine girmesi ve kendisini iktidara ortak saymasıyla birlikte DP Çevrenin partisidir. Öncelikle ve ağırlıkla çevrenin partisidir ama Merkezle de ilişkilerini olumlu bir şekilde sürdürmek çabasındadır. Başlangıcını oluşturan hamleyi CHP bünyesindeki toprak ağalarının yapması gerçeği değiştirmez.
II
Asıl mesele DP’dedir. Bu parti siyaset bilimi literatüründe ‘catch-all’ parti diye tanımlanan parti kategorisine en yakın örgüttür. Adından anlaşılacağı gibi bu tür partilerin tabanında her temsil grubu mevcuttur. Daha popülist eğilimli, daha az ideolojik, ussal olduğu kadar duygu siyasetine eğilimli, ideolojik sertliğin eksikliğinden doğan boşluğu ekonomik kalkınma hamleleriyle dengeleyen partilerin tabanında farklı mümessillerin yer alması doğaldır. Türkiye’de 1950 olgusunu ve DP’yi yerli yerine oturtamayanların ve zecri, cebri bazı yöntemlerle tek parti diktasının devamını savunanların çıkmazı bu gerçeği görememesidir. DP bu tanım içinde verdiğim tüm özellikleri taşır.
DP’nin bir boyutu daha vardır. Her zaman belirttiğim gibi Kemalist devrim Türkiye’de bir parantezdir. Başını çektiği, öncülük ettiği dönüşüm Tanzimat’la hatta III. Selim’le birlikte başlamıştır. CHP ona radikal, güçlü ve bütüncül bir içerik kazandırmıştır. Kemalizmin getirdiği her türden inkılabın temeli II. Mahmud ve İ-T döneminde atılmıştır. Kemalizm onlarda eksik kalmış radikalizmi tamamlamıştır. Mustafa Kemal Paşanın iradesi ve kültürel hamlelerle tayin edilmiş ama bu defa politikleştirilmiş Batılılaşma hareketi halkta karşılık bulmamıştır. Hareketin taşıyıcı unsurları kent ve taşra burjuvazisi ve bürokratik elitlerdir. Özellikle din konusunda ortaya konan uygulamalar bu sınıflarla halkın, küçük ve büyük köylülüğün ve muhafazakâr kapital birikiminin ilişkisini koparmıştır.
DP her şeyden önce bu oluşumlara tepkidir. Ama çok sınırlı, çok ölçülü, çok kontrollü bir tepkidir. En azında dp kadroları da bürokrasi de tek parti döneminde biçimlenmiştir ve Kemalizmin temel tezleriyle en küçük bir ihtilafları yoktur. Hatta halkta mevcut olan ve dışa vuran tepki, DP siyasal elitinin ideolojik açından Kemalizmle arasına en küçük bir mesafe koymasını sağlamaz. Aksine, sanılanın tersine, Atatürk kültü DP döneminde hazırlanır. Dine dönük bazı uygulamamalardan vazgeçilmesi (Ezanın yeniden Arapça okunması)i haccın serbest bırakılması ve diğer bazı yeni uygulamalarda bulunulması söz konusu kitlelere parantezin dışına çıkıldığı/çıkarıldığı izlenimini vermiştir. DP döneminde partiye destek olan kapital kesimlerinin ise bürokratik ve siyasal elite hâkim olan ideolojik tercihle hiçbir sorunu yoktur.
Her şeye rağmen halkın işin içine girmesi ve kendisini iktidara ortak saymasıyla birlikte DP Çevrenin partisidir. Öncelikle ve ağırlıkla çevrenin partisidir ama Merkezle de ilişkilerini olumlu bir şekilde sürdürmek çabasındadır. Başlangıcını oluşturan hamleyi CHP bünyesindeki toprak ağalarının yapması gerçeği değiştirmez. O toprak ağaları CHP’den ayrılarak DP’de ittifak etmiştir ama DP başlangıçta sosyalizan bazı izlenimler uyandırmaktan çekinmemiştir. Bu dikkat çeken bir çelişkidir ama DP’nin her kesime seslenen bir parti olduğunu gösteren önemli bir işarettir.
Dahası da var. Söz konusu ağalar grubunun sonuna kadar DP’yle bir sorunu olmamıştır. Çünkü, dönemin hâklim ideolojisi zannedildiği gibi Kemalizm değildir. II. savaş sonrasında gelişen komünizm korkusu ve düşmanlığıdır hakim ideoloji. DP de asıl ideolojisini bu çekirdek etrafında oluşturur ki, onu çevrenin partisi haline getiren halk içine salınmış bu korkuyu sürekli olarak diri tutması, kendisini sol karşıtı bir parti konumuna yerleştirmesidir. Bu bakımdan ağalar bilinç dışı korkularını yenmiştir, topraklarına sol bir anlayışla el konmayacağına inanmışlardır.
Bu şartlar altında işçinin ve işverenin, köylünün ve ağanın, neredeyse tüm toplum katmanlarının bir arada bulunduğu DP’yi ben daha önceki çalışmalarımda taşıyıcı koalisyon olarak tanımladım.
Demirel, 12 Martçılarla iş birliğinden başlayarak, Milliyetçi Cephe hükümetleri ile birlikte bu açıklanması zor kavram olan yerleşik düzenin, daha doğru ve yaygın deyişle ‘sistemin’ insanı oldu. Olunca da bu defa Ankara ve İstanbul’un CHP’ye oy veren kesimleri o partiden kopup AP’ye geldiler. AP’nin tabanı da siyaset tarihimizde ilk kez ondan ayrılıp Ecevit’in CHP’sini destekledi.
III
DP’yi izleyen AP için de bu gerçek aynıdır. AP de bir taşıyıcı koalisyondur. Başlangıçta CHP’lilerin dışında kalan neredeyse tüm toplum kesimleri o partide birleşir. Fakat AP’nin DP’den farklı olarak AKP’ye devredeceği ciddi bir kısıtı vardır. DP, bütün eleştirilerine rağmen elitlerden, üst gelir ve eğitim gruplarından ciddi bir destek görüyordu. Zaten CHP elitiyle DP eliti aynıydı. Aralarında yaşama bakımından da ideolojik kompozisyon ve tercihler bakımından da hiçbir fark yoktu.
Oysa, AP dönemine gelindiğinde elitler ciddi şekilde kendi gerçeklerinin bilincine varıp, o parti tabanına büsbütün yerleşen köylülüğü bir nefret objesi olarak görüp CHP etrafında bütünleşmiştir. Benim çocukluğum ve ilk gençliğim elitlerin veya daha uygun bir tabirle cumhuriyet parvenue’sünün, üst orta sınıfların, Batılı ve iyi eğitim görmüş kesimlerin, bürokratların ve askerlerin AP ve Demirel düşmanlığını dinlemekle geçti. Demirel, üstüne gülünen, alay edilen, ‘Çoban Sülü’ diye tanımlanan, köylülüğü mesele olan, hatta su mühendisline gülüp geçilen bir politikacıydı. (Sol da onu ‘Morrison Süleyman’ ve ‘Amerikan uşağı’ diye tanımlıyordu.)
AP’den nefret yanlıştı ama gerekçe kısmen doğruydu. DP, gerçekten de küçük köylülüğün ve alt sınıfların partisiydi. Bugün büyük şehirlerde CHP’ye oy veren ve AKP’den nefret eden çevreler yani zenginler/burjuvazi o zaman AP’den kaçıyor ve CHP’de toplanıyordu. Ankara ve İstanbul’da en zengin mahalleler CHP’ye yoksullar, gecekondu mahalleleri AP’ye oy atıyordu. Nitekim, Ecevit, CHP’yi sola ve alt sınıflara çekmeye başladığında bu defa o kesim CHP’den koptu. Önce Turan Feyzioğlu’nun ‘Atatürkçü’ Güven Partisinde sonra da adım adım, sol karşıtlığı esasına dayanarak AP’de birleşti. Yükselen sola karşı Demirel, o aracı kurnazca kullanıp Milliyetçi Cephe hükümetlerini ülkenin başına bela etmekten çekinmedi.
AP, şu verdiğim çok kısa tarih içinde (1965-1980) gösterdiği değişimle taşıyıcı koalisyon özelliğini hızla yitirir. Yitirdiği oranda da siyasal güç kaybeder. Kritik unsur AP’nin sola karşı olduğu kadar establishment’a yaklaşmasıdır, yani müesses nizama. Bu kavramı açıklaması zordur. Hobbescu olmasa da Schmittçi devlettir, kurulu düzen/establishment. Schmitt’in nötr saydığı alanları (din, kültür, hafıza, gelenek birikimi) politikleştiren devlet bütüncül devlettir ve Türkiye’de devlet modern dönemde dahi bu niteliği taşır. O devleti de asker ve bürokrasi kontrol eder.
Demirel 1971 yılında kendisine karşı verilmiş görünen 12 Mart muhtırasının gerçek mahiyetini zekâsı ve sezgisiyle kısa sürede anlamıştır. Önüne gelen ve ordu içindeki tasfiyeyi öngören kararnameyi imzaladığı andan itibaren muhtıranın kendisine karşı olmaktan çok ordu içindeki sağ kanat-sol kanat zıtlaşması olduğunu fark etmiş, hatta sağ kanadın sol kanadı devirmesi olduğunu doğru şekilde okumuştur. O andan başlayarak da görüşlerinin ve politikasının temelini oluşturan sağ dürtülerini serbest bırakarak, solun hakimiyetine açık olduğuna inandığı ve ciddi bir jüristokrasi (yargı hakimiyeti) getirdiğini düşündüğü 1961 Anayasası’nı 12 Mart hükümetleriyle birlikte değiştirmiştir. Zaten 12 Mart hükümetlerini de kontrolü altında tutmaktadır. Bir küçük burjuva zihniyetine ve dürtülerine sahip Demirel için iktidar her şeydir ve ana maksattır.
Demirel, 12 Martçılarla iş birliğinden başlayarak, Milliyetçi Cephe hükümetleri ile birlikte bu açıklanması zor kavram olan yerleşik düzenin, daha doğru ve yaygın deyişle ‘sistemin’ insanı oldu. Olunca da bu defa Ankara ve İstanbul’un CHP’ye oy veren kesimleri o partiden kopup AP’ye geldiler. AP’nin tabanı da siyaset tarihimizde ilk kez ondan ayrılıp Ecevit’in CHP’sini destekledi. İnönü’nün damadı Metin Toker bile o dönemde yazdığı yazıda açıkça ‘oyum Demirel’e’ demişti. Yetmedi. Demirel, özellikle CB döneminde AP geçmişini bütün bütüne unuttu ve sistemle bu defa 28 Şubat üstünden bütünleşip, ‘laikçi Türkiye’ çizgisine geldi ve o çevrenin desteğini aldı ama eski tabanı cenazesine katılmadı.
AP, taşıyıcı koalisyon niteliğini yitirince kendi zaaflarını yaşamaya başladı. Türkiye’de, siyasal partilerin, eğer iktidar olmak istiyorlarsa, başka bir nitelik taşıma şansı yoktur. Yaş taşıyıcı koalisyon kurarak iktidar olurlar ya başlangıçta muhalefet ederler, kısa süre sonra da, tıpkı şimdi Davutoğlu ve Babacan partileri gibi, yok olurlar.
Demirel CB seçilerek kişisel bekasını sağladıktan sonra DYP, tıpkı ANAP gibi dağılıp, yok olup bitmiştir. Gerek AP’nin ve yerine kurulan DYP’nin gerek ANAP’ın tükenişi tek bir sonuca işaret ediyor: taşıyıcı koalisyon niteliği taşımayan parti, eğer tashih partisi de olamamışsa, siyasetten silinecektir.
IV
AP tarihi ve bahsettiğim parantezin kapanması ve taban kaymalarının gerçekçi ideolojik-politik zeminlerde cereyan etmesi bakımından 1970’lerin başında kurulan MSP çok önemlidir. MSP tamamen bir ‘tashih’ (correction) partisidir. AP tabanına sığınmış Müslüman solu MSP kendisine çekerek hem bir çeyrek yüzyıl iktidar olacak bir oluşumu başlatmıştır hem de AP’yi kent/metropol seçmen tabanına sıkıştırarak tüketmiştir. O tarihlerden başlayarak AP Anadolu coğrafyasında doğrudan köylülüğe dayanmaktan çıkıp, doğrudan burjuvaziyle bütünleşmiştir. AP, popülistliği ve bilhassa kalkınmacı politikalarıyla yüzer gezer oylara talip bir partiye dönüşmüştür.
Demirel’in 24 Ocak kararlarını almasını metropol burjuvazisi önermiş ve talep etmiştir. Sermaye Demirel’le koalisyon kurmuş, sol endişesinin kaynağı olarak görüldüğü için, Ecevit’in çekilmesini sağlamak maksadıyla direnmiştir. Türkiye o direnme neticesinde yokluğa muhtaç olmuş, hemen akabinde, Demirel’in, üstelik azınlık hükümetiyle, iktidara gelmesiyle birlikte zaruri destek sağlanmıştır. Erbakan büyük bir zavallılıkla o koalisyonu göremediği için (sermaye sol kadar Erbakan’a da karşıdır) Demirel’in işlerin altında kalacağını düşünerek onun azınlık hükümetine izin vermiştir. Oysa Demirel sermayenin desteğiyle kısa sürede ekonomik darboğazı aşmıştır.
Özal, sermayenin, istediklerini yapması için Demirel’e verdiği emanettir. 12 Eylül sonrasında, bu defa Demirel’in devrini tamamladığını düşünerek metropol burjuvazisi Özal’ın çevresinde birleşmiştir. Yani 1980’lerin ikinci yarısında, 1987 sonrasında AP’nin yerine kurulan DYP tamamen popülist ve eklektik bir partidir. Popülizmiyle köylülüğe, demokratlığıyla sola, ekonomi politikalarıyla burjuvaziye göz kırpmıştır. Ama Demirel CB seçilerek kişisel bekasını sağladıktan sonra, tıpkı ANAP gibi dağılıp, yok olup bitmiştir. Gerek AP’nin ve yerine kurulan DYP’nin gerek ANAP’ın tükenişi tek bir sonuca işaret ediyor: taşıyıcı koalisyon niteliği taşımayan parti, eğer tashih partisi de olamamışsa, siyasetten silinecektir.
AKP'nin ikinci dönemi kendi dinamiklerini yaratarak ve kendisi olarak ayakta kalma ve etkili olma dönemidir. AKP, büyük/taşıyıcı ve toplumsal rızayla kendiliğinden oluşan koalisyonlardan, içine girilen yeni sistemin de dayatmasıyla tercihli koalisyon dönemine geçmiş ve MHP ile ittifak etmiştir.
V
Bu yorum önce AKP’nin sonra CHP’nin durumunu yeniden düşünmeyi gerektiriyor. O zaman soralım: DYP ve ANAP’ın bittiği, yerlerine kurulan partilerin de başarısız olduğu 2002 seçimlerinde öne çıkan ve iktidara oturan AKP bir taşıyıcı parti midir?
Soruya evvela iki AKP olduğunu belirterek yanıt verelim. Birinci AKP, 2002-2015 arasındadır. İkinci AKP 2015-2025 arasında yer alır. Bu kesindir. Çünkü, öteki faktörler bir yana, AKP kendi açısından ve elbette nispi olarak 2015’de seçimi kaybetmiştir. Muhtaç olunan koalisyon hükümetinin kurulamaması gerekçe gösterilerek seçim yenilenmiştir. Öte yandan birinci dönemin ekonomik, sosyal, dış politika ve siyaset konuları ve pozisyonlarıyla ikinci dönem olan 2015 sonrası neredeyse taban tabana zıttır. İkinci dönemde çok daha ideolojik hatta doktriner, içine kapalı, kendi kendisini doğrulama ilkesine yasalanan (self-fulfilling prophecy) ve kendine dönük (self-contained) bir parti mevcuttur.
Ayrışmanın nedenlerini başka kaynaklarda geliştirdiğim bir kavram çiftiyle açıklayayım. Her ideoloji ilk döneminde çok daha düşünseldir, çok daha özgürlükçüdür, çok daha gevşektir, çok daha koalisyonlara açıktır. Bu dönemleri ben Yeni Bir Sosyal Demokrasi İçin adlı kitabımda çözümleyerek epistemolojik dönem olarak nitelendiriyorum. İdeolojiler/siyasetler zaman geçtikçe en büyük sorunlarını yaşar ve kendi içlerine kapalı, bürokratik, git gide donuklaşan, hatta yeri, zamanı geldiğinde kendisine yabancılaşan bir nitelik kazanır. Onu da andığım kitabımda ideolojik/doktriner dönem olarak nitelendirmiştir. AKP için öne sürdüğüm bu görüş salt ona has değildir. Hem devrimler hem kurucu partiler aynı akıbeti yaşar. CHP de 1923-1933 arasında epistemolojiktir, 1933-1950 arasında bürokratik/doktrinerdir.
AKP’nin ilk döneminin taşıyıcı koalisyon niteliklerine sahip olduğunu söylemek gerek. Kısa özetini yukarıda verdim. O dönemde AB’ye tam üyelik, Alevi açılımı, Kürt açılımı, demokratikleşme, başörtüsü üstünden gelen kamusal alan tanımı, laikliğin pozitif bir anlayışla dönüştürülmesi, çoğulcu kimlik politikaları gibi uygulamalar söz konusudur. Çok tartışılan o ‘yetmez ama evet’ oluşumunda AKP sol, demokrat ve Kürt kesimlerle ittifak kurarken ‘hayır’ cephesinde Bahçeli/MHP ve Perinçek yer alıyordu.
Öte yanda kırsal alanın çözülmesi, nüfusun kente taşınması, uydu kentlerin oluşturulup bu kitlelerin oralarda barındırılması başlı başına bir olgudur. Dolar 1 TL’dir ve ekonomiye milyarlarca dolar dış kaynak yatırım olarak gelmektedir. Kişi başına gelir 12 bin doları bulmuş, enflasyon %5 civarında seyretmiştir. Cumhuriyet mitingleri, 28 Şubat süreci, e-muhtıra başka bir kesimin elindeki tek politika aracıdır. O da gördüğü tepkiyle reddedilip tüketilmiştir.
Bu tablonun bir taşıyıcı koalisyon yaratmadığını söylemek olanaksızdır. Sekter veya dogmatik bir reddiyecilikten bahsetmiyoruz. Ama ikinci dönemdeki zayıflama bütünüyle bu koalisyonun parçalanması neticesindedir. İkinci dönem, AKP’nin kendi dinamiklerini yaratarak ve kendisi olarak ayakta kalma ve etkili olma dönemidir. AKP, büyük/taşıyıcı ve toplumsal rızayla kendiliğinden oluşan koalisyonlardan, içine girilen yeni sistemin de dayatmasıyla tercihli koalisyon dönemine geçmiş ve MHP ile ittifak etmiştir. Dar koalisyonun doğal koalisyon kadar etkili olmayacağı ve açık bir ideolojik dönüşüme de yol açacağı kesindi. Türk siyasetinde her büyük taşıyıcı koalisyonun zamanla uğradığı akıbeti mevcut iktidar partisi de yaşamıştır. Yine de AKP’nin sadece ikinci dönemi ele alınsa bile çok uzun ve kesintisiz bir iktidar döneminden söz ediyoruz. Bunca uzun bir sürenin kendisine özgü toplumsal dinamiklerle bütünleşeceği muhakkaktır. Onların ayrıca irdelenmesi gerekir.
CHP’nin tarihsel yükü ve birikimi nedeniyle bir taşıyıcı koalisyon partisi olamayacağı aşikardır. Hele 1995’ten bu yana geçen 30 yılda birçok şeyin, doğru-yanlış, çok daha açık konuşulduğu ve ayrıştığı bir dönemde, bazı genç kuşak akademisyenlerin de içine karıştığı şekilde, CHP’nin bir kere daha Aydınlanma, dar laikçilik, kültürel/Batıcı değerler sistemi, kısacası normatif modernist toplum modeliyle siyaset üretmesi olanaksızdır.
VI
Şimdi CHP’ye gelmek gerekir. Karşımızda iki soru duruyor.
Birincisi, CHP’nin bugüne gelene kadar, yakın dönemde, bir taşıyıcı koalisyon niteliğine sahip olmamasıdır. Taşıyıcı koalisyonun gerçekleşebilmesi için gerekli koşulların hiçbirisi yakın dönem CHP’si bakımından uygun değildi. CHP ne çevreyle doğal bir ittifak kurmuştu, ne büyük bir kitle partisi olmasını sağlayacak ideolojik donanıma sahipti ne de bir ekonomi-politik stratejisi vardı. CHP dar bölgeye kendisini sıkıştırıp kentli, yüksek gelir grubunda, iyi eğitimli laikçi ve Batıcı bir kesimle bütünleşmeyi yeterli kabul ediyordu. Ekonomik ve toplumsal değişime karşı sadece kültürel değerler üstünden muhalefetle yetiniyordu. Daha da beteri kendisiyle doğal ittifak kurmaya hazır Kürtleri ve Alevileri göz ardı ediyordu. Kısacası taşıyıcı koalisyon kurması bir yana, CHP o niteliğin gerektirdiği her türden koşulun zıddına sahipti.
Burada artık bir gerçeği açık açık yazmak gerekir. CHP, kendisini toplumsallaştıracak unsurlardan büsbütün koptuğu için Altılı Masa garabetine muhtaç ve mahkûm olmuştur. Altılı Masa da kesinlikle bir taşıyıcı koalisyon değildir. Tersine, taşıyıcı koalisyonun bünyesindeki hiçbir doğal unsur Altılı Masada bulunmuyordu. O yoksunluk nedeniyle kısa sürede dağıldı. Altılı Masa daha ziyade her biri ayrı ayrı marjinal kalmış partilerin, küçük burjuva radikalizmi içinde hırsla, ihtirasla, muhteris bir şekilde talep ettiği, doğru tabiriyle ‘ele geçirmek’ istediği iktidarı sağlama çabasıydı. Siyaset yapay birleşmeleri taşımıyor. Bırakın Altılı Masa garabetini bir yana, Türkiye’de Milliyetçi Cephe hükümetleri bile dayanamamıştır. Tıpkı DP’nin Vatan Cephesi’nin hızla çökmesi, hiçbir toplumsal karşılık bulamaması gibi, Altılı Masa da cephe şeklinde algılanmış, toplum bir tarafa, kendi içinde bile birleşememiştir. O zafiyetin nedeni Türkiye’deki siyasetin zannedilenden çok daha güçlü bir bilince dayanmasıdır. Toplum, yapay dayatmaları kabul etmiyor.
CHP’nin tarihsel yükü ve birikimi nedeniyle bir taşıyıcı koalisyon partisi olamayacağı aşikardır. Hele 1995’ten bu yana geçen 30 yılda birçok şeyin, doğru-yanlış, çok daha açık konuşulduğu ve ayrıştığı bir dönemde, bazı genç kuşak akademisyenlerin de içine karıştığı şekilde, CHP’nin bir kere daha Aydınlanma, dar laikçilik, kültürel/Batıcı değerler sistemi, kısacası normatif modernist toplum modeliyle siyaset üretmesi olanaksızdır. Laiklik başta olmak üzere birçok konuda CHP demokratik realist bir platformda kendisine pozisyon tayin edebilir, bu zorunludur. Fakat, o pozisyonu CHP polarizasyonla karıştırırsa bir adım daha ilerlemesi olanaksızdır.
CHP’nin önce toplumsal uzlaşmanın partisi olması gerekir. Bu da seçim kazanma maksat ve umuduyla çok aykırı politik geçmişten gelenlerin çeşitli iktidar mevkilerine yerleştirildiği, eklektik bir parti niteliğiyle elde edilmez. O taktik bir arayıştır ve yukarıda verdiğim örneklerin gösterdiği gibi mutlaka yenilgiye mahkumdur. Ben, CHP’nin bir strateji geliştirmesinden söz ediyorum. Politik partiler için de öncelikle ideolojik/politik olmayan bir strateji düşünülemez.
Açılımın henüz vakıf olmadığımız ayrıntılarını bir yana bırakalım. Ortadaki fiili durum kendilerine yeni bir yol arayan ve şimdi AKP’yle ne kadar yakınlaşmaları gerektiğini kendi içlerinde düşündükleri, Kandil-İmralı ekseninde neler yaşanacağını kendilerinin de bilmediği bir ortamda, boşlukta yüzen Kürtlerin muhakkak demokratik bir muhakeme ve yönelimle CHP tarafından kavranması şarttır.
VII
Şimdi kritik bir eşikte bulunuyoruz.
CHP, son yerel seçimlerle birlikte büyük bir şans elde etmiştir. Yerel seçimler CHP’ye olağanüstü geniş bir siyasi, ekonomik ve beşerî iktidar vermiştir. Bir kere bu büyük imkânın en geniş şekilde değerlendirilmesi gerekir. O fırsat büyük ölçüde heba edilmiş görünüyor. Oysa yerel yönetimler planlaması, Tip O’Neill’ın 1932’de dile getirdiği ‘yerelin dışında politika yoktur’ (all politics is local’) düşüncesi doğrultusunda bir hayatiyete denk düşer. O’Neill’in yargısı bugünkü günde anlamını genişletir. Bugün, o söz, yerel siyaset, demokratik siyasetin ancak yerel politika ve yönetimle bütünleşirse gerçekleşeceğini dile getirir.
2024 yerel seçimlerinin CHP’ye sağladığı hatta bağışladığı demek gereken yerel iktidar olanağının iki anlamından biri budur: toplum çok daha somut bir demokratikleşmeyi ve yeniden uzlaşma politikalarını özlemekte, bu görevi CHP’ye vermektedir. Demokratikleşme sadece Türkiye’nin bugün oksijen kadar ihtiyaç duyduğu makro meselelerle sınırlı değildir. Bütüncül bir yerel yönetim/sivil siyaset anlayışı mikro düzeyde örgütlenebilir. AKP, ilk döneminde bu olguyu yeterince idrak edip kullanmıştır. AKP’nin iktidar yürüyüşü yerelden geneledir. Buna karşılık CHP 1973 ve 1977 başarılarından sonra sadece iki seçim başarısı göstermiştir. 1989 ve 2024. İkisi de yerel seçimlerdir. Fakat, AKP’nin tersine yerel yönetimler CHP’nin merkezi düzeyde iktidarını engellemiştir. Oysa yerel yönetimlerde CHP öncelikle devlet ideoloji ve söyleminin sivilleşmesini sağlayabilir ki, o açılım diğer alanlardaki açılımı getirmeye muktedirdir.
Yerel yönetim olanağının ikinci ayağını CHP’nin hiçbir şekilde hayal dahi etmediği ekonomi/kalkınma-büyüme politikaları oluşturur. Türkiye’nin belli dönemlerde sekterleşen sağ siyasetlerin her şeye rağmen en önemli meşruiyet aracı kalkınma ve büyüme politikalarıdır. SP-AP-ANAP-AKP bu çizgide bütünleşmiştir. Buna rağmen toplum enflasyonist her yönetimi cezalandırmıştır. Bu analiz bugün literatürdedir. Her büyük devalüasyondan sonra iktidarın toplumsal zeminini korumakta zorlandığı kanıtlıdır.
CHP’nin 1960 sonrasında kesinlikle telaffuz etmediği hakikat ise tamı tamına budur. CHP, bugüne değin herhangi bir makro kalkınma ve büyüme politikasını somut şekilde ortaya koymamıştır. Hatta CHP, şu anda Türkiye’de yaşanan ekonomik krizle de meşgul görünmemektedir. Kuşkusuz başında büyük bir dert vardır ve o dert CHP’yi felç etmektedir ama o büyüklükteki bir siyasi partinin başka gündemleri de olmalıdır. Bahsettiğim ekonomik politikanın toplumsal dönüşüm politikasıyla at başı gitmesi gerekir. Bugün tarımın, kırsal alanın, kent göçerlerinin, uydu kent yerleşenlerinin çok ciddi problemleri var. CHP’nin Türkiye’yi büyük bir gözlükle ve ciddi bir muhayyileyle görmesi şarttır.
Üçüncü unsur ise yine doğmuş olan büyük Kürt şansıdır. Son zamanlardaki gelişmelerle açılan Kürt kartı yabana atılamaz. Ortada bir realite vardır ve konjonktür Türkiye için çok beklenmedik bir pozisyon açmıştır. İşin en çarpıcı yanını Kürtlerin PKK üstünden gerçekleştirdiği operasyon oluşturmuyor, bu sürecin Devlet Bahçeli tarafından başlatılması meydana getiriyor.
Açılımın henüz vakıf olmadığımız ayrıntılarını bir yana bırakalım. Ortadaki fiili durum kendilerine yeni bir yol arayan ve şimdi AKP’yle ne kadar yakınlaşmaları gerektiğini kendi içlerinde düşündükleri, Kandil-İmralı ekseninde neler yaşanacağını kendilerinin de bilmediği bir ortamda, boşlukta yüzen Kürtlerin muhakkak demokratik bir muhakeme ve yönelimle CHP tarafından kavranması şarttır.
Türkiye her fiili kısa sürede berhava etmesiyle tanınan bir ülkedir. Bir önceki Kürt açılımı somut örnektir. Daha onlarca farklı konudan misal verilebilir. Asıl olan demokratikleşmedir, Kürt-Türk ilişkisinin demokratik ve çoğulcu bir zeminde işlemesidir. Bugünkü fiilin ne türden bir demokratik yönelime eksen oluşturacağını bilmiyoruz. İşte o planlamayı CHP yapmalıdır, hatta yapması şarttır.
Eğer CHP yönetimi tarihe kalmak, konjonktürün kendisine armağan ettiği seçim başarılarının ötesinde başarı kazanmak istiyorsa mutlaka ideolojik bir dönüşüm geçirmelidir. O dönüşümün adı sosyal demokratik dönüşümdür.
VIII
Ortadan CHP bakımından iki negatif çıkmaz var.
Birincisi, CHP politika üretmedikçe Kürt meselesi başta olmak üzere Türkiye’de İyi Parti türünden marjinal sağ unsurlar doğan boşluğu dolduracaktır. CHP, esasen Altılı Masa eliyle o marjinal unsurları meşrulaştırmıştır. Neyse ki, toplumun politik bilinci onlara geçit vermemiştir. Şimdiki ortamda CHP’nin bir kere daha o boşluğu yaratmaması gerekir. İkinci unsur CHP’nin kendisini arkaik bazı ulusalcı politikalardan arındırmasındaki zorunluluktur. ‘Aydınlanma devrimi’ gibi tarihi karşılığı olmayan kavramların ardından sürüklenerek yaratılan kültüralist hayalperestlik CHP’yi geleceğe değil geçmişe tutsak eder.
Her iki koşulun yerine getirilmemesiyle CHP’nin yaşayacağı en ciddi sorun sağcılaşmaktır. Ne yapalım ki, ortada siyaset bilimi diye bir alan var ve o alanın ürettiği araçlarla bakınca sağcılık da solculuk da sanılanın ve farz edilenin çok ötesindedir. İdris Küçükömer’in dar çerçevesi içinde bakılmasa bile sağ zannedilen solda, sol zannedilen sağda konumlanabilir veya o nitelikleri taşıyabilir. CHP, tarihi boyunca bu sorunu yaşadı. Hatta onun en belirgin özelliği budur.
Sağla sol arasındaki bin türlü ayrımın en önemlisi demokratik tutum alma refleksidir. CHP, maalesef, son 25 yılda daima sağ eğilimler gösterdi ve kendisini, apolitik kavramlarla, kültürel planda dahi tartışmalı kavramlarla özdeşleştirerek statükoyla ve sistemle bütünleştirdi. Son dönem için aynı şey söylenemez. Büyük bir arayışın partiye hakim olduğu görülüyor. Heidegger’in meşhur tanımıyla, ormanın içinde yol aranıyor ama hem yol bilinmiyor hem de bütün o iradeye rağmen yol arayan insan romanın içindedir. Kısacası, temel sorun politika üretmemektir. Politik strateji eksikliğidir.
Öyle bir model var. Eğer CHP yönetimi tarihe kalmak, konjonktürün kendisine armağan ettiği seçim başarılarının ötesinde başarı kazanmak istiyorsa mutlaka ideolojik bir dönüşüm geçirmelidir. O dönüşümün adı sosyal demokratik dönüşümdür.
Nasıl olacağı başka bir yazının konusudur ama CHP’nin sağa kaymasını engelleyecek ve ona hayat verecek başka bir seçenek mevcut değildir.
-------
1. Bu gibi yorumlara karşılık ‘halka sorarak devrim yapılmaz’ türünden demagojik ifadeler literatürde mevcuttur. Kuşkusuz devrimler halka sorularak yapılmaz. Ama bizzat bu cümleleri kuran ve Kemalist inkılapları savunarak sol bir muhakeme geliştirdiğine inanların unuttuğu gerçek bazı devrimlerin halkla birlikte yapıldığıdır. Mesele o da değil. Problem, bu denklemde halkın nerede durduğunu belirlemektir. İkincisi, söz konusu anlayış yukarıdan aşağıya ve asker/ordu öncülüğündeki Osmanlı/Türk modernleşme geleneğini kuran modelin ve unsurlarının tüm zamanlar boyunca geçerli olmasını önermektedir. O önerinin özü, asli kurucu öge halindeki ordunun ve otoriter yönetimin ‘devrim tamamlanana kadar’ devamının sağlanmasına dönük talep ve beklentidir. ‘Atatürk on yıl daha yaşasaydı’ diye seslendirilen düşünce de aynı zeminde yer alır.
2. Burada bir noktaya değineyim. Demokratik kuram etrafında yaptığım tüm çalışmalarda demokrasinin bir rıza (consensus) rejimi olduğunu ve demokrasilerde çoğunluğun ancak azınlık haklarını gözeterek iktidar olabileceğini belirttim. Demokratik iktidar asla mutlak değildir. Bu bakımdan koalisyonlar demokratik rejimlerin aslında özüdür. Bu görüşlerime koalisyonların yönetim zaafları getirdiği söylenerek çok karşı çıkıldı. Benim önerdiğim demokratik koalisyon farklı siyasetlerin bir arada olmasıdır. Türkiye’de geçerli olan başkanlık sisteminin de yapısı gereği siyasal alanı koalisyonlara açtığı öne sürülüyor. O ayrıntıya vakıf değilim. Ayrıca gördüğüm kadarıyla bugün Türkiye’de bir koalisyon sistemi değil, sembiyotik bir sistem cereyan etmektedir. Ortada bir koalisyon yoktur. Destekleme ve özdeşleşme/ittifak mevcuttur. Durum daha ziyade De Gaulle’un geliştirdiği bir kavram co-habitation, birlikte yaşama durumudur.
3. Burada da bir çelişkiden söz edelim. CHP’nin doğal habitusunu doğru tanımladım: kentiler ve üst gelir grupları. Buna karşılık CHP söylemi ve onun tümleşik yayın organlarının söylemi çok farklıdır. Ülkenin en üst gelir diliminin ulusalcılık anlayışıyla desteklediği bu partinin yayın organlarında küçük kentlerden, taşradan yapılan yayınlar, birkaç sanatçının okuduğu türküler, kısacası metropol kültürünün dışında halka ait olduğu sanılan bir kültürel dışa vurum yansıtılıyor. Bu çelişkinin yapısal nitelikleri üstünde düşünmek zorunludur.
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
18.08.2025
17.07.2025
20.06.2025
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024