Münir AKTOLGA
POZİTİVİZM BİLİMİ NASIL BİR DİN HALİNE GETİRİYOR?..
İÇİNDEKİLER
POZİTİVİZMİN FELSEFİ TEMELLERİ, POZİTİVİST VARLIK BİLİMİNİN -1
KLASİK BİLİMİN ÖZÜ VE TEMEL ÇELİŞKİSİ9
BOHR-HEİSENBERG VE KUANTUM TEORİSİNİN KOPENHAG YORUMCULARI12
PEKİ, İNSAN VE TOPLUM SÖZ KONUSU OLDUĞU ZAMAN DURUM NEDİR?..14
KUANTUM TEORİSİ VE REALİTE ANLAYIŞI16
DIŞ KUVVET VE KUANTUM DALGALANMALARI17
DEĞİŞTİRMEK Mİ DEĞİŞMEK Mİ?. 20
POZİTİVİZMİN FELSEFİ TEMELLERİ, POZİTİVİST VARLIK BİLİMİNİN -
BİLGİ TEORİSİNİN ESASLARI..
Bu çalışmanın konusu pozitivizmin bilimsel - felsefi temelleri. Çalışma boyunca onun varlık bilimsel özünü, bilgi teorisi anlayışını-bilişsel bilimleri ele alış tarzını ortaya çıkarmaya çalışacağız. Bakın göreceksiniz, iş bu noktaya gelince bütün o idealizm, materyalizm tartışmaları, burjuva, işçi sınıfı pozitivizmleri ayrımı falan hep ortadan kaybolacaklar, tek bir zemin, bakış açısı kalacak ortada: Sınıflı toplum insanının koordinat sistemini kendi üzerine koyduğu zaman görünen „kendinde şey“in - “objektif mutlak gerçekliğin“ tablosu! Ve de tabi bu arada bir de bunun inkârı olarak modern sınıfsız toplumun-bilgi toplumunun bilgi temelinin ne olduğu çıkacak ortaya!..
Bu yazıya başlarken bir noktanın altını çizmek istiyorum! Denebilir ki, hadi pozitivizm konusunu genel olarak ele almaya, burjuva ve işçi sınıfı pozitivizmlerinin altını çizerek bu alandaki toplum mühendisliği faaliyetlerine örnekler vermeye bir diyecek yok, bunlar tamam; hatta bunlara pozitivist ulus anlayışını -ulus devlet yaratıcılığını da ilave edebiliriz, bunların hepsi, daha çok sonuçlarla ilgilenmek isteyen büyük okuyucu kitlesi için ilginç şeyler; ama işin bilimsel ve felsefi yanıyla kaç kişi ilgilenir ki; üstelik de bu yazı öyle felsefi, bilimsel makaleler yayınlayan bir dergide değil de bir internet gazetesinde yayınlanıyorsa!. Yani kısacası, denilebilir ki, senin amacın ne, niye tutupta bu kadar emek, çaba sarfediyorsun!
Birincisi şu: İbrahim Tatlıses’in benim çok hoşuma giden bir sözü var : “Urfa’da Oxford vardı da ben mi gitmedim”! Bakın ben size bu sözü aynen şöyle çevireyim: Bu türden dergiler, yayın olanakları vardı da ben mi hayır dedim! Diyeceksiniz ki, nasıl olmaz, bu alanda bir sürü yayın var piyasada! Var olmasına belki var da, bunların hepsi aynı telden çalıyorlar!. Bir yanda burjuva pozitivist bilim-felsefe anlayışına açık yayınlar, diğer yanda ise, bunun tam karşısında görünen, gene pozitivist “solcu” bilim ve felsefe dergileri! Benim yaptığım iş ise, kelimenin tam anlamıyla “oyun bozanlık”! Hem sonra bakın bunların, bu yayınların hepsi kendilerinden o kadar memnunlar, kendi felsefi-filimsel dünyalarında o kadar huzur içindeler, okurlarıyla öyle güzel bir denge-ilişki ortamı yaratmışlar ki, niye bu türden yazıları yayınlayıpta o durgun denizleri dalgalandırsınlar!
İkincisine gelince; hani hergün, her fırsatta 21.yy paradigmasından, bilgi toplumuna geçişten falan bahsedip duruyoruz ya, o halde artık birilerinin de bir şekilde bu kabuk değişiminin özünü ortaya koyması ve yavaş yavaş değişimin bilgi temelinin tartışmaya açılması gerekiyor. Kolay değil, 20.yy’ın içinden, onun her şeyi belirleyen bilgi temelinin içinden çıkıp geliyor 21.yy! Ve bu, öyle basit bir niceliksel evrim olayı falan değil! İlkel sınıfsızlığın inkârı olarak ortaya çıkan sınıflı toplumlar süreci kendi bilgi temeliyle birlikte bir bütün olarak kendi inkârını da yaratarak modern sınıfsızlığı doğuruyor!. Yani, idealizm, materyalizm, pozitivizm tartışmaları tamam, bunlara bir diyecek yok; ama bu arada artık bir de bütün bu bakış açılarının hepsinin içinde doğup geliştiği o bilgi temelinin de kökünden tartışmaya açılması gerekiyor. Benim yapmaya çalıştığım bu!
Eskiden olay daha basitti. Bütün tartışmalar, son tahlilde, sınıf mücadeleleri ortamında her ikisi de sınıflı toplum zemininin ürünü olan iki sınıfın dünyaya-evrene bakış açılarından kaynaklanırdı. Felsefi tartışmalar denilen şeyin özü bu idi. Şüphesiz bu -bu tartışmalar- gene devam ediyor; ama şimdi bunlara artık bir de, bir bütün olarak sınıflılığın inkârı olarak doğup gelen modern sınıfsızlığın bakış açısı - bilgi temeli ekleniyor!. Yani artık 21.yy’a sadece sınıflılığın kendi içindeki sınıf mücadeleleri damgasını vurmayacak; buna ek olarak bir de sınıflılıkla sınıfsızlık arasındaki mücadeleler de olacak gündemde..
Olaya bu açıdan bakınca çok şey değişiyor! Örneğin artık öyle, “bilimle uğraşmak biliminsanlarının işidir, fizikle fizikçiler uğraşır, biyoloji biyologların işidir”. dönemi bitiyor! Bu uzmanlık alanları, bu alanlarda yoğunlaşmalar gene olacak tabi; ama bütün bunların yanı sıra bir de artık “doğanın kendi bilincine varmasını” temsil eden, benim “bilinçli doğa” olarak tanımlamaya çalıştığım yeni insan tipleri de çıkıyor-çıkacak ortaya; çünkü bu süreç aynı zamanda insanın kendini inkârı sürecidir de. Yani, yok olma sürecine giren sadece sınıflı toplum, sınıflı toplum insanı falan değildir; modern sınıfsız toplumun “insanı” artık bizim bildiğimiz insanın ötesinde birşey olacak! Yarı biyolojik, yarı kompüter bir yaratığa ne kadar “insan” diyebileceğiz ki artık!. Bu açıdan, “bilim” artık sadece “biliminsanlarına” bırakılmayacak kadar önemli bir şey haline geliyor!.
Ontolojik-varlık bilimsel içerik..
Pozitivist bilim anlayışını - dünya görüşünü anlatırken metafor olarak ben hep o patates çuvalı örneğini veririm!. Çünkü, pozitivist felsefeyi-varoluş anlayışını-pozitivist bilimin nesnesi olan varlıkları bundan daha güzel hiçbir şey anlatamaz!. Herbiri “kendinde şey” - “objektif mutlak gerçeklikler” olan varlıkları buradaki patatesler temsil eder!. Adına evren denilen sahne ise, herbiri “önceden” varolan -yani varolmak için diğerlerinin varlığına muhtaç olmayan- o nesnelerin içinde yer aldığı çuvaldır!.
Peki ya evrensel oluşum, hareket, etkileşim, yani pozitivist dünyanın - evrenin akışı, o nasıl işliyor mu dediniz? İşte, onu anlatırken de benim en çok başvurduğum metafor, bir tiyatro sahnesi ile, o sahnede yer alan oyuncular örneğidir! Bütün bir evreni boş bir sahne, bu evrende yer alan nesneleri de oyuncular olarak düşünün, artık ondan sonra herşey kendiliğinden anlaşılacaktır. Belirli bir senaryoya göre, belirli ilişkiler içinde yer alan o oyuncuların hepsi de “önceden”-biribirlerinden bağımsız olarak varolan kişilerdir. Yani, onların varlıkları, “özünde” (o “öz” ne ise!) karşılıklı ilişki - etkileşme esnasında biribirlerini yaratarak ortaya çıkmaz. Önce, herbiri “kendinde şey” olarak vardır (birbirlerinden hem maddi anlamda, hem de birbirlerinin bilincinden bağımsız olma anlamında), aralarındaki ilişkiler falan bunların hepsi daha sonra gelir.
Bir de pozitivist zaman anlayışı var!
Ama bitmedi; bu tabloya bir de pozitivist zaman anlayışını ilave etmeniz gerekecektir! Hani demin o patates çuvalı, ya da evrensel bir tiyatro sahnesi örneklerini vermiştik ya, şimdi bu tabloya bir de, çuvalın, ya da sahnenin içindeki bütün o olayların ve süreçlerin akışına paralel olarak işleyen evrensel bir saati de (zaman anlayışını da) ilave ettiğinizi düşünün!. Her yerde aynı şekilde işleyen - akan bir saat-zaman kavramını düşünün!. Tabi isterseniz bunu, bütün o nesnelerin herbirine bağlı olarak çalışan, biribirleriyle akort halinde sayısız saatçikler olarak da tasavvur edebilirsiniz!..
İşte size “objektif-mutlak gerçeklik” olarak pozitivist bir evren-mekan, bu mekanda yer alan oyuncular olarak varlıklar ve de, evren denilen bu sahnenin her yerinde “objektif-ölçülebilir bir gerçeklik” olarak akıp duran bir saat-zaman anlayışı; işte, pozitivizmin dünyası - evreni budur; işte onun, herbiri prensip olarak “mutlak” anlamda “ölçülerek - bilinebilir” “kendinde şey” “objektif gerçeklik” varlıkları - nesneleri bunlardır; işte, bunlar arasındaki ilişkilerin - etkileşimlerin “zaman” içindeki akışıyla anlam kazanan “objektif - ölçülebilir” zaman anlayışının esası budur!
Bakın sayın Kara nasıl ifade etmiş bu oluşumu[1]: “..pozitivist ontoloji “olgu”yu yegane gerçeklik kategorisi olarak algılamaktadır. Buna göre, ancak gözlenebilen ve deneylenebilen şeylerin (olguların) varlığı doğrulanabilir. Bunun dışında “Hakikat” yoktur, ya da var olsa bile bilinemez. Olguların doğrudan gözlem ve analizine yönelindiği ölçüde gerçekliğin “gerçek” bir kavranışına ulaşmak mümkün olabilir. Anlaşılacağı üzere pozitivizm, ontolojisini önemli ölçüde olguların aksiyomatik varlığı esasına dayandırmaktadır. Bu nedenle pozitivizmi olguların oluşum süreci değil, niceliksel zaman içindeki dizilimleri ilgilendirir. Doğuş ve oluşum süreçlerinin gözardı edilmesi, “olgu”nun tarih dışı bir kategori olarak algılanmasına yol açmıştır.”
“Ölçülebilirliği” paradigmal düzleminin merkezi eksenlerinden biri haline getiren bir anlayışın zaman kavrayışı da, doğal olarak “ölçülebilir bir nitelik taşıyacaktır..”Pozitivizm niceliksel bir zaman anlayışına sahiptir”..Bunu, bütün varoluş fonksiyonlarının ancak zaman içinde oluşup değişerek gerçekleştiğini ifade eden (df/dt) ifadesiyle -varoluşun zamana göre türevi olarak- gösteririz (a.g.e).
Harika! Aslında burada durup hemen konuya girmemiz lazım! Klasik fizikten başlayarak, kuantum fiziğine giden yolda “gerçeklik” anlayışının nasıl değiştiğini göstermemiz lazım. Klasik fiziğin makroskobik cisimler için geçerli olan “fiili”- mekanik dünyasından kuantum fiziğinin dünyasına girince evrene, onun, maddi gerçekliğine ilişkin tablonun da nasıl değiştiğini ortaya koymamız lazım. Objektif gerçeklik ve potansiyel gerçeklik kavramlarının kuantum fiziği alanında ne anlama geldiklerini ele almamız lazım. Bir elektronun belirli bir kuantum seviyesinde iken “zamana bağlı olmayan” “potansiyel gerçekliğiyle” onun iki kuantum seviyesi arasındaki gidiş gelişler esnasında ortaya çıkan izafi objektif gerçekliği arasındaki ilişkiyi göstermemiz lazım. Ama biraz daha sabır diyorum. Önce pozitivist bilgi teorisini -epistemoloji- ya da pozitivist bilgi üretme bilimini de kısaca bir gözden geçirelim..
Epistemolojik (bilgi teorisi) içerik:
Gene somut bir örnekten yola çıkalım isterseniz: Bir biliminsanını düşünün, elinde ölçme aletleriyle belirli bir elektron üzerinde işlem yaparak onu bilmeye - ona ait bilgileri çıkarmaya çalışıyor.
Pozitivist varlık bilimine göre buradaki bilme nesnesi olan o elektron da herşeyden önce o biliminsanından bağımsız (hem onun bilincinden, hem de, elindeki ölçme aletleriyle birlikte maddi anlamda onun kendisinden bağımsız) “kendinde şey”-“objektif mutlak” bir gerçekliktir. Bu nedenle, elinde ölçü aletleriyle elektron hakkında bilgi edinmeye çalışan o biliminsanı daha o ölçme - bilme işlemine başlamadan önce “objektif-mutlak” gerçeklikler olarak varolan bilgileri elde etmeye çalışmaktadır. Pozitivist epistomolojinin - bilgi üretme biliminin üzerinde yükseldiği temeli mi soruyordunuz, alın işte size o temel - zemin budur! Herbiri “kendinde şey” “objektif mutlak gerçeklikler” olarak varolan varlıklar ve bunlara ait olan bilme işlemi yapan özneden bağımsız “objektif-mutlak” bilgiler!..
Ne oldu, “ama bu bakış açısı, bu zemin, materyalist felsefenin de üzerinde yükseldiği zemindir” mi diyorsunuz! Elbette öyledir; ama biraz daha sabredin, daha sonra sıra onun ikiz kardeşi olan idealizmin dünyasına da gelecek, onun da şifrelerini çözeceğiz!
Sayın Kara, pozitivist epistemoloji konusunda da şunları söylüyor: “Pozitivizmin önerdiği bilgi kuramsal çerçeve, pozitivist ontolojinin doğal bir uzantısı olarak kabul edilebilir. “Olgu”yu, varlığı doğrulanabilir yegane gerçeklik kategorisi olarak gören pozitivizm, bilgi evrenini de ona ait bilgiyle sınırlamıştır. Pozitivizm açısından duyum ve deneye konu olan gerçeklik dışında bir gerçeklik ya yoktur, ya da bilinebilir değildir. Her iki seçenek de, pratikte aynı sonucu;olgusal olmayan bilginin inkarı sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla, pozitivistlere göre, olmayan, ya da bilinemeyen bir gerçekliğin sahih bilgisi de söz konusu olamazdı. Olgusal olmayan gerçekliğe karşı takınılan bu inkârcı ya da agnostik tavır, hem metafizik hem de potansiyel gerçekliğin ve ona ilişkin bilgilerin, bilimsel analiz alanı dışına sürülmesi neticesini doğurmuştur. Böylece bilimsel etkinlik, duyum, deney ve gözleme konu gerçekliğin incelenmesi ile sınırlanmış olmaktadır. Özetle, pozitivizm açısından bilim, bilinebilir olanı inceler ve bilinebilir olmak yalnız olgulara has bir özelliktir. Bu önermelerin mantıksal sonucu şöyle ifade edilebilir: Pozitivist bilim, olguların bilimidir.
Pozitivizm, -tüm ladini ve anti metafiziksel içeriğine rağmen- paradoksal biçimde “dinselleşmiş bir bilim” anlayışı ortaya çıkarmıştır. Her soruyu cevaplayacağına, her düğümü çözeceğine ve en doğruyu söyleyeceğine inanılan yegane yol gösterici bir bilim olsa olsa bir “bilim dini” olabilirdi. (Nitekim A.Comte’un nihai önerisi de bundan başka birşey değildir) Bu şekilde kavranılan bir bilim, olguları kavrama ve açıklama aracı bir ürün olmaktan çıkıp, kendisinden medet umulan, kişilik kazanmış bir varlık halini alır. Açıktır ki burada bilim, insansal bir etkinlik ve bilgi kategorisi olarak değil, iradi bir işlev yüklenerek kimliklendirilmiş bir ontolojik kategori olarak algılanmaktadır ki bu, başlangıçtaki bilgi ve bilim varsayımlarıyla açıkça çelişmektedir. Dahası, bilime yüklenilen -en yukarda nitelikleri tasvir edilen- işlev, metafiziksel bir işlevdir. Oysa bilgisel ve ontolojik kategorilerin metafizik bir içerik ve işlev taşımadığı varsayımı, pozitivizmin merkezi tezidir. Örneklersek;bilimin üstlendiği varsayılan en doğruyu söyleme, her güçlüğü yenme ve yol gösterme (irşad) işlevi, anlamla bitişik amaçsallıktan bağımsız değildir. Zira “yol”un hangi “gaye”ye doğru “niçin” gösterildiği, anlamsal ve amaçsal parametrelere (“hikmet”e) bağlı bir sorundur. Oysa pozitivizmin anlambilimsel alanında “hikmet” kavramına yer yoktur. Pozitivist semantiğin “niçin” sorusu karşısındaki konumu, bilmediği bir komutla karşılaşmış programlanmış bir bilgisayarın konumundan farksızdır. Komutu anlamsız bulur, cevap vermez, ya da hata verir.Nitekim pozitivizmin, hayatın temel “niçin”leri karşısındaki cevapları, örneklemedeki bilgisayarınkinden farklı olmamıştır. Söz konusu “niçin”leri cevaplayacak bir derinlik kazanmak için pozitivizmin bir “kendi kendini inkar” süreci yaşaması gerekmektedir”.
Pozitivist bilgi kuramı, olguların nesnel olarak kavranılabilirliği tezine dayanır ve bu tez özne-nesne ayrımı, öznenin nesneyi objektif (nesnel) bir şekilde gözleyebileceği argümanlarıyla gerçeklendirilmeye çalışılır. İlkin, öznenin nesneden ayrı ve bağımsız olduğu varsayımı yapılır.(Bu varsayım bazen kanıtlanmaya çalışılan bir hipotez olarak da karşımıza çıkabilir) Özne, duyum, deney ve gözleme dayanarak nesneyi kavrayacaktır. Gözleme-kavrama-açıklama çabasını nesnel kılabilmek için, insanı da içine alan olay, olgu ve süreçler, nesnel bir alan ya da nesnelleştirilmiş bir alan olarak kabul edilirler. Kişinin (öznenin) gözleme sürecinin -dolayısıyla gözlem sonucunun- değer yargıları ve ideolojik yönelimlerden etkilenme düzeyi, ya hiç dikkate alınmaz, ya da önemsiz bulunup ihmal edilir. Pozitivist bilim, işte bu varsayımlar altında, söz konusu süreçlerden geçerek üretilen “bilimsel bilgi”nin nesnel (değer yargılarından bağımsız, kişiye göre değişmeyen) bir karakter taşıdığı iddiasındadır.”[2]
Alıntıyı biraz uzun tuttum, ama gerçekten değer. Bu konudaki düşüncelerimiz yazarla tam olarak örtüşüyor..
İşin özüne gelinde: Pozitivist epistemoloji - bilgi üretme bilimi aslında son derece ilkeldir! Ortada bir “bilme nesnesi”, bir de, “bilen” olarak ondan “bağımsız” bir özne vardır. Burada önemli olan, bu iki instanzın birbirlerinden “bağımsız” olarak varolan “kendinde şey”- “objektif-mutlak” gerçeklikler olmalarıdır. Bu nedenle, öznenin -bilenin- yaptığı, aslında, bilme nesnesine ait olarak bilme işleminden önce de varolan o objektif-mutlak bilgileri oradan çekip çıkarabilmek oluyor!.
Dikkat ederseniz buradaki “üretme” kavramı aslıda biraz fazla kaçıyor. Çünkü, gerçekte öyle kollektif bir faaliyetle üretilen bir şey -bir sentez falan- yok ortada!. Bilme işleminden önce de varolan bilgileri bulundukları yerden çekip çıkarmak var! Pozitivizmin üretim olayından anladığı bununla sınırlı! Onun, “insanın doğayı keşfetme” faaliyetinden anladığı da budur aslında. “Gerçekte doğada zaten var olan” o bilgileri bulup çıkarmaya dayanıyor işin özü. “Ha”, der pozitivist biliminsanları, “bu iş, yani bu bilgileri elde etme işi bir süreç işidir, bilimin teknolojinin gelişmesine bağlıdır. Belirli bir anda elimizdeki ölçme aletleri falan yeterli değilse bilme süreci de bununla sınırlı olacaktır”; “aslında o bilgiler her zaman bilme nesnesiyle birlikte orada, bizden ve bizim bilincimizden bağımsız unsurlar olarak durdukları halde onları hemen oradan çekip çıkaramamamızın nedeni bizimle- ölçü aletlerimizin gelişme süreciyle ilgili bir sorundur”. “Bütün mesele, ölçü aletlerimizin -bilimsel gelişme sürecinin- eksiklikleriyle ilgilidir. Zamanla, daha çok bilgi elde edebilir hale geldikçe, daha hassas aletler geliştirdikçe bilgilerimiz de gelişecektir!. Pozitivist bilgi üretimi biliminin özü esası budur.
Sakın sıkılıpta okumayı bırakmayın (!) yazı biraz daha ilerledikçe göreceksiniz daha da zevkli hale gelecek. Hem sonra unutmayın ki, şu an ele aldığımız konu son derece önemlidir. Hatta daha da ileri giderek şunu bile söyleyebilirim size, bütün o günlük hayatınızın akışı içinde bazan rasgele tartıştığınız birçok konunun esasa ilişkin çözümü bile bu tartışmanın sonuçlarıyla ilişkilidir!. Yani sakın, boşuna vakit kaybettiğiniz kanısına kapılmayın! Biraz sonra fizikle, kuantum teorisiyle falan karşılaşınca da sakın, “ben bunlardan ne anlarım” falan diye düşünerek umutsuzluğa kapılmayın!. Tam tersine, bu iş öyle bir iştir ki, bazan o koca koca profösörlerin bile anlayamadığı şeyleri şimdiye kadar fizikle hiç ilişkisi olmayan basit bir insan bile anlayabilir!.. Bütün mesele o virüste yatıyor!. Eğer o pozitivizm virüsü girmişse beyninize o zaman profösör de olsanız fayda etmiyor!.. Devam!..
BİLGİNİN EVRİMİ
Önce, bütün bilişsel bilimlerin esasını teşkil eden bilişsel bilgi üretme sürecinden yola çıkalım:
Bilmek etkileşmekle gerçekleşiyor!. Örneğin, bir elektrona veya, başka herhangi bir nesneye ilişkin bilgilerimizin kaynağı, insanın söz konusu nesne ile olan etkileşmesidir. Eğer bilme - ölçme nesnesi bir elektronsa, önce, elimizdeki bilme - ölçme aletleriyle, bilmek istediğimiz nesne olarak bu elektronu etkiliyoruz. Elektron söz konusu olunca, bu etki-etkileşme, belirli bir cevap almak için gerekli olan soruyu temsil eden bir foton aracılığıyla yapılıyor tabi!. Fotonun ne olduğunu biliyorsunuz her halde; bildiğimiz ışık “foton” adı verilen, her biri bir dalga ve tanecik özelliğine sahip parçacıklardan -bunlara kuantum deniyor- oluşuyor. Foton gidiyor, o elektrona çarpıyor, sonra da, tıpkı mesaj taşıyan bir mektup gibi geri gelerek ölçü aletlerimiz tarafından yakalanıyor. Zarf açılıpta mektupta yazılanların şifresi çözülünce de söz konusu bilme nesnesi olan o elektron hakkında gerekli olan informasyonlar elde edilmiş oluyor. Birinci adım bu; ama bitmedi! Bu informasyonları alan-buna “girdi” deniyor-gözlemci bunları beyninde daha önceden üretilerek kayıt altına alınmış bulunan bilgilerle değerlendirerek “işliyor” (ki, bu özünde aynen bir fabrikada olduğu gibi nöronal düzeyde bir üretim faaliyetidir). Sonuç, yani ürün-ki buna da “çıktı” deniyor: Elektrona ilişkin üretilen bilgi-bilgilerdir..Dikkat edin, burada söz konusu bilme nesnesi “elektron” olduğu için “sonuç, yani ürün elektrona ilişkin bilgi-bilgiler” dedik; ama aslında bu bilgi-bilgiler hiçbir zaman “kendinde şey”-“objektif mutlak gerçeklik” bir elektrona ait bilgi-bilgiler olmuyor; bunlar, etkileşme-ölçme, bilme işlemi başladığı andan itibaren oluşan elektron-gözlemci sistemi içinde izafi-objektif gerçeklik olarak varolan o elektrona ait bilgiler oluyor; bu noktanın altını çizmeyi unutmayalım!.Bitti! Bütün bu çalışmanın özeti bu işte, herşey bu kadar basit olay aslında!.
Bu noktada, pozitivist felsefe- bilgi teorisi -epistemoloji- ne diyor hemen onu da birlikte ele alırsak olay-konu daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. “Hayır” diyorlar pozitivist bilimciler-“bilimadamları”, “gözlemcinin elde ettiği o informasyonlar, ondan- gözlemciden- bağımsız bir şekilde varolan “kendinde şey” nesneye -elektrona- ait olduklarından, bunlar, bilme işlemini gerçekleştiren kişiden-hem maddi anlamda, hem de onun bilincinden bağımsız olmaları anlamında-bağımsız olarak varolan objektif bilgilerdir. Gözlemci, sadece, her bakımdan kendisinden “bağımsız” olarak varolan bu bilgileri ölçme -bilme- işlemiyle nesneden çekip çıkarmış oluyor”!..
Şimdi, pozitivist epistemolojiyi bir yana bırakarak (buna “bilgi üretme teorisi” demiyorum artık, çünkü bu bir üretim faaliyeti değil, “zaten varolan bilgileri “çıkarma” faaliyetidir!) bilişsel bilime - bilişsel bilgi üretme sürecine dönüyoruz:
Dikkat ederseniz burada artık pozitivizmin o “gözlemciden bağımsız” (sadece onun bilincinden değil, ölçü aletleriyle birlikte maddi olarak da ondan bağımsız), “objektif-mutlak gerçekliğine” yer yoktur artık! “Kendinde şey” bir bilme nesnesine ait “gözlemciden bağımsız” “objektif bilgilere yer yoktur? Peki nereye gitti dersiniz bütün o pozitivist “bilimsel” hikâyeler? Ben size söyleyeyim; bunların hepsi tarih oldu artık! Artık ne öyle pozitivist bilimin tanımladığı anlamda “kendinde şey” bilme-ölçme nesneleri vardır ortada, ne de bu türden nesnelere ait bütünüyle gözlemciden bağımsız objektif mutlak bilgiler! Peki nasıl geldik bu noktaya?
Aslında bilişsel bilimlerden de önce, daha kuantum teorisinin ortaya çıktığı zaman tarih olmuştu bütün bunlar; ama...
Ama’sını daha sonraya bırakarak şimdi önce, bilgi dağarcığımızın dünden bugüne nasıl geliştiğini bir görelim, ve bakalım nerelerden geçerek nasıl gelmişiz bu noktaya!
Daha öncesine gitmiyoruz. Konumuz açısından Newton’dan başlamak yetiyor bize. Çünkü, modern çağa özgü biçimiyle pozitivizmin ortaya çıkışıyla aynı dönemin ürünü o da (Newton’un temellerini attığı klasik fizik- bilim de).
Newton fiziğiyle pozitivizmin ontolojik - yani varlıkbilimsel açıdan zihin yapıları aynıdır. Epistemolojik -bilgi teorisi- açısından da bir fark yoktur aralarında. Ama tabi bunlardan birincisi, yani Newton fiziği -klasik fizik- pratik faydalarından dolayı, sınırları günlük hayatımızca belirlenen makroskobik geçerlilik alanı içinde halâ belirli bir kullanım değerini muhafaza ediyor. Üstelikte, o dönemde -bugün bile halâ- doğa bilimlerindeki bütün diğer gelişmelere de damgasını vuran bir bilim alanı olarak.
Diğeri, yani pozitivist dünya görüşü ise, doğa bilimlerindeki gelişmelere dayanarak ortaya çıkan doğayı değiştirmeye yönelik mühendislik faaliyetlerini örnek alarak, mekanik bir analojiyle buradan toplum için de sonuçlar çıkarmaya çalışan felsefi bir akım. Bütün diğer doğal sistemler gibi toplumu da “kendinde şey”- “objektif mutlak gerçeklik” bir varlık olarak düşünerek, toplumsal yasalar aracılığıyla toplumsal düzeyde de mühendislik faaliyetinin mümkün olabileceğini ileri süren bir dünya görüşü. Açıkça görüldüğü gibi, bu açıdan bakınca sadece bir bilim felsefesi olmakla kalmıyor pozitivizm, aynı zamanda bir ideoloji-toplumsal düzeyde toplumu değiştirici-düzenleyici bir mühendislik faaliyeti rolüne de soyunuyor. Daha başka bir deyişle, o dönemde ortaya çıkan-ve halâ varlıklarını sürdüren- bütün ideolojik akımların çıkış noktası evrensel felsefi bir zemin oluyor!.. Bu dönemde yer alan bütün o idealizm, materyalizm tartışmaları falan aslında bir pozitivizm tartışmasının etrafında dönüyor!..Varoluşu, değiştirilmesi mümkün olmayan tanrısal bir “idee” ile açıklamaya çalışan feodalizmin karşısında burjuvazi adına “devrimci”-“düzenleyici” bir ideolojik akım olarak ortaya çıkan pozitivist dünya görüşü, bir süre sonra, sınıf mücadelesi pratiği içinde rollerin değişmesine paralel olarak statükoyu koruma görevini üstlenen burjuvazinin karşısında “değiştirici” toplum mühendisliği faaliyetini üstlenen sınıfın- işçi sınıfının elinde bir silah haline geliyor!.
21.yy da bilgi toplumuna-modern sınıfsız topluma doğru evrilen süreç pozitivist felsefenin de bitişini-tükenişini temsil ediyor aslında; ama isterseniz, önce yeni olanın eskinin içinde nasıl geliştiğini ortaya koyarak devam edelim..
DEVAMI YARIN
KLASİK FİZİĞİN TEMELLERİ
Newton’un Birinci Hareket Yasası: “Eğer bir cismin üzerine herhangi bir kuvvet etkide bulunmuyorsa cismin hızı değişmez, yani cisim pozitif ya da negatif anlamda ivmelenmez. Burada önemli olan cismin üzerine etkide bulunan net kuvvettir. Cismi bir çok kuvvetler etkileyebilir, ama bunların toplamı önemlidir. Eğer toplam kuvvet sıfırsa, cisim mevcut hareketini, konumunu değiştirmez.”[3]
[1]Pozitivizm ve Postmodernizm”, 2001, Ahmet Kara, Vadi Yayınları, s.13
[2]a.g.e, s.20
[3] Dikkat edin, buradaki “nesne-cisim” ve onu etkileyen “dış kuvvet-kuvvetler”, bunlar hep biribirlerinden bağımsız olarak varolan “objektif-mutlak gerçekliklerdir”..Yani daima, “kendinde şey” bir “nesnenin” ondan bağımsız olarak varolan, gene “kendinde şey” başka nesnelerle-bunlara bağlı kuvvetlerle etkileşmesidir sözkonusu olan..
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023