Münir AKTOLGA
KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE KÜRESEL DEMOKRATİK DEVRİM DİYALEKTİĞİ...
“Yeni eskinin içinde gelişir” demiştik!..
Daha önceki çalışmalarda, soğuk savaşla birlikte ikiye bölünmüş dünyada kapitalist dünyanın kendi içindeki ilişkilerin de değişmeye başladığından bahsetmiştik... Ama giderekten, kapitalist dünya içindeki gelişmeler sadece kapitalist ülkelerin kendi aralarındaki ilişkilerle sınırlı kalmıyor, mevcut yapının işletme sistemi olan kayıtsız şartsız tekel egemenliğine dayalı tekelci kapitalizmin kendisi de değişmeye başlıyordu. Çevrenin -dış dünyanın- değişmesi, eski biçimiyle tekelci kapitalizmin varoluş koşullarını da yok etmişti. Dünyanın ikiye bölünmesi bunun için bir milad olmuştu adeta. Tekelci kapitalizmin, yeni koşullarda daha önceki varoluş biçimini devam ettirmesi artık mümkün değildi…
Daha sonra da, “peki pratikte değişen ne oldu” diye sorarak demiştik ki; “büyük kapitalist ülkeler yerli yerinde duruyorlardı, finans kapital de duruyordu yerinde, değişen ne olmuştu gerçekten? Öyle sanıyorum ki, bu soruya verilen cevabı geride kalan şu son yirmi yıl doğrulamıştır!..
“Değişen şu oldu: Eskiden tekel+ulus devlet bir bütündü. Egemenlik alanını genişletmek için bu ikili birlikte hareket ediyorlardı. Sermaye ulus devletin açtığı güvenli yolda yürüyerek dünya pazarlarını istilâ ediyordu. Ki bu da, aynı hedefi güden, herbiri diğerlerinin aleyhine olarak kendi nüfuz bölgesini genişletmek isteyen emperyalist ülkeler arasındaki çelişkileri ön plana çıkarıyordu. Ancak, bu sürecin ve bu sürece yön veren çelişkilerin, yeni dönemde de -yani ikiye bölünmüş dünya ortamında da- eskiden olduğu gibi aynen sürmesi artık mümkün değildi. Çünkü bu, bütün bir insanlığı topyekün yok oluşa götürebilirdi. İşte, iş bu noktaya gelince, durum, bütün diğer yasaların üstünde olan “yaşamı devam ettirme” yasası (“survive”-“überleben”) açısından sürdürülemez hale gelince, sermaye yavaş yavaş ulus devlet yükünü sırtından atmaya, dünya pazarlarına yayılmanın daha başka-barışçı yollarını aramaya başladı”.
“Ama ne olabilirdi bu “yeni-barışçı yollar” diye sorduktan sonra bu soruya da şöyle cevap veriyorduk:[1]
“Bir malı daha iyi kalitede, daha hızlı ve ucuza imal ederek rekabet gücünü elde tutmak, bu şekilde, daha çok satarak, dünya pazarlarında daha çok yer kapmak”!..
Ortaya çıkan sonuç gerçekten çok önemli idi; ki bunu da şöyle ifade etmiştik: “İşte, yeni dönemin, “soğuk savaş” döneminin, atom bombasından daha güçlü, en önemli “silâhı” bu olmuştur! Öyle bir silahtı ki bu, hem “sosyalist sisteme” karşı, hem de kapitalist ülkelerin kendi aralarındaki rekabette birbirlerine karşı etkiliydi; üstelikte, hiçbir kullanma riski taşımıyordu!..
Gerçekten de müthiş bir şeydi bu! İkiye bölünmüş dünyada, soğuk savaş devam ederken yeni-küresel dünya sisteminin tohumu ana rahmine böyle düştü. Ve kimse farkına varmadan, usul usul böyle gelişmeye başladı”...
Soğuk savaşı sona erdiren diyalektiğin özü buradan kaynaklanıyordu!..
Sonrasını biliyoruz!. Duvarların yıkılışı, ikiye bölünmüş dünya pazarlarının tekleşmesi, ve de, sermayenin adeta zemberekten boşanmışcasına dünyanın dört bir tarafına doğru yayılması doğru gidiyordu...
“Bu o kadar önemli bir gelişmeydi ki, birkaç yıl içinde gelişmiş ülkelerdeki yatırımlar bıçak gibi kesilmeye başlamıştı. Sırtına dolarlarını eurosunu yükleyen kapitalistler Çin’e, Hindistan’a, Türkiye’ye, üretim maliyetleri nerede düşükse, kim kendilerine daha elverişli yatırım olanakları sunuyorsa oraya gitmeye başlamışlardı! Enformasyon teknolojisinin bu kadar geliştiği, küçük bir köy haline gelmiş dünyada üretimin nerede yapıldığı hiç önemli değildi artık. Hatta öyle ki, bir malın bir parçasını Çin’de, bir parçasını Polonya’da yaptırarak, sonra da bütün bu parçaları, örneğin Türkiye’de bir araya getirip monte etmek bile mümkündü. Önemli olan, rekabet mücadelesinde en iyi kalitede ve en ucuza üreterek azami kâr’ı gerçekleştirebilmekti. Üretimin, yatırımların hangi ülkede olacağının sermaye açısından başka hiçbir anlamı kalmamıştı.[2]
Sermaye, sırtındaki “ulusal” etiketini hiç düşünmeden çıkarıverince gelişmiş ülkelerin ulus-devlet yöneticileri de sap gibi ortada kaldılar!.. Yatırım olmayınca işsizlik ve devlet bütçesindeki açıklar çığ gibi büyümeye başlıyordu buralarda. Ve işin ilginç tarafı, iktidara kim gelirse gelsin hiçbir çözüm yolu da görünmüyordu ufukta! Hani öyle eskiden olduğu gibi, muhafazakârlar gider, sosyal demokratlar gelir, ya da tersi, işlemiyordu artık!..
Sonuç: Gelişmiş ülkelerde yatırımlar, ekonomik büyüme dururken, gelişmekte olan ülkelerde kapitalizm-üretici güçler hızla gelişmeye başladı”...
„KÜRESEL DEMOKRATİK DEVRİM“, „GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER“ VE TÜRKİYE
Bugün, „gelişmekte olan“, ya da „azgelişmiş“ dediğimiz ülkeler, yakın geçmişte, şu ya da bu şekilde „bağımsızlıklarını“ elde ettikten sonra, bu sefer de, Soğuk Savaş dengelerinden yararlanarak iktidarı elinde tutan “ulus devlet yaratıcısı”, bu anlamda „ulusalcı“ bürokratik elit bir tabakanın -“Devlet sınıfının”- yönetimi altına giren, üretici güçlerin gelişmesinin adeta dondurulduğu, kısır bir döngünün içinde debelenip duran ülkelerdir. Öyle ki, halâ „ulusal bağımsızlığı temsil ettiğini“ iddia eden bu “Devlet sınıfı”, artık ülkede üretici güçlerin gelişmesini engelleyen başlıca unsur haline gelmiştir. „Ulus-Devlet“, kapitalist-burjuva devlet demek olduğu halde, „ulusal bağımsızlıkçı“ bu “Devlet sınıfı”, ülkede kendisinden bağımsız bir burjuva sınıfının gelişmesini bile engellemekteydi. “Devletçilik”, Devlet mülkiyeti, bu mülkiyete tasarruf yetkisine sahip bürokratlarla -“Devlet sınıfıyla”- özdeşleştiği için, bunlar kendilerini sosyalist ülkelere özenerek „ilericiler“ olarak ilân etmişler, ülkede oluşturdukları Devlet tekelciliğiyle özel sektörün, bireysel kapitalistlerin yolunu tıkar hale gelmişlerdi!..
TÜRKİYE ÖRNEĞİ…
Bütün bu söylenilenlerin en güzel örneklerinden biri Türkiye’dir![3] Türkiye’deki „Devlet sınıfı“da „ulusal bağımsızlıkçılığı“, ulus Devlet savunuculuğunu kimseye bırakmaz! „Devletçilik“ onların da „ulusalcılığının“ vazgeçilmez unsurudur! Öyle ki, bunlar, iktidarı ellerinde tutabilmek uğruna, „Marksist“ oldukları için „Devletçi“ olan „solcularla“ ve faşist-ırkçı oldukları için Devleti yücelten “sağcılarla” da kol kola girmişler, gelişmek, ilerlemek-zenginleşmek isteyen halkın karşısında adeta bir duvar örmüşlerdir. Bütün o „ulusalcı“ söylemlerin ardında yatan gerçek budur! Bunlar tepeden inmecidirler! Bunlar için „halk“ „cahil“, güdülmesi gereken bir sürüden-Reaya başka bir şey değildir. Her şeyin en iyisini, doğrusunu onlar bilir! Çünkü onlar, „vatan, millet kurtarıcı“ “Devletin asıl sahipleridir”!..
Ne kadar ilginç değil mi, yukardaki paragrafı 2013’te kaleme almışım!..O zamandan bu yana şu son on yılda neler değişti ülkede bir düşünsenize!.. Çünkü şimdi artık bir değil iki “Devletçi Mahallemiz” ve “vatan-millet kurtarıcı” iki Devlet sınıfımız var!! “Batıcı-Beyaztürkler”e bu arada bir de “İslamcı-Siyahtürkler” eklendi!! ”Demokrasi cephesinin” baş oyuncuları durumunda olan eski yapının “ezilenleri” Devleti “Beyaztürk ezenlerden” arındırma mücadelesi verirken ne zaman ki demokrasi mücadelesinde başarıya ulaşma noktasına yaklaştılar ve iş “Devleti ele geçirme” noktasına vardı, o andan sonra bir de baktık, daha önce “biz Devletçiliğin ve milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklarımızın altına aldık” diyenler birden ele geçirmeye çalıştıkları o Devlet tarafından ele geçirilen “yerli-milli Devletçi Siyahtürkler” haline gelivermişler!.. Sil baştan!.. Sonuç mu; şimdi sanki, daha önce yaşayarak gördüğümüz filmin aynısının aynada yansıyan tersini görüyormuşuz gibi!..
Türkiye bu idi işte! “Tarihsel devrim” mekanizması ile yukardan aşağıya doğru “yoktan bir ulus yaratmaya çalışırken adeta iki kültürel “Mahalleden” oluşan bir yapı ve birbirine düşman iki ulus yaratan kahramanlar” ülkesi idi!..
Ya „ilericiler, solcular„ demokrasi kahramanları“, onlar nerede duruyorlardı bu süreçte?[4]
Elbette ki, “Beyaztürk Devlet sınıfının saflarında!! 27 Mayıs sonrasında “Beyaztürk Devlet sınıfı”nın açtığı yolda siyaset sahnesine çıkmaya başlayan ve hep onun gölgesi altında yol alan, onların yedek gücü “2. Kuşak Jöntürkler” olmaktan daha ileriye gidemeyen bu insanlar daha başka nerede durabilirlerdi ki!.. Ondan sonra da, „bu halk bizi niye desteklemiyor, Türkiye’de sol neden güçlenemiyor” diye yakınıp durdular hep! Niye destekleyecekti ki halk sizi; bir kere halkın gözünde siz hep o “Beyaztürk Devlet sınıfının” müttefikleri olarak yer almışsınız!..
İnsanlar önlerindeki sorunlarla ilgileniyorlar, akşam eve götürecekleri ekmeğin kavgasıdır onların kavgası. Ve hele Türkiye gibi henüz daha kültürel “Mahallelerden” oluşan bir toplumda onlar bu kavgada kim nerede duruyor sadece ona bakıyorlar. Sen ne dersen de, eğer sen o antika “Devletçi” yapının bulunduğu yerde duruyorsan, ağzınla kuş tutsan bile onlar için bir işe yaramazsın! Osmanlı’dan bu yana böyledir bu. Halkın kafasındaki pusula hiç şaşmaz!..
AK Parti’nin iktidara geldiği ilk dönemi, bu döneme damgasını vuran atmosferi düşünelim, bir yanda küreselleşme sürecinin o ilk aşamasına özgü gelişmeler, buna paralel olarak da birden gündeme giren Avrupa Birliği’yle bütünleşme süreci!.. Bütün bunlar, “ulusalcılığı” “batıcılıklarının” ayrılmaz bir parçası olarak gören Beyaztürk Devlet sınıfını suç üstü yakalamıştı! Küresel sermaye ile ilişkilerin gelişmesine, Avrupa Birliği’yle bütünleşme sürecine karşı çıkmak zorunda kalmaları onların yüzündeki “çağdaşlık” “ilericilik” “batıcılık” maskesini birden indiriveriyordu! “Kral çıplak kalıyordu”!
Ama bu sürece hazırlıksız yakalanan sadece onlar mı idi! Daha düne kadar koruyucu dinci kabuklarının içinde “Beyaztürk-Devlete” karşı ayakta kalabilme mücadelesi veren Anadolu kapitalistleri de şaşırıyorlardı bu işe! Ama onlar çabuk toparlandılar! Gökte aradıkları ilâhi yardımı birden yerde, Avrupa Birliği’yle bütünleşme sürecinde, küresel demokratik devrim sürecine entegre olmakta bulunca kısa zamanda toparlandılar! Eski “dinci” Anadolu burjuvalarını birden bire “küreselleşmeci” yapan, “dinci” motiflerle yerel düzeyde demokrasi mücadelesi veren “Anadolu Kaplanlarını” küresel dış dinamikle birleştiren diyalektik budur işte! Bu süreçte başta Türkiye olmak üzere, gelişmekte olan bütün ülkeleri kasıp kavuran devrimci dalganın esası budur. Bu nedenle, o dönemde bir değil iki kere devrimci idi bu ülkelerin burjuvaları! Birincisi, kendi ülkelerinde gerçekleşen demokratik devrimde taşıdıkları öncü rolden dolayı. İkincisi de küresel demokratik devrime katkılarından dolayı…
Anadolu kapitalistleri elbette ki kendileri için demokrasi isteyerek ayağa kalkıyorlardı. Yani, özel olarak halkı, işçileri düşündükleri, onlara acıdıkları için, ya da ideolojik nedenlerden dolayı değil! Ama işte tam bu noktada, onların çıkarlarıyla halkın-işçilerin çıkarları kesişiyordu, demokrasi mücadelesi bütün halkın mücadelesi haline geliyordu. Üretici güçlerin gelişmesini engelleyen “Beyaztürk”-Devletçi işletme sisteminin yerine serbest rekabetçi bir işletme sisteminin geçmesi sadece Anadolu kapitalistlerinin işine yaramıyordu, bundan çalışanlar da yararlanıyorlardı. Kapitalist, azami kâr peşinde koştuğu için, özgürce üretim yaparak daha da zenginleşmek için istiyordu demokrasiyi, Devletçi sistemin önüne çıkardığı engellere bu yüzden karşı çıkıyordu. Ama bütün bunları gerçekleştirebilmesi için onun kendi arkasında durarak işgücünü özgürce satabilen işçilere de ihtiyacı vardı. Zaten kapitalist bunun içindir ki köylüyü işçi yaparak özgürleştiriyordu. Evet özgürleştiriyordu! „Bu da bağımlılığın başka bir biçimi“ olsa bile gene de özgürleştiriyordu!..
Devlete bağlı kamu iktisadi teşebbüslerinde, bir kişinin yapacağı iş için torpille işe alınan beş kişinin çalıştığı bir düzeni savunmak mı idi „ilericilik“! „Hangi sistem altında gelişiyordu üretici güçler“, belirleyici olan bu değil miydi! Evet, geçmişte „kamu iktisadi teşebbüslerini“ desteklemek o dönemde belki “ilericilikti”, ama artık ilericiliğin ölçüsü bu olamazdı…
Bütün bu söylenilenleri şöyle özetlemişiz on yıl önce:
“Ey, küresel bir dünya sisteminin doğmakta olduğunu göremeyen eski “ilericiler”, kapitalizm bir dünya sistemi haline geldi artık! Sermaye küreselleşti. Sermayenin ulus’u kalmadı! Ulusalcı nutuklarla sizi uyutanlar, sizin „Devletçi ulusal-sermaye“ dedikleriniz, küresel rekabet mücadelesine girmek istemeyen, ulusal duvarların arkasına gizlenerek kendi tekel konumlarını muhafaza etmeye çalışan yerli bezirgânlardır. Bugün, içinde yaşadığımız küreselleşme sürecinde, „kim ki taş üstüne taş koyuyor, niyeti, menşei, „ulusal kökeni“ ne olursa olsun hoş geldi sefa geldi“ ülkemize demeyi öğrenmeden artık ne devrimci olunabilir, ne de çağdaş. Çünkü, kendi ülkende üstüste konulan o taşlardır ki, hem yerel, hem de küresel düzeyde, üretici güçlerin gelişmesini ifade eden onlardır. Kapitalizmin kendini inkârı sürecinin köşe taşlarıdır onlar! Bu diyalektiği anlayamıyorsanız hiç olmazsa susun!..”
ANCAK, BU SÜREÇ GELDİ SONRA BİR NOKTAYA DAYANDI...
Küreselleşme sürecinin dış dinamiği olan küresel sermayenin gelişmekte olan ülkelere doğru giderken ön koşul olarak demokratikleşmeyi ileri sürmesinin („şunları, şunları yapar sistemi daha şeffaf, daha demokratik hale getirirseniz gelir ülkenizde yatırım yaparım” deyişinin) gelişmekte olan ülkelerin iç dinamiğiyle de birleşince bunun son yıllara damgasını vuran bir küresel demokratik devrim rüzgarına neden olduğunu söylemiştik. Öyle ki, küresel sermayenin, bu, „kim daha çok demokratikleşirse oraya daha çok gelirim“ deyişi, çoğu zaman, gelişmekte olan ülkeler açısından adeta bir yarışa bile dönüşüyordu!!. Bütün o Doğu Avrupa ülkelerini getirin gözünüzün önüne, bunların AB’ye katılmak için nasıl bir yarış içine girdiklerini düşünün! Bunun da ötesinde, o dönemde Türkiye’de yaşanılan “demokratikleşme çabalarını” düşünün, o “barış süreci” bile aslında itici gücünü bu dinamikten almıyor muydu! Yoksa siz, bütün bunlar öyle birden bire bir ilham geldi de öyle mi gerçekleşti sanıyorsunuz! „Tanrının yer yüzündeki temsilcisi“ olarak kabul edilen o “Devlet anlayışı” nasıl olmuştu da sarsılmıştı birden bire![5] Daha, neyi başardığının bile tam olarak farkında olmayan o Anadolu burjuvazisi, nasıl olmuştu da öyle bütün bu işleri başarma yoluna girmişti!..
SON BÖLÜM (3): BUNDAN SONRA NASIL YOL ALACAĞIZ, NEREDE BULUNUYORUZ VE DAHA İLERİYE DOĞRU NASIL GİDECEĞİZ?.
[1] Hatıralar… https://www.aktolga.de/rem_turk.html
[2] Bu konuda Zeki Alptekin’in yeni çıkan kitabını öneririm: “Küresel Üretim Zincirleri ve ‘Deglobalizasyon’ https://www.idefix.com/arama?q=Zeki%20alptekin&fbclid=IwAR0Z9M_JrnHlVkJCCEJ8k6mrlT6YMFopQhymHypF8xH8jnOHycm5EXVjKQ8
[3] Ama sadece Türkiye değil! Alın bir Suriye’yi, Arap ülkelerini, Afrika ülkelerini, ya da Asya’daki birçok diğer ülkeyi, bunların çoğunu genel olarak aynı “gelişmekte olan ülkeler” kategorisi içinde ele alabiliriz. Türkiye bunların belki de en ilerisidir...
[4] “Hatıralar”, https://www.aktolga.de/rem_turk.html
[5] „Sarsıldı“ diyorum, çünkü yıkılmak bir yana, daha sonra gördük ki, rengini “Siyaha” boyayarak kendisini ele geçirmeye gelenleri ele geçiren gene o “kutsal Devlet” anlayışımız oldu!!..
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023