Münir AKTOLGA

DAHA İLERİYE NASIL GİDECEĞİZ?.. (1)
17.07.2023
1282
NEREYE GELDİK, NEREDE DURUYORUZ, “KÖŞEYE Mİ SIKIŞTIK”, DAHA İLERİYE NASIL GİDECEĞİZ?.. (1)

-Bu çalışmayı özünü hiç değiştirmeden biraz kısaltıp güncelleştirerek on yıl sonra yeniden yayınlıyorum-

İÇİNDEKİLER:

KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE KÜRESEL DEMOKRATİK DEVRİM DİYALEKTİĞİ... ...................................................... 5

„KÜRESEL DEMOKRATİK DEVRİM“, „GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER“ VE TÜRKİYE ............................................ 6

ANCAK, BU SÜREÇ GELDİ SONRA BİR NOKTAYA DAYANDI...................................................................................... 8

BUNDAN SONRA NASIL YOL ALACAĞIZ, NEREDE BULUNUYORUZ VE DAHA İLERİYE DOĞRU NASIL GİDECEĞİZ?. ..................................................................................................................................................................... 9

EĞİTİM, ÖĞRENMEK, ÖĞRETMEK NEDİR, BİLGİ ÜRETİMİ FAALİYETİ NEDİR?.. ....................................................... 9

PEKİ O ZAMAN NE YAPMALIYIZ?. ................................................................................................................................ 11

GÜCÜNÜ TARİHTEN VE COĞRAFYADAN ALAN „STRATEJİK OLARAK DERİN“ BİR ANLAYIŞI ŞU ANIN GERÇEKLİĞİYLE BAĞDAŞTIRACAK BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ ...................................................................................... 11

ÖNSÖZ:

„Bence, bugün Türkiye’nin karşısına çıkan sorunları aşarak içine girilen 20. Yüzyıl’a özgü dar boğazdan çıkabilmesinin yolu, çok açık ve net olarak;

1- YENİLENEBİLİR ENERJİ alanında bir seferberliğe girişmekten;

2- son on yılda küresel dinamiklerle kopan bağları onararak yeniden küresel süreçlere entegre hale gelebilmekten geçiyor…

En sonunda söyleyeceğimi en başta söyleyerek işe başlayayım da sonra kimse demesin ki, „ne yani kardeşim, o kadar sene “bağımsız Türkiye” diye bağırıp durdunuz (!) al işte sana “bağımsızlık” daha ne istiyorsun bak, AB’ye, Amerika’ya bile kafa tutar hale geldik!! Şurada ne güzel, “yerli-milli” söylemlerle ruhumuzu okşayıp duran bir “Reisimiz” ve onun etrafını saran “sağcı-solcu” -ama hepsi de “anti küreselci”- akıl hocaları varken, sen şimdi de tutmuş küresel dinamiklerle bağları onarmaktan ve küresel süreçlere entegre hale gelmekten bahsediyorsun! Bunun da ötesinde, bir yanda, “o küreselci dış güçler tarafından organize edildiği için”, bir türlü kontrol altına alınamayan enflasyon ve döviz kuru sorunumuz varken; eski Türkiye’ye özgü 20. Yüzyıl kalıntısı ‘Mahalle’ kavgaları sürüp giderken, böyle bir ortamda sen tutmuş, “yenilenebilir enerji konusunda seferberlik ilan etmekten” bahsediyorsun, ne alakası var“!!1

Evet, alakası var, hem de çok var!..

İsterseniz önce şu “yenilenebilir enerji” konusundan, bunun bizim için neden stratejik olarak çok önemli olduğundan başlayalım. Tabi sonra sıra küresel dinamiklerle ilişkilere gelecek…

Bakın, altını çiziyorum, “yenilenebilir enerji” konusunda -bunlar da önemli olmakla birlikte- sıradan teşvik politikalarından falan bahsetmiyorum ben, “seferberlik” bambaşka bir kavramdır!..

Ben bu konuyu, sadece “çevre sorunu” boyutlarıyla değil, bunun da ötesinde, “cari açık” sorunundan enflasyona ve büyümeye kadar Türkiye için "stratejik derinliği" olan bir konu olarak ele alıyorum! Bu nedenle, öyle şu an olduğu gibi basit teşvik tedbirleriyle falan yetinilemeyeceğinin altını çiziyorum! Faizsiz krediden, alan tahsis etmeye, alım garantisinden vergiden muafiyete kadar radikal tedbirlerle birlikte yürütülecek bir devlet ve sivil toplum projesinden bahsediyorum; bu alanda bir yatırım seferberliğine ihtiyaç olduğunu söylerken kollektif bir ayağa kalkıştan bahsediyorum! Köy köy, kasaba kasaba insiyatifler, kooperatifler kurmak gerektiğinden, “bu benim işimdir” diyerek insanların büyük bir motivasyonla böyle bir projeye sarılır hale getirilmesinden bahsediyorum! Bu konuda bütün sivil toplum kuruluşlarının devlet tarafından teşvik edilmesini, hiçbir insiyatifin başı boş bırakılmaması gerektiğini, hem kendi enerji ihtiyacını karşılaması, hem de her türlü tasarrufunu değerlendirmesi için devletin vatandaşa garanti vermesi gerektiğini söylüyorum! Yani, topyekün bir kalkışmadan, bu anlamda bir SEFERBERLİKTEN bahsediyorum! Ve diyorum ki, bakın o zaman neler oluyor bu ülkede!..

Eğer bugün Türkiye -“cari açık sorunu açısından- bir dar boğaza gelip dayandıysa, çabalayıp dursak da bir türlü „orta derecede gelişmiş bir ülke“ olma sınırının ötesine geçemiyorsak, bunun iki nedeni var…

Birincisi açık, her yıl yurt dışından ithal edilen enerjiye 60 milyar dolar civarında bir bedel ödemek zorunda olmamız.2 Bütün o “cari açık” sorunumuzun falan bir nedeni bu. “E peki ne yapacağız, nasıl kapatacağız bu açığı”? “Orta derecede gelişmiş ülke” olma konumunu nasıl yeneceğiz?..

İkinci nedene gelince; “tamam, büyümek istiyoruz” da, öyle sadece istemeyle olmuyor ki bu iş!.. İhraç ettiğimiz ürünlerin yurt dışı piyasalarda rekabet gücü kazanması için TL’nin değer kaybetmesinin yolunu açmakla olmuyor ki!! Olmuyor, çünkü büyük ölçüde ithal girdi işleyerek üretim yapan tarihsel olarak oluşmuş bir yapımız var bizim; ihracattan gelen döviz ithal girdiler için kullanılınca elimiz kolumuz bağlanıyor! Bütün bunlar yetmiyormuş gibi buna bir de “yerli-milli” kabadayılık yaparak yatırım için ülkeye gelen küresel sermayeyle ilişkileri bozmayı ekleyince işin içinden çıkamaz hale geliyoruz!..

Evet, neresinden bakarsanız bakın, büyümenin, gelişmenin yolu -bütün o ithal girdi işleyerek üretim yapabilmeye yönelik “yapısal sorunları” aşabilmenin yolu- son tahlilde “yeni bilgiler üretip piyasaya katma değeri yüksek mallar sürebilmekten” geçiyor? Bu açık!.. Ama bakın, işte tam bu noktada da başka bir sorun çıkıyor karşımıza!..

İki yüz yıldır antika kabuklarını kırarak “modernleşmeye çalışan” bir toplumuz biz. Daha yeni yeni tarihimizle, kültürümüzle yüzleşerek yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.3 Böyle bir toplumun (henüz daha kültürel “Mahallelerden” oluşan bir yapı halinden toplum

haline gelememiş bir toplumun) öyle hemen birden bire yeni bilgiler üretebilmesi mümkün müdür? Bilgi üretmek demek, çevreden gelen enformasyonları o ana kadar sahip olduğumuz bilgi temelimizle değerlendirip işleyerek „bilgi“ adı verilen yeni ürünler ortaya çıkarabilmek demektir4. Peki hangi „bilgi temeliyle„ başaracağız biz bu işi?..

İki yüz yıldır bir arayış içinde olduğumuzu söyledik, bu arada Jöntürk kökenli pozitivist Devletçi toplum mühendisi atalarımız yeni “bilgi temelleri” kazandırmaya çalışmışlar bu topluma! Mübarek sanki kompüter bu, çıkar bir programı (“software”) koy onun yerine başkasını!! Bu nedenle, daha henüz doğru dürüst bir eğitim sistemimiz bile yok bizim! En önemlisi de, nasıl bir eğitim sistemine sahip olmamız gerektiğini bilmiyoruz! E, bu durumda nasıl yeni bilgiler üreterek katma değeri yüksek ürünler elde edeceğiz ki? Tamam, son tahlilde bu işin başka yolu yoktur, doğru, ama, kısa ve orta vadede ne yapacağız?..

İKİ SAPMA!..

İşte, tam bu noktada, „çaresizlik“ iki eğilimin, ideolojik kökenli iki sapmanın ortaya çıkmasına neden oluyor…

Birincisi açık; „Devlete bağlı Devletçi bir kapitalizm yaratma“ sevdasıyla yola çıkan eski İttihatçı-Devletçi-„Beyaztürk“ statükonun, içe kapanmacı dünya görüşü: „Az tüketir ve üretirsek az ithal girdi kullanmış oluruz!!5 Bu durumda, doğal olarak enerjiyi de daha az harcamış olacağımız için, ortada ne ‚cari açık‘ sorunu kalır ne de enflasyon“!!

Bunların bütün söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin özü esası -varacağı yer- budur!! Türkiye’de „sol“ muhalefet diye boy gösterenlerin de „kapitalizm düşmanlığı“ adına sahip çıktıkları bu politika antika Devletçi paradigmanın günümüzdeki uzantısından başka bir şey değildir!6 Üretici güçlerin gelişmesi anlamına gelen her türlü yeniliğe ve büyüme politikasına karşı çıkan, bütün sorunların kaynağının daha çok üretme ve büyüme hırsı olduğuna inanan bu gerici muhalefete göre en kestirme yol, daha azla yetinmeyi öğrenmektir!! Bu dünya görüşünün varacağı yer budur!!

Mantık açık: „Büyümek, daha çok üretip tüketmek anlamına geliyor; ancak, bizim büyük oranda ithal girdi işleyerek üretime yönelik bir ekonomik yapımız olduğu için, üretimi ve ihracatı teşvik amacıyla izlenen politikalar bir işe yaramıyor; çünkü, ihracattan gelen döviz ithal girdi alımına ve gene dışardan ithal edilen enerjiye gidiyor. Bu nedenle, oturalım oturduğumuz yerde ve öyle büyüme rüyaları falan görmeyelim!! Bakın, Menderes’in de, Demirel’in de, Özal’ın da başını yakan bu türden bizim bünyemize uymayan rüyalar görmüş olmalarıydı“!!.

Bu içe kapanmacı 20. Yy. kalıntısı ideolojik „Beyaztürk“ ekonomi politika anlayışının içinde yapısal sorunları çözmek için küresel sermaye ile ilişkileri geliştirmek, küresel üretim zincirlerine entegre olmak falan yoktur! Daha çok üretmek için daha çok ithal girdiye ihtiyacımızın olacağını, bu arada daha çok enerji ithal etmek zorunda kalacağımızı, bunun da

„cari açığı“ ve enflasyonu arttıracağını görüyorlar ama, 20. Yy’dan bize miras kalan bu yapısal sorunları nasıl çözeriz diye çare aramak yerine, „bakın eskiden hiç böyle problemler yoktu“ diyerek „eski güzel-Beyaz günlerin“ hayaliyle yaşamayı kitlelere paradigmal bir çözüm olarak öneriyorlar!.. (Sonra da oturup, „seçimleri neden hep biz kaybediyoruz“ diye ağlayarak halkı suçlamaya kalkıyorlar, kendilerini böyle teselli ediyorlar!..)

İkinci ise, iktidara gelişlerinden sonraki ilk on yılın sonlarına doğru „yerli milli ve de İslamcı“ yeni bir ideoloji yaratma“ sevdasına kapılarak AK Parti’nin içinde filizlenmeye başlayan ve giderekten onu bambaşka bir yola sokan yeni tipten Devletçi-milliyetçi-dinci-„anti küreselci“ „Siyahtürk“ akımdır!..

Bunlar da, „Beyaztürk“ Devletçi dünya görüşüne karşı çıkarlarken, işi abartarak, adım adım sorunu bambaşka bir uç noktaya götürdüler! Tek çözüm yolunun „emperyal-genleşmeci“ bir politika izleyerek Osmanlı’nın mirasına -mülküne- sahip çıkmaktan geçtiğini söyleyen bu çevreler, gözlerini Ortadoğu’daki petrol ve doğal gaz kaynaklarına dikerek, „buralar zaten bize aitti, zorla elimizden almışlardı“ demeye başladılar!! Bunlar, açık açık, “1. Dünya Savaşı henüz daha sona ermemiştir, açılan parantezi kapatacağız” diyerek “küreselleşme ve Batı düşmanlığı” üzerine kurulu 20. Yy. kalıntısı bir “antiemperyalizm” anlayışıyla, amaçlarının Osmanlı’yı küllerinden yeniden yaratmak olduğunu söylüyorlardı!..7 Öyle ki, bir süre sonra sahneye, bu kadarla da yetinmeyen, bütün bu gerici hayalleri “Batı kökenli mevcut ideolojilere alternatif yeni tipten İslamcı-milliyetçi bir ideoloji yaratma” hedefiyle bütünleştiren “Siyahtürk” ideologlar çıkmaya başladı…

Bu “Siyahtürk” milliyetçi-Devletçi yayılmacı politikaları sakın küçümsemeyelim; en az birinciler kadar tehlikeli bir sapmadır bu da! Üstelik bunlar, işin içine dini de karıştırarak Devletçi-milliyetçi ideolojiye popülist dinci bir halka da ekledikleri için olayın boyutları daha da vahim hale gelmiştir!..8

Şu ana kadar yapılan açıklamalarla problemi ortaya koymaya ve çözüm yolunun ne olduğu konusunun altını çizmeye çalıştık. Peki hepsi bu kadar mı?..

Hayır!.. Hayır, çünkü artık nasıl bir dünyada yaşadığımız gerçeğini göremeden, nereden bakarsanız bakın küreselleşen bir dünyada küresel süreçlere entegre olmayı hedef alan paradigmal bir strateji ve siyaset geliştiremeden atılacak bütün adımlar ayakları yere basmayan temelsiz adımlar olarak kalacaktır…

***

[1] Bir metafor olarak kullanılan  “Beyaz-Siyah Türk” kavramlarını daha önce birçok kez açıklamıştım! Tarihsel toplumsal yapısal bir özelliğimiz olan “Merkez-Çevre” tanımından yola çıkılarak, II.Mahmut’tan bu yana kendilerini Devletin yeni temsilcileri “Batıcılar” olarak gören  İttihatçılar “Beyaztürkler” olarak tanımlanırken, kökeni Osmanlı’nın Reaya’sına kadar uzanan  “Çevre” unsurları da sistemin ezilenleri anlamında “Siyahtürkler” olarak ifade ediliyor. Ama tabi sonra süreç içinde “Çevre’nin” Merkezi-Devleti ele geçirmesine paralel olarak o eski “ezilen-Siyahlar” da yeni Devletçi egemenler haline geldiler!! 

 

[1] Kapitalizm öncesi antika topluma özgü “Riba” ile modern bankacılık sisteminin bir enstrümanı olan faizi bir ve aynı şey olarak gören, buradan yola çıkarak  “faiz sebep enflasyon sonuçtur” sonucunu varan, “Türk modeli heterodoks epistemolojik” buluşların ülkeyi getirdiği yeri görüyoruz!.. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar