Münir AKTOLGA
Evet, önce gelişmiş kapitalist ülkelerden başlayalım:
Dünya tekleşip de, sermayenin küresel rekabet mücadelesinde üstte kalabilmek için, üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu az gelişmiş ülkelere doğru kaymaya başlaması işleri değiştiriyordu! Bu o kadar önemli bir gelişmeydi ki, birkaç yıl içinde gelişmiş ülkelerdeki yatırımlar bıçak gibi kesilmeye başladı. Sırtına dolarını eurosunu yükleyen kapitalistler Çin’e, Hindistan’a, Türkiye’ye, Brezilya’ya.. üretim maliyetleri nerede düşükse, kim kendilerine daha elverişli yatırım olanakları sunuyorsa oraya gitmeye başlamışlardı! Enformasyon teknolojisinin bu kadar geliştiği, küçük bir köy haline gelmiş dünyada üretimin nerede yapılacağı hiç önemli değildi artık. Hatta öyle ki, bir malın bir parçasını Çin’de, bir parçasını Polonya’da yaptırarak, sonra da bütün bu parçaları örneğin Türkiye’de bir araya getirip monte ettirmek bile mümkündü. Önemli olan, rekabet mücadelesinde en iyi kalitede malı, en hızlı bir şekilde ve ucuza üreterek azami kâr’ı gerçekleştirebilmekti. Üretimin, yatırımların hangi ülkede olacağının sermaye açısından başka hiç bir anlamı kalmamıştı. Sermaye, sırtındaki “ulusal” etiketini hiç düşünmeden çıkarıverdi! Gelişmiş ülkelerin 20. Yy. kalıntısı ulus-devlet yöneticileri de sap gibi ortada kaldılar!..
Yapacak bir şey kalmamıştı! Sermaye nerede ucuza üretebiliyorsa oraya gitmeye mecburdu. O gitmezse, rakibi gidecek, ondan daha ucuza ürettiği için de azami kârı o cebine indirecekti. Bırakınız azami kârı, iletişimin bu kadar geliştiği bir dünyada rekabet mücadelesine ayak uydurmadan ayakta kalabilmek bile mümkün değildi artık. Ulus-devlet yöneticilerinin vatan-millet çığlıkları, “biraz da ülkenizi düşünerek yatırım yapın” çağrıları hiç yankı bulmuyordu. Sermayenin yeni vatanı bütün dünya idi artık. Ulus-devlet kabuğu çatlamış, kuş pır diye uçup gitmişti-gidiyordu! Kimse de onu tutamıyordu!
Sonuç: Gelişmiş ülkelerde yatırımlar, ekonomik büyüme dururken, gelişmekte olan ülkelerde kapitalizm-üretici güçler hızla gelişmeye başladılar...[1]
Gelişmiş ülkelerin 20. Yy. kalıntısı ulus devlet yöneticilerinin bütün bu gelişmelerden hiç memnun olmadıklarını söylemiştik. Öyle ki, bir süre sonra bunlar yavaş yavaş seslerini yükseltmeye, küreselleşme sürecinin bu ilk dönemine karşı reaksiyoner politikalar geliştirmeye başladılar…[2]
Şimdi, bir an için, gelişmiş ülke ulus-devletlerini iflâh olmaz dertleriyle baş başa bırakarak gelişmekte olan ülkelere, buralardaki ulus-devletlere dönelim, ve bakalım buralarda neler oluyor. Her şey görünürde olduğu gibi güllük gülistanlık mı buralarda onu görelim!..
Ulus devlet kabuğu gelişmekte olan ülkelerde de çatlıyordu...
İyi güzel, sermaye geliyor, üretici güçler-kapitalizm gelişiyor, ülke büyüyordu da, bütün bunlar nasıl oluyordu? Sermaye öyle elini kolunu sallayarak, “ben geldim” deyip içeri girerek, kolları sıvayıp hemen yatırıma-üretime mi başlıyordu? Hayır! O kadar kolay ve mekanik bir süreç değildi bu! Onun da belirli koşulları vardı yerine getirilmesi gereken! Dış dinamik olan küresel sermaye, her şeyden önce içerde kendisine uygun bir işletme sistemi ve işbirliği yapabileceği iç dinamik arıyordu. Eski tekelci-ulusalcı-Devletçi işletme sisteminin yerine, ülkeyi küresel dünya sistemine bağlayacak serbest rekabetçi bir işletme sisteminin geçirilmesini istiyordu. Eski Devletçi yapının ve işletme sisteminin içinde oluşmuş yerli burjuvazinin Devletçi kabuklarını kırarak, çağdaş, rekabetçi, liberal-demokrat bir yapıya kavuşabilmesinin yollarını açıyordu. Yani küresel sermaye, işbirliği için değişimi şart koşuyordu. Ve hiç de geri adım atmıyordu bu talebinden! “Değişmek istemiyorsan, bu senin sorunundur” diyerek, çekip başka bir ülkeye gidiyordu!..
Önce, küresel sermayenin gelişmekte olan ülkelerin önüne koyduğu ve işbirliği için olmazsa olmaz şart olarak gördüğü bu “değişim reçetesini” bir görelim, bakalım içinde neler var:
Özel sektörü ekonomik büyümenin temel motoru haline getirmek, enflasyon oranını düşük tutmak ve fiyat istikrarı sağlamak, devlet bürokrasisini küçültmek, bütçe fazlası sağlanamasa bile olabildiğince dengeli bir bütçe yürütmek, kotalardan ve yerel tekellerden kurtulmak, ihracatı arttırmak, devlete ait sanayi kuruluşlarını ve kamu iktisadi teşebbüslerini özelleştirmek, sermaye piyasalarını serbestleştirmek, para birimini konvertibl hale getirmek, ülkedeki sektörleri, hisse senedi ve tahvil piyasalarını doğrudan yabancı mülkiyete ve yatırıma açmak, ülke içindeki rekabeti olabildiğince arttırmak üzere ekonomiyi tekelci devlet düzenlemelerinden arındırmak, kamusal yolsuzlukları, sübvansiyonları ve rüşveti olabildiğince azaltmak, bankacılık ve telekomünikasyon sistemlerini özel mülkiyete ve rekabete açmak. Ve de, “yabancılara” ev-arsa-gayrımenkul satın alabilme olanağını sağlayarak onlara göçmenliğin yolunu açmak. Yani, bütün kurum ve kurallarıyla küresel serbest rekabetçi kapitalist işletme sistemi ülkeye yerleştirilirken, aynı zamanda ülke sınırlarını da küresel göçe açmak...
Sen istediğin kadar eski şarkıları söylemeye devam edebilirdin (!) çok dilli, çok kültürlü toplumların yolu böyle açılıyordu!..
Bu yeni “küresel serbest rekabetçi kapitalizm” eski tipten, ulusal sınırlar içinde gelişen “serbest rekabetçi kapitalizmden” farklıdır. Bu nedenle, onu eski kavramları kullanarak tanımlarken dikkatli olmak, kavramların içeriklerinin değiştiğini dikkate almak gerekir.
Örneğin, “serbest rekabet” deyince eskiden bundan anlaşılan tekel öncesi kapitalist rekabetti. Ama yeni tipten “küresel serbest rekabetçi kapitalizmde” artık büyük-küçük, tekel-tekel dışı gibi kavramlar anlamını kaybediyordu. Örnek mi istiyorsunuz: Bugün en büyük diye baktığınız bir şirket bile, bir de bakıyordunuz kısa bir süre sonra çok daha ileri bir teknik geliştiren daha küçük bir şirket tarafından-teslim alınabiliyordu!.. Hatta bazan tek bir kişi bile bir adım sonrasının en büyük firmasının sahibi haline gelebiliyordu. Facebook’u, Google’u düşününüz. Appel’i, Microsoft’u, Tesla’yı düşününüz. Güney Kore firmalarını düşününüz. Yeni dünya düzeninde belirleyici olan bilgi idi artık... Kim daha fazla bilgiye sahipse, kim yeni bilgiler üretebiliyorsa -bu bazan tek bir kişi bile olsa- en büyük o haline gelebiliyordu!..
Evet, bu iki sistemin de rekabet, açık olma, girişim özgürlüğü vs.yanları birbirine benziyordu, ama arada çok önemli bazı farklar da vardı. Ulusal düzeyde gelişen eski serbest rekabetçi kapitalizm, üretimin yoğunlaşıp merkezleşmesiyle birlikte diyalektik anlamda kendi inkârını da yaratarak tekelleşmeyi doğurken ulus devletle bütünleşme yoluna girmişti. Yeni-küresel serbest rekabetçi kapitalizm ise, ulus devlet kabuğunu çatlatarak dünyaya açılmayı, üretici güçlerin dünya çapında gelişmesini temsil ediyordu. Küresel sermayenin gelişmekte olan ülkelere girerken koyduğu „küresel-serbest rekabetçi kapitalist işletme sistemini benimseme“ ilkesini bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekiyor…
Bunun anlamı açıktı: „Kabuklarınızı kıracaksınız“ diyordu küresel sermaye! Hangi „kabuklardı“ bunlar? Hiç uzatmaya gerek yok! Bu kabuklar, tek kültüre dayanan ulus devletçi kabuklardı, daha başka bir deyişle de 20. Yy. kalıntısı milliyetçilikti, korunmacılıktı; kalın gümrük duvarlarının arkasında yerli despotlarla birlikte ot gibi yaşayıp gitmekti. „Ulus-devlet duvarlarını yıkın ve ülkenizi küresel dünya sistemiyle bütünleştirin“ diyordu sermaye. „Bunu yaparsanız, ben de gelir ülkenize yatırım yaparım“ diye de ilave ediyordu.[3]
Şimdi sorarım size, böyle bir ortamda artık 20.Yy. kalıntısı milliyetçi politikalarla yaşamı devam ettirmek mümkün müdür? Tek bir kültüre dayanan etnik-milliyetçi bir kimlikle yola devam etmek mümkün müdür? Mümkün müdür derken, böyle bir kimliğe-ideolojiye dayanarak gelişmek, ilerlemek mümkün müdür demek istiyorum!.. Yoksa, kendi tekkenin içinde “hu çeker” gibi halâ eski sloganları tekrarlayarak kendini tatmin edebilirdin!..
ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK BİLİŞSEL KİMLİĞE DOĞRU AÇILAN BİR KAPIDIR…
Küreselleşmenin kültürleri etkileşme içine sokarak yerel olanla küresel olanı birbiri-ne bağladığını-bütünleştirdiğini söyledik. Peki bu sürecin ucu nereye varıyor, çok kültürlü küresel etkileşme olayı nasıl bir kimliğin ortaya çıkmasına neden oluyor? Tek bir kültüre bağlı olarak ortaya çıkan yerel kimliklerle, çok kültürlülüğe dayanarak ortaya çıkan küresel kimlik arasındaki ilişki nedir, bu ilişki nasıl kuruluyor? İşte şimdi soru budur!..
Küreselleşme zemininde gelişen çok kültürlülük insanı kaçınılmaz olarak yeni tipten küresel bilişsel bir kimliğe doğru götürür (“küresel üst kimlik”). Yerel-kültürel kimlikler ise duygusaldır (“alt kimlik”)[4].
Peki, “çok kültürlülük” neden insanı kaçınılmaz olarak küresel bilişsel bir kimliğe götürüyor?..
Çok basit! Doğuştan sahip olunan yaşam bilgilerinin ve bu zeminde oluşan “duygusal kimliğin” yanı sıra başka ülkelerde, başka coğrafyalarda gelişen yaşam bilgilerine de kapıların açık olması, bunlar arasında yaşanılan ana ilişkin bir senteze ulaşabilmenin yolunu açar. Çünkü, bilinç dışı olarak sahip olunan yaşam bilgilerini-kültürleri mukayeseye etmeye başladığınız an, otomatik olarak, onları bilince çıkarmaya başlıyorsunuz demektir. Bu ise, onların, maddi hayatın gerçekleri karşısında sorgulanması, yani bilişsel-rasyonel-“cognitive” bilgiler haline getirilmesi anlamına gelir. Bu durumda bu bilgiler artık hiç sorgulamadan sahip olunan ve gereği yerine getirilen bilinç dışı bilgiler olmaktan çıkarlar…
İnsan o duygusal bilinç dışı kimlik atmosferinin dışına çıkarak küresel bilişsel-rasyonel bir dünyaya adım atmaya başladığı an artık olaylara ve süreçlere, kısacası çevreye-dış dünyaya tümüyle başka türlü bakmaya başlar. Çünkü, bu durumda artık İnsan-Çevre sisteminde koordinat sisteminin merkezi değişmektedir… Nasıl mı?..
Kendimizden bir örnek verelim: Birisi tutupta size Türk veya Kürt milliyetçiliği propagandası yapmaya başlarsa (işte, “dünyanın en gelişmiş dili Türkçedir, -ya da Kürtçedir- bütün diğer dillerin kaynağı odur, en zengin kültür de Türk -veya Kürt- kültürüdür” gibi etnik kimliğiyle Türk-Kürt olmaktan kaynaklanan “duygusal alt kimliğini” abartarak hitab etmeye başlarsa) ve eğer siz de duygusal bir kimlikle buna cevap vermeye kalkarsanız, ya onu tasdik eder, ya da buna karşı çıkarsınız! Bu durumda belirleyici olan sizin ve karşınızdakinin bakış açınızdır-durduğunuz yerdir!.. Ama, yok eğer siz çevreyle ilişkilerde Çevre-İnsan sisteminin merkezini temel alan bir bakış açısına sahipseniz, bu durumda artık kafanızda, dünyaya bakarken, bilinç dışı duygusal alt kimliği temel alan ilkel bir koordinat sistemi yoktur. Çok kültürlülüğü temel alma gerçeği, daha işin başında, sizin olaylara ve süreçlere bilinç dışı olarak basit bir koordinat sisteminden bakmanızı engelleyen faktör olarak ortadadır. İşin içine otomatikman mukayese ederek bakabilme ve anlama unsuru gireceği için, bu sizi kaçınılmaz olarak düşünmeye, olayları ve süreçleri bilişsel olarak açıklamaya götürecektir...
PEKİ BÜTÜN BU AÇIKLAMALARDAN ÇIKAN SONUÇLAR NELERDİR?..
1. İnsanların bilinç dışı olarak sahip oldukları anadil ve kültür onların en doğal hakkıdır. Bundan hiçbir şekilde vazgeçilemez!.. Yaşam bilgileri anlamına gelen kültür bilişsel kimliğe giden yolda binanın temeli gibidir…Bu temel olmadan onun üstüne başka katlar inşa edilemez…
2. İnsan çevreyle etkileşme sürecinde toplumsal olarak kendini üretirken, bilinç dışı “alt kimliğinin” yanı sıra bir de “bilişsel üst kimliğe” sahip olur demiştik. Çünkü, toplumsal bir varlık olan insanın içinde yer aldığı üretim faaliyeti bilişsel bir faaliyettir. Sadece duygusal-etnik alt kimlikle üretim faaliyeti içinde yer alınamaz, üretken olunamaz!.. Bunun en basit açıklamasını hayvanlarda görürüz. Hayvanlar bilişsel bir kimliğe sahip olmadıkları için üretemezler (ve tabi tersi!..)[5]
Bunu şöyle açıklayabiliriz: Örneğin, bir insan etnik-duygusal alt kimliğiyle “Türk” ya da “Kürt” olduğu için işçi ya da işveren olmaz! Ancak, Kürt, ya da Türk kökenli işçiden veya işverenden bahsedilebilir! Modern kapitalist bir sistem insanları bilinç dışı duygusal-etnik alt kimlikleriyle değil, üretim faaliyeti içindeki yerlerini ve fonksiyonlarını esas alarak bilişsel kimlikleriyle tanımlar.
3. Türkiye’de bu konularda tam bir kavram kargaşası var! Çünkü bizde Devlet, iki yüz yıldır, bir tür toplum mühendisliği faaliyetiyle, yukardan aşağı doğru kendisine uygun Devletçi bir kapitalizm, Devletçi bir ulus-millet yaratmaya çalışmıştır! Kimin ne olduğunu ve olacağını belirleyen doğal süreçler değil de Devlet olunca işler içinden çıkılamaz hale gelmiştir…
Örneğin, “Milli Eğitim” kavramını ele alalım! “Milli Eğitim” nedir? Eğitim olayı bilişsel bir olay değil midir?.. İki atom hidrojenle bir atom oksijen birleşince bir su molekülü ortaya çıkar. Okullarda öğretilmesi gereken bilgiler bu türden bilişsel bilgilerdir!.. “Millilik” ise toplumsal alt kimliğe ait bir bilgidir. Okulda öğrenilemez bu! Yarın “öteki” Mahalle’nin dini siyasete alet eden “Siyahtürk” dinci Devletçi “bilirkişileri” de tutar, “dindar bir nesil yetiştirmeye yönelik dini eğitim”i programa koyarlarsa ne olacak!?. Bu türden bilinç dışı duygusal kimliğimize ait bilgiler toplumsal yaşam içinde bilinç dışı olarak öğrenilirler. Bir toplumun fertleri arasındaki duygusal-kültürel birliği, dayanışmayı hayatın kendisi sağlar. Siz bunu Devletçi bir birey ve ulus yaratma amacıyla okulda öğrenilecek bilgi haline getirmeye kalktığınız an bunun adı en hafif ifadeyle “Mahalle toplum-ulus” yaratmaya yönelik Devletçi ideolojik bir faaliyet olur![6] Bu türden şeyler Devletin İttihatçı gelenekten kalan “Devletçi insan yetiştirerek Devletçi bir Mahalle-toplum” yaratma politikasının -toplum mühendisliğinin- kalıntısıdır!..
Belirli bir “etnik-duygusal alt kimliği” toplumda herkesi bağlayacak bir kimlik haline getirmeye kalkıştığınız an her şey altüst olur!.. İttihatçı ulus yapıcılığının ne olduğunu artık aklı başında herkes görüyor!.. Bugün eğer Türkiye toprakları üzerinde çok kültürlülüğü de içinde barındıran “Türkiye ulusu” diye bir şey varsa bu, yapay olarak tek bir kültür ve ulus yaratmaya çalışmış olan İttihatçı toplum mühendisliğinin değil, Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinin ürünüdür. Sorarım size, bu ülkede ekonomik yaşantı birliğini Devletçi toplum mühendisliği mi sağlamıştır? Kim evet diyebilir buna? Peki herkesi “Türk” yaparak duygusal bir birlik mi yaratabildi Devletçi toplum mühendisleri? Görüyoruz işte o “duygudaşlığı”!!
Türkiye’de bütün o Türk-Kürt-Çerkez-Laz etnik alt kimliklerin yanı sıra, gelişen kapitalist üretim ilişkilerinin ürünü olarak bir de “Türkiyelilik” -Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı- kimliği oluşmuştur…Bütün mesele, bu gerçeği kavrayarak onun gereklerini yerine getirebilmeye dayanıyor…
“TÜRKİYELİ” OLMANIN STRATEJİK DERİNLİĞİ NEREDEN KAYNAKLANIYOR?
“Tarihsel uzlaşma” zemininde ortaya çıkan “Türkiyelilik” kimliği yeni tipten duygusal bir zemin oluştururken, “anayasal vatandaşlık” da bu zemini taçlandıran bilişsel bir kimlik olarak anlam kazanmaktadır…
Ama bitmedi! Çünkü biz, aynı zamanda, varoluş koşullarını küreselleşme süreci içinde yeniden üretebilen bir toplumuz! Bu nedenle, kendi içimizde gerçekleştireceğimiz çok kültürlülük sentezi, kordinat sisteminin merkezi küresel süreçlere doğru kaydığı zaman, bizi, atalarımızdan bize miras kalan “kendi varlığında yok olma” anlayışıyla evrensel bir senteze -çok kültürlü küresel bilişsel bir kimliğe- doğru götürecektir…
Nasıl mı diyorsunuz?.. Benim çalışmalarım, böyle bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkan örneklerdir!.. ( https://www.aktolga.de/research_turk.html )
[1] Aşağıdaki satırlar 2005 yılında yayınlanan bir çalışmamdan: “1923’den beri Türkiye’ye giren yabancı sermaye miktarı yirmi milyar dolar kadarmış; bu rakama, özelleştirme gelirleriyle birlikte bu yıl (2005) sadece bir yıl içinde ulaşılması bekleniyor”! Bu türden haberleri o yıllarda birçok gelişmekte olan ülke basınında da görebilirdiniz…
[3] Dünün “yabancı sermaye düşmanı antiemperyalistlerini” bugün gerici “ulusalcılar-ulusalcı solcular” haline getiren diyalektik budur işte!..Bu noktada ülkeyi küresel süreçlere açan sayın Özal’ın kulakları çınlasın!.. https://www.aktolga.de/z9.pdf
[4] Bütün bu konular için: https://www.aktolga.de/z5.pdf) ve https://www.aktolga.de/t2.pdf
[5] Peki neden hayvanlar bilişsel bir kimliğe sahip olarak üretim yapamıyorlar? Çünkü, evrim süreci içinde hayvanların beyin kabuğunda önbeyin -“prefrontal cortex”- adı verilen bölüm henüz daha gelişmemiştir…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023