Münir AKTOLGA
TÜRKİYE NE YAPMAK İSTİYOR DA BİRİLERİ ONU “ENGELLEMEYE”, ONUN “AYAĞINA ÇELME TAKMAYA” ÇALIŞIYOR?...
Türkiye büyümeye, gelişmeye çalışıyor da birileri de onu engellemeye, onun ayağına çelme takmaya mı çalışıyor, olay bu mudur?...
Eğer 21.Yüzyıl öncesi koşullarda yaşıyor olsaydık böyle bir soruyu sormak bile anlamsız olurdu! Çünkü o zaman, büyümenin, gelişmenin dünya pazarlarında daha fazla yer kapabilmenin- daha fazla pazar payına sahibi olmanın- yolu güçlü bir ulus devlete sahip olmaktan geçiyordu. Sermaye ancak böyle bir ulus devletin açtığı yolda ilerleyerek, onun yarattığı nüfuz alanlarında at koşturarak borusunu öttürebilir, üretilen malları ancak buralarda satarak artı değer yaratabilirdi. Yani, gelişmek, ilerlemek için 20.Yüzyıl koşullarında sadece daha fazla üretmek, ya da daha iyi kalitede malları daha ucuza üretmek yetmiyordu. Ürettiğin malları satamadıktan sonra bütün bunların ne anlamı vardı ki! Hem üretecektin, ama hem de ürettiğin malları satabilmek için güçlü bir ulus devletin peşine takılarak onun açtığı yolda ilerleyip dünya pazarlarında kendine yer bulacaktın. Fakat, bunu yapmaya kalkınca da tabi öteki ulus devletlerin gadrine uğruyordun! Kendilerine pazarda yeni bir rakip istemeyen bu devletler ellerindeki bütün imkanları kullanarak seni engellemeye, senin ayağına çelme takmaya çalışıyorlardı. İşte, 21.Yüzyıla gelene kadar ulus devletler arasında olan bütün savaşların-bu arada iki dünya savaşının da-nedeni budur...
Ama, 21. Yüzyıl’la-küreselleşme süreciyle birlikte bütün bunlar tarih oldu artık (elbette ki bu, 20.Yüzyıl artığı süreçler birden yok oldu anlamına gelmiyor! Burada, 20.Yüzyılın içinden çıkıp gelen 21.Yüzyıl gerçeğinden, belirleyici olan ana çizginin ne olduğundan bahsediyoruz)!... Çünkü, sermayenin dünyanın neresinde olursa olsun üretilen malları satabilmek, dünya pazarlarında daha fazla pay sahibi olmak için artık güçlü bir ulus devlete ihtiyacı kalmadı. Daha iyi kalitede malları daha ucuza üretebiliyor musun, katma değeri yüksek mallar üretebiliyor musun, bitti!!... Eğer bunu yapabiliyorsan kimsenin artık tutupta sana birşey diyecek hali yok!...Bunun nedenlerini, niçinlerini, ne oldu, nasıl oldu da böyle bir süreç başladı bütün bunları senelerdir açıklamaya çalışıyorum( http://www.aktolga.de/t5.pdf s.290 dan itibaren!...)
Şimdi; deniyor ki, daha doğrusu, iktidardaki AK Parti içinden çıkıp gelen bir kanat- bunların basındaki jakoben sözcüleri- diyorlar ki;
“Türkiye’nin gelişmesini, ilerlemesini istemeyen iç ve dış güçler el ve güç birliği yaparak önümüzü kesmeye, ayağımıza çelme takmaya çalışıyorlar. Bir süredir iç ve dış politikada etrafımızda olup bitenlerin anlamı budur”... Bunlara-bu çevrelere- göre, ortada, “Türkiye’ye-ve AK Parti’ye karşı gelişen bütün süreçleri organize eden bir üst akıl” vardır; Türkiye ve AK Parti aleyhinde ne olup bitiyorsa bunların sorumlusu hep odur”!... “Bu nedenle, eğer yolumuza devam etmek istiyorsak, yani gelişmek, ilerlemek, bu çemberi kırmak istiyorsak bunun için ‘ikinci bir kurtuluş savaşı’ vermek zorundayız”!...
Bu kadar açık konuşuyorlar. Sadece konuşmak falan da değil, basında, televizyonda hergün bu görüşlerini sayısı gittikçe artan militan sözcüleri aracılığıyla tekrarlayıp duruyorlar! “Biz, “milli iradeyi temsil edenler” olarak bu yolda “kefenimizi giydik”, bu “kutsal dava” uğruna ölümü göze alarak yola çıktık” diyorlar. “Korkaklar zafer kazanamaz’, zafer cesur olanlarındır, ‘stratejik zihniyetimize’ sarılarak bu yola baş koyanlarındır” diyerek, insanları “göklerden gelen sese uymaya” “kutsal dava” uğruna büyük “liderin-reisin” önderliğinde mücadeleye çağırıyorlar!...
Dikkat ederseniz buradaki çıkış noktası hep “Türkiye’nin gelişmesini ilerlemesini istemeyen güçler”, ve bunları organize eden o “üst akıl” anlayışıdır!...
Önceleri pek ayrıntıya girmiyorlardı, ama kendilerine olan güvenleri o kadar artmış olmalı ki, artık o “üst akıl”dan anlaşılan nedir onu da yazıp çizmeye başladılar! Bunların gözünde “üst akıl” denilen şey, o “büyük şeytan Batı” oluyor!!... ABD’den AB’ye kadar bütün o Batılı ülkeler işi gücü bırakmışlar “Türkiye’nin gelişmesini, ilerlemesini engellemek için” önümüze olmadık engeller çıkarıp duruyorlar! Mantık bu!... Buna, son günlerde bir de, Türkiye’nin, dış güçlerin-emperyalistlerin- ve onların içerdeki işbirlikçilerinin “fiili işgali altında olduğu” görüşü eklendi ki, buradan yola çıkılarak artık toplum da “yerli-milli” olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrılmaya başlandı (aynen 70’lerde bizim MDD-UDD tezlerinde olduğu gibi!...”Emperyalizm ve içerdeki gayrı milli yerli işbirlikçileri” diye başlayan o teorileri kastediyorum!... Bizleri, “ey Devgençli Devgençli savaş vakti yaklaştı, al silahını eline emperyalizme karşı” noktasına getiren de bu anlayış değil miydi!?). E, ne yapacaksınız bu durumda, başka yolu yok, bütün yollar “ikinci kurtuluş savaşına” çıkıyor!... Allahım sen bizi koru!!
Peki, “Türkiye’nin gelişmesi, ilerlemesi ve bunun engellenmeye çalışılması” derken ne anlıyor bu arkadaşlar?...
Çünkü bakıyorsun, AK Parti iktidarının ilk on yılında Türkiye neredeyse üçe katlanmış. İhracatımız almış başını gitmiş, 20 milyar dolar civarından 150 milyar dolarlara yükselmiş. Yani, bu arada daha çok üretmiş ve satmışız. Ürettiğimiz malları satamadığımız tek bir ülke bile kalmamış dünyada. Ve de biz bütün bu işleri yaparken bugün “üst akıl” diye tukaka ettiğimiz-ettikleri- o “Batı” dahil hiç kimse bize “dur bakalım, oralar bizim nüfuz bölgelerimiz oralara giremezsin” falan dememiş, diyememiş!!... Tam tersine, adamlar-o Batılı küresel sermayedarlar- bize güvenerek gelmişler, Türkiye’ye yatırım yapmışlar (hala o eski “emperyalizm” teorileriyle kafa patlatan “solcuları” çatlatırcasına)!!... Düşünün, Cumhuriyet’in kuruluşundan 2002’ye kadar Türkiye’ye giren “yabancı sermaye” miktarı 20 milyar dolar civarındayken, daha sonraki on yılda bu rakam 150 milyar doları bulmuş. Bunlar hep AK Parti iktidarı döneminde olan şeyler... E, o zaman?...
Hepsi bir yana, bu dönemde, bir yandan (2005’te) AB ile katılım görüşmeleri hızlanırken, diğer yandan da (2008 de) başkan seçilir seçilmez soluğu Türkiye’de alan ABD Başkanı Obama, parlamentoda konuşarak Türkiye’yi bütün İslam ülkeleri için “model ülke” olarak gösteriyor, Türkiye ile olan ilişkileri “model ilişkiler” olarak niteliyordu (bir o günlere bakın, bir de şu anki duruma)!... Yani, Türkiye’nin üretici güçlerini geliştirmesinden, bu anlamda ilerlemesinden kimsenin rahatsız olduğu falan yoktu o zaman!!... Tam tersine, o Batı’lı ülkeler de, Türkiye üretici güçlerini ne kadar geliştirirse insanların satın alma güçleri de o kadar gelişeceği için bundan memnun oluyorlardı. Çünkü, bu durumda onlar da ürettikleri mallar için daha çok alıcı bulabileceklerdi... 21.Yüzyılın mantığı böyle çalışıyordu...
Devam ediyoruz; gene bu dönemde, “model ülke Türkiye İslam’la demokrasiyi buluşturuyor”, “yeni tipten bir burjuva devrimi” yapıyor falan derken, bir de baktık Türkiye’nin yaktığı bu ateş bütün bir Ortadoğu’yu da içine alıveriyordu! “Arap Baharı” denilen olayın özü bu değil miydi?
Peki, bu kadar kısa bir zamanda Türkiye’yi birden öne çıkaran o sihirli yumuşak güç-“soft power” ne idi?
Sadece, daha fazla üretip satarak zenginleşme paradigması mı? Madalyonun bir yanında yazan elbette ki buydu, ama bunun yanı sıra Türkiye, bütün bu ülkelerde ezilmişliğin, ikinci sınıf insan yerine konmanın verdiği reaksiyonları da kanalize ederek müthiş bir kendine güven duygusunun ortaya çıkmasına neden oluyor, tarih boyunca bastırılan iç dinamikleri harekete geçiriyordu.
Sonra, “One Minute”, “Mavi Marmara”, “Dünya beşten büyüktür” falan derken Türkiye bir anda 21.Yüzyılın “soft power’ı” denilen o yumuşak gücü eline almış, insanların zihinlerinde vicdanlarında yer tutarak ilerliyordu...Düşünün, bu dönemde “Erdoğan” adı bir bayrak gibiydi neredeyse! Ortadoğu’da nereye giderseniz gidin müthiş bir prestije sahip oluyordunuz!...Tahrir Meydanı’nda bile Erdoğan’ın direkt konuşması yayınlanıyordu kitlelere!...
Tam bu noktada altı çizilmesi gereken en önemli husus, sanırım, bu dönemde Türkiye’nin farkında olmadan (artık böyle diyoruz!!) eline aldığı o “Soft Power’ın”-yumuşak gücün- ne olduğu, böyle bir “silahla” donanmış olan Türkiye’nin nasıl olupta bütün o 20.Yüzyıl kalıntısı ulus devletler hiyerarşisi karşısında sesini duyurabildiğidir...
Burada söz konusu olan “soft power-yumuşak güç”, herşeyden önce, 21.Yüzyıla damgasını vuran, onu 20.Yüzyıldan ayıran PARADİGMADIR: Daha iyi kalitede malları daha ucuza üretmek, katma değeri-bilgi içeriği-yüksek mallar ütererek bunları dünyanın her yerinde satabilmek... Ve de bu arada, 20.Yüzyılın egemen ulus devletler dengesi üzerine kurulu statükosuna karşı İNSANLIĞIN VİCDANINI temsilen ortaya çıkmak. Ancak buradaki en hassas nokta, bütün bunları yaparken, yani 20.Yüzyıl kalıntısı o ulus devletler statükosuna karşı dururken, bunu “kapitalizmin gelişmesinin eşit oranda olmaması kanununa” göre yükselen yeni bir ulus devlet gücü olarak, onları tehdid eden, varolan dengeyi, statükoyu zorla, bilek gücüyle değiştirmeye çalışan bir instanz olarak değil, insanlığın vicdanını harekete geçirerek yaşamı değiştirmeyi öne alan “yumuşak” bir “güç”-instanz- olarak yapmak...
E peki ne oldu sonra, ne oldu da ABD’den AB’ye kadar bütün o “Batılı ülkeler”, “model ülke” dedikleri Türkiye’nin “gelişmesini, ilerlemesini engellemek için onun ayağına çelme takan” bir “üst akıl” haline geliverdiler?
Daha önce bütün bu konuları ayrıntılı olarak ele aldığımız için aynı şeyleri burada tekrarlamayacağım. Olayın özü kısaca şudur:
Türkiye’yi yönetenler meseleyi-bu “yumuşak güç olayını- kavrayamadılar! AK Parti’nin iktidara gelişi olayını çözemediler! Bunun, iç ve dış dinamiklerin bir araya gelmesiyle gerçekleşen, küreselleşme sürecine uygun bir olay olduğunu göremediler. Bizzat AK parti’nin kendisinin bile bu dönemde bir tür koalisyon olarak iktidara geldiğini farkedemediler. Ve bir süre sonra sandılar ki, “vay anasına be, biz ne imişiz”!!.. Yapılan bütün o işleri kendilerine, kendi nefislerine-kendi içlerindeki şeytana- malederek, herşeyin “göklerden gelen sesin”, onu temsil eden mesih mertebesine çıkardıkları kutsal “liderin” iradesiyle başarıldığını düşünüp, “Tanrı bize yürü ya kulum” dedi havasına giriverdiler!... Bir kere zihinlere bu virüs girince de, gerisi kolay geldi artık!... Bu kafayla kendilerine ideolojik, çağ dışı-yeni Osmanlıcı, Devletçi- bir paradigma çizerek, bundan sonraki bütün davranışlarını bu “büyük tabloya” göre düzenlemeye başladılar!...
“1.Dünya Savaşı Osmanlı’yı-Devleti- parçalamak için çıkarılmıştı”!...
“Bu savaşla birlikte Devletin ana gövdesi ve parçalar birbirinden ayrılarak tarihsel derinliğimiz yok edilmiş oluyordu”. “Bütün bunları yapanlar Amerikasıyla AB siyle bugün “üst akıl” denilen o Batılı emperyalist ülkelerdi”. “Bunlar, Devleti-Osmanlı’yı parçalamakla da kalmamışlar, zamanla, içerde bir yerli işbirlikçiler zümresi yaratarak fiili işgal durumunu sürdürmüşler, ana gövde olarak gelişmemizi, ilerlememizi engelleyen başlıca faktör haline gelmişlerdi”...
“Ortadoğu’nun bütün o zenginlikleri aslında bize-şanlı geçmişimize, emperyal Devletimize” aitti. “Bizden zorla alınan bu zenginlikleri bugün yeniden geri almak durumundaydık”. “O zaman ne “cari açık” sorunu kalırdı ne birşey”... Ve, varılan en önemli sonuç da: “1. Dünya Savaşı’nın henüz daha bitmemiş” olmasıydı!... “Şimdi intikam zamanıydı. Kaybedilenlerin geri alınması zamanıydı”. “Ki, bunun da yolu büyük bir “restorasyon” faaliyetiyle, “tam bağımsız- emperyal bir Türkiye’yi yeniden yaratmak için ikinci bir kurtuluş savaşı vermekten” geçiyordu!...
Tabi bütün bunları başarabilmek için de “güçlü bir Devlete sahip olmak zorundaydık”.
“Devletimiz ne kadar güçlü olursa bu şer odaklarıyla mücadelede de o kadar başarılı” olabilirdik... “Emperyal büyük Türkiye’ye giden yol tarihten gelen “stratejik zihniyetimize” sahip çıkarak, “korkmadan” ilerlemekten” geçiyordu. “Nasıl ki bir zamanlar Osmanlı bütün o şer odaklarını birer birer temizleyerek bir cihan devleti haline gelmişse, şimdi de aynı şekilde onu küllerinden yeniden dirilterek ayağa kaldırmak bizim görevimizdi”. “Emperyalistler daha mı güçlülerdi, onların daha güçlü silahları, uçak gemileri mi vardı, hiç farketmezdi. Bizim de yukarda Allahımız vardı. O bizim yanımızda olduktan sonra hiçbir güç bizim önümüzde duramazdı”!...
Ve ondan sonra artık Türkiye “uçak gemisi” falan yapmaya falan soyunacak, öyle “soft power”mış falan bunları bir yana bırakarak güçlü bir ulus devlet olarak sahnede yer tutmaya çalışacaktı!...
Bu yazdıklarım hikaye değil ha!!... Son üç yıldır basında yazılıp çizilen, bunun da ötesinde, Türkiye’nin iç ve dış politikasına yer yer hakim hale gelen düşünceler bunlar.
Artık ortada bambaşka bir Türkiye vardı!...
Neredeyse, o ilk zamanların “soft power’ını”-yumuşak gücünü-elinde tutan Türkiye gitmiş, onun yerine ulus Devleti yücelten bambaşka bir Türkiye çıkmıştı ortaya! İnsanların vicdanına hitab eden, 21.Yüzyılın vicdanı olmaya çalışan, bu arada da, daha çok üretip daha çok ticari ilişkiler kurarak, “kazan-kazan” politikasıyla birlikte güçlenmeye çalışan, gücünü 21.Yüzyıla özgü bu türden modern bir paradigmadan alan Türkiye anlayışının yerini, “ancak eskiyi restore ederek güçlü bir Devlete sahip olursak, ve bize ait olan parçaları ana gövdeyle birleştirirsek daha ileriye gidebiliriz” anlayışına sahip bambaşka bir Türkiye almıştı...
Sonuç ortada!... Sen adamların karşısına 21.Yüzyılın “Soft Power’ını” elinde tutan bir güç olarak değil de (hazır bu gücü yakalamış, onu eline almışken, bunu bir yana bırakarak) “Kapitalizmin Gelişmesinin Eşit oranda Olmaması Kanunu’na” göre yükselmeye çalışan 20.Yüzyıl kalıntısı bir ulus devlet gücü olarak çıkmaya kalkarsan, yarışı bu türden bir kulvara taşırsan, onlar da, bu alanda senden çok daha güçlü oldukları için, seninle bu dilden konuşmaya başlarlar!... Olay budur!... Bu nedenle, “üst akıl” falan diyerek kabahati kimsede aramayalım, “taşlamaya çalıştığımız” o şeytan bizim kendi içimizdedir!!
Şu aşağıdaki gazete haberlerine bir bakın:
“BBC’ye telefon bağlantısıyla konuşan NATO Genel Sekreteri, hava saldırılarının PKK ile olan barış sürecini tehlikeye soktuğunu söyledi. Stoltenberg "Her ülkenin kendini savunma hakkı vardır. Türkiye’nin de terörist saldırılara karşı savunma hakkı vardır. Ama, bu savunma ölçüler içinde kalmalı ve gereksiz yere sorun daha da büyütülmemelidir” dedi. Stoltenberg, “bir terörist saldırı, sorunun barışçıl ve siyasi yollarla çözüm çabalarını engellememelidir” diye konuştu.
Stoltenberg, “Türkiye kendini NATO olmadan da savunabilir” dedi.Stoltenberg Türkiye’nin, ABD’nin öncülüğünde IŞİD’e karşı savaş için kurulan uluslararası askeri koalisyona büyük katkısı olacağını düşünmediğini söyledi. Stoltenberg, “Türkiye’nin büyük bir ordusu ve güçlü güvenlik güçleri var. Bu nedenle gelecekte Türkiye’ye askeri bir destek söz konusu değil. Türkiye kendini NATO olmadan da savunabilir” şeklinde konuştu.
http://www.milliyet.com.tr/nato-genel-sekreteri-nden-pkk/dunya/detay/2121304/default.htm
Bu “haber” daha sonra, akşama doğru gene gazetelerde “yalanlandı”! İyi güzel de, “yalanlamak” yetiyor mu, aslında herkes onların-eski müttefiklerimizin- artık bu şekilde düşünür hale geldiklerini bilmiyor mu?...
Bakın gene aynı gün (bu yazıyı yazmaya başladığım 22.9.15 günü) basında daha neler vardı:
--“ABD: YPG'yi terörist örgüt olarak görmüyoruz. ABD, PKK'nın Suriye'deki kolu PYD'nin askeri kanadı YPG'yi terörist örgüt olarak görmediklerini açıkladı “...
--“Almanya’dan Türkiye’ye Kürt sorunu ve PKK ile mücadele konusunda küstah bir uyarı geldi”...
Bakın bütün bunları- bütün bu süreci, varılan noktayı- basında artık belirli bir odağın sözcüleri haline gelen bazı kalemler nasıl açıklıyorlar: http://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimkaragul/pkknin-patronlari-neden-paniklediniz-2021984
„Bugün PKK saldırıları diye gördüğünüz şey aslında bir tür müttefik saldırıları. Arkasında Türkiye'nin dostları var. IŞİD'le ortak mücadele verdiği ülkeler var. Bombalı araç eğitimleri, mayınlı tuzak eğitimleri orada bu ülkeler tarafından veriliyor. Askerlerimiz, polislerimiz işte bu eğitimler sonrasında şehit ediliyor.
Bu savaşın adını koyalım? Peki kim kiminle savaşıyor? Bu savaşın adını nasıl koyacağız?... Türkiye PKK kadar “YPG'ye de müdahale etmeli” derken, “Türkiye o ölümcül koridoru boşa çıkarmalı” derken, işte bu ortaklığa dikkat çekmeye, dışarıdan çevreleme ile paralel biçimde içeriden yürütülen “iç işgal” girişimine dikkat çekmeye çalışıyorduk”...
Bakın, işin şakaya gelir yanı kalmadı artık!...
Siz tutar da kendinizi İslam aleminin kurtarıcısı ilan ederek, kendinize „parçaları gövdeyle birleştirip“ Osmanlı Devleti’ni küllerinden yeniden yaratma misyonunu atfederseniz, “1. Dünya Savaşı’nın Devleti- Osmanlıyı paylaşmak için yapıldığını” söyleyip, “bu savaşın bitmediğini, şimdi intikam zamanı olduğunu, Batı’ya ve onun içerdeki işbirlikçilerine karşı „ikinci bir kurtuluş savaşı“ verme aşamasında olduğumuzu” ilan edip, halkı „milli“ olanlar ve “olmayanlar” şeklinde tasnif etmeye kalkarsanız, bütün herşeyi düşman Batı’ya-Batı medeniyetine karşı Doğu’nun-İslam’ın mücadelesi-savaşı olarak görüp politikanızı buna göre şekillendirerek, amacınızın „emperyal bir Türkiye yatarmak” olduğunu ilan ederseniz bütün o “eski müttefiklerinizi”de karşınıza alır, adeta bindiğiniz dalı kesmeye başlarsınız, daha ne bekliyordunuz ki?... E, o zaman Rusya zaten karşımızda (her ne kadar “Danışman” arkadaş tersini söylese de !!) Çin desen o da öyle, yani bunların ikisi de Suriye ve Ortadoğu politikasında Türkiye’nin karşısında duruyorlar. İran’ın durduğu yer zaten belli. Siz şimdi “Batı’yı” ka karşınıza aldığınıza göre kim kalıyor geriye?? Katar’la S.Arabistan mı? Bunlarla mı kuracaksınız yeni-“emperyal” Türkiye’yi!... Ama tabi bir de “Allah var ya arkanızda”!... Allah akıl fikir dağıtırken neredeydik biz Allah aşkına!!..
Çok açık, siz bütün bunları söyleyerek bu yönde adımlar atmaya başladığınız andan itibaren adamlar da dediler ki, “bunların niyeti kötü! Bunlar, Arapları falan da peşlerine takarak bir İslam imparatorluğu yaratıp Osmanlı’yı yeniden dirilterek başımıza bela olacaklar (!), baksanıza, zaten ellerinden gelse İsrail’i de çiğ çiğ yiyecekler, bu nedenle bunları durdurmak lazım”!..
E, peki nasıl olacaktı bu iş?
İşte o an, PKK ‘nın devreye girmeye başladığı andır (“barış sürecinden” falan hiç hoşnut olmadıkları için onlar da zaten fırsat gözetip duruyorlardı): “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla, “siz o işi bize bırakın, siz sadece bizi destekleyin yeter” deyiverdiler!!... Tam bu arada, sayın Erdoğan’ın, “ne Kürt sorunu, Kürt sorunu falan yoktur, Dolmabahçe buluşması da yanlış olmuştur” deyişi de onlara fırsat yaratınca, iş çığrından çıkmaya başladı!...
Olay budur!.. Ha, bütün bu söylenilenler (Türkiye’de ipleri ellerinde tutan jakobenlerin söylediklerini, yazıp çizdiklerini kastediyorum) gerçekleştirilebilir şeyler midir? Yani öyle „parçaları ana gövdeyle birleştirerek Osmanlı’yı yeniden diriltmek falan mümkün müdür? Birileri bunları söylüyor diye bunların gerçekleşme şansı var mıdır? Ve de, ortada gerçekten Batılı ülkelerden Rusya’ya, İran’a ve Çin’e kadar, bütün o 20.Yüzyıl kalıntısı dengeyi birlikte oluşturmuş olan ülkeleri korkuya salacak bir tehlike var mıdır? Bir zamanların Almanya’sı gibi gelen ve bütün kurulu dengeleri tehdid eden bir Türkiye tehlikesi midir söz konusu olan? Bu ayrı bir konu!!.. Sen „geliyorum“ diyorsun ve ona göre de adımlar atmaya çalışıyorsun (!), adamlar da buna karşı bir politik çizgiye giriyorlar, mesele budur!…
Sanki PKK’nın izlediği politikanın başarı şansı var mıdır? Onlar da ne yapsınlar, „böyle bir fırsat bir daha gelmez, böyle bütün dünyayla kavgalı, herkese karşı savaş açmış bir TC hükümetini bir daha bulamayız“ diyerek, fırsat bu fırsattır deyip kendi ideolojik programlarını hayata geçirmenin-„devrimci halk savaşının“- vaktinin geldiğini düşünerek girdiler işin içine!
Görüyorsunuz, siyaset boşluk kaldırmıyor. Sen kendi elinle koşuyu 21.Yüzyıl kulvarından 20.Yüzyılın ulus devletler kulvarına taşımaya kalkarsan, ötekiler de (onlar zaten 20.Yüzyıl kalıntısı oldukları için) hemen buna balıklama atlayıverirler!.. Sonuç mu, kazananı olmayacak bir savaş ve üretici güçlerin tahribi sürecidir bu yaşanılan!…
Tekrar „Üst akıl“ meselesi!...
Ondan sonra tutup bas bas bağırıyorsun, yok efendim bir „üst akıl“ varmışta, bütün olup bitenleri, „Türkiye’nin gelişmesini, ilerlemesini istemeyenleri bu „üst akıl“ organize ediyormuş!... Sen tutar da „Türkiye’nin gelişmesinden, ilerlemesinden Osmanlı’yı mezardan çıkarmayı (üstelik de bu sefer bir ulus Devlet olarak) anlarsan, Arapları peşine takarak „emperyal bir Türkiye „ kurmayı hayal edersen e, onlar da ne yapacaklar tabi, seni durdurmaya çalışacaklar!… Sen kendi kendine gelin güvey olurken onlar da bütün bunları ciddiye alarak senin kuyunu kazmaya çalışıyorlar. Bu kadar açık!...
Peki, Türkiye İsrail’in Filistin-Gazze politikalarına karşı çıkmasa mıydı? „Dünya beşten büyüktür“ demese miydi? Arap Baharı’nı desteklemese miydi? Esed’in zulmünden kaçan insanları misafir etmese miydi?
Hayır efendim „One Minute“ çıkışında da, „Mavi Marmara“ olayında da, „Dünya beşten büyüktür“ çıkışını yaparken de yerden göğe kadar haklıydı Türkiye ve Erdoğan!… Dikkat ederseniz o zaman Türkiye’nin bütün bu çıkışlarına-politikalarına İsrail dışında kimse birşey diyememişti, İsrail’in bile sesi fazla çıkamıyordu! Neden peki, neden bugün Türkiye’yi Nato’dan atmayla tehdid edenler, hergün Türkiye aleyhinde şurdan burdan laf sokuşturanlar, her türlü fitne fücürü destekleyenler neden o zaman seslerini çıkaramıyorlardı? Batı, gene aynı Batı idi, Nato gene aynı Nato idi, bırakınız Türkiye’nin ayağını kaydırmak için bahane aramayı, neden bütün bu „şer güçleri“ o zaman Türkiye’yi destekliyorlardı?
Ben size söyleyeyim. Değişen Batı falan olmadı; değişen, „değişen Türkiye’yi „ anlayamayarak onun gerisinde kalan ve kendini dev aynasında görmeye başlayan kerameti kendinden menkul yeni jakoben yönetici elitimiz oldu!... Şimdi anlıyoruz ki, başlangıçta, küresel rüzgarları arkalarına alarak, küresel dinamiklerle iç dinamikler arasındaki bağlantılar zemininde Türkiye’yi ayağa kaldıranlar bütün bu işleri yaparlarken dayandıkları en önemli gücün 21.Yüzyılın „Soft Power“ı-yumuşak gücü- olduğunu o zaman da hiç anlamamışlar! Herşey kendiliğinden, bilinçdışı bir şekilde gerçekleşmiş. Bütün olup bitenlerin kerametinin kendilerinde olduğunu vehmetmelerinin, ya da „göklerden gelen ilahi bir sesin „ kendilerine Tanrısal bir güç verdiğini düşünmeye başlamalarının başka izahı yoktur!… Bir „One Minute „ çıkışından, „Dünya beşten büyüktür“ çıkışından sonra ortaya çıkan büyük sempati dalgasını kendi Tanrısal nefislerine vehmedenler, birden, „yumuşak güçle“ 20.Yüzyıl kalıntısı ulus devlet gücünü karıştırmaya, ancak „güçlü Devlet“ olunursa bütün adaletsizliklerin giderilebileceğini düşünmeye başladılar!… İşte o an, AK Parti’nin ve onun „doğal liderinin“ Devletleşerek değişmeye başladığı andır!... Biz bu „Devletleşerek değişme“ olayının ne anlama geldiğini daha önce Demirel örneğinde de görmüştük!... Şimdi, bir kere daha, „Devleti ele geçirerek değiştirmeye“ çalışanların nasıl Devlet tarafından ele geçirilerek değiştirilmeye başlandığına şahit oluyoruz!…
Basında bu sürecin teorisyenliğine soyunanların şu anlayışına bakın:
„Eskinin devlet iktidarının dar toplumsal tabanı genişledi, daha muhafazakar, daha milli olan oldukça geniş kitleler, devletle kucaklaştı. Devlet aygıtı bu toplumsal değişime göre, yeni bir omurgaya kavuştu.Siz bu omurganın sadece AK Parti'nin tabanı mı sanıyorsunuz? Yüzyıllardır devam eden değişerek varolma yeni bir aşamaya girdi ve bu toplumsal taban değişikliği ile devletin ömrü uzatıldı”. http://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimkaragul/fiili-isgale-direnmek-istanbulu-savunmak-2021942
Bu anlayışın içinde yeni bir anayasa ile Devleti yapısal olarak değiştirerek yeni bir Türkiye’yi inşa falan yoktur. Burada açıkça, varolan Devletin ona yeni bir şekil kazandırarak ömrünü uzatmaktan bahsediliyor... Daha öncekiler bu “Devleti kurtarma” işini Batılılaşarak yapmaya çalışırlarken bunlar da şimdi aynı işi Batı düşmanlığını temel alan kendine özgü bir Osmanlıcılıkla-İslamcılıkla yapmaya çalışıyorlar... Böylece aradaki fark, ittihatçı bir liberalizmle, ittihatçı bir muhafazakarlık arasındaki farka indirgenmiş oluyor! Helal olsun vallahi! Bu kadar yol al, bu kadar mesafe kat et, ondan sonra benim oğlum bina okur döner döner yine okur misali gel gene aynı Devletin kucağına otur!...
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023