Serdar KAYA
Türkiye’de Charlie Hebdo‘ya yönelik eleştiriler çok dengeli ve objektif olmadı. Ancak buCharlie Hebdo‘nun eleştiriden muaf olduğu anlamına gelmiyor. Dergi, dünyanın farklı yerlerinde gayet makul argümanlarla da eleştirildi, eleştiriliyor. Britanyalı müslüman gazeteci Mehdi Hasan‘ın Huffington Post‘ta yayınlanan 13 Ocak 2015 tarihli yazısı bu çerçevede önemli bir örnek. Zira, Hasan’ın yazısı, sadece müslümanların hassasiyetlerine vurguda bulunmakla yetinmiyor; ifade özgürlüğü konusundaki prensiplerin ve uygulamaların gri tonlarını bir dizi tutarlı örnekle izah ediyor.
Madalyonun diğer yüzü
Mehdi Hasan’ın yazısındaki argümanlar arasında belki de ilk altı çizilmesi gereken nokta, düşünce ve ifade özgürlüğünün aslında sınırsız olmadığı gerçeğinin sıklıkla atlanıyor olması. Şiddeti teşvik eden ya da insanların kişilik haklarını ihlal eden ifadeler (her ne kadar çizgiler farklı yerlerden çizilse de) halihazırda hiçbir Batı ülkesinde serbest değil. Ancak Hasan, bu malum örneklere ek olarak, tıpkı müslümanlar gibi Batılıların da kimi önemli (ve değerli) hassasiyetlere sahip olduklarını ve yayın politikalarını bu hassasiyetler doğrultusunda şekillendirdiklerini hatırlatıyor.
Örneğin, Holokost böyle bir hassasiyet. Holokostu inkâr eden beyanlar, kimi Avrupa ülkelerinde ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmediği gibi, hapisle dahi cezalandırılabiliyor. Belki bu noktada daha da önemli olan, Avrupa’da herhangi bir ciddi yayının Holokostu (ya da 11 Eylül’de kulelerden aşağıya atlamak zorunda kalan insanları) alaya alan karikatürlere müsaade etmeyecek olması ve bunun (elbette) doğal karşılanması.
Peki ya farklı fikirlere tahammül konusu? Hasan bu konuda da, filozof Brian Klug’un kurguladığı bir düşünce deneyine yer veriyor. Deney gayet basit: Charlie Hebdo Katliamının ardından düzenlenen yürüyüşte şayet biri çıkıp da, hayatını kaybeden karikatüristleri alaya alan ya da katilleri yücelten bir pankart açsa, kalabalığın tepkisi ne olurdu?
Klug, böyle bir farazi durumda ilgili kişinin kalabalığın elinden sağ kurtulamayacağını öngörmüş. Bu öngörünün biraz abartılı olduğu iddia edilebilir. Ancak burada asıl önemli olan, Hasan’ın bu gibi örnekler vererek yaptığı karşılaştırmalar. Zira, gerçekten de her toplumun kendi tarihi ve siyasi tecrübeleri doğrultusunda şekillendirdiği kimi değerleri var ve insanlar çoğu zaman dünyayı bu değerleri temel alarak algılıyorlar. İnsanların kendi hassasiyetlerini veri kabul ederken, başkalarınınkileri abartılı (ve hatta gereksiz) bulmaları da bu yüzden.
Basın özgürlüğü
Hasan, basın özgürlüğü konusunda da önemli örnekler veriyor. Charlie Hebdo‘nun 2008 yılında antisemitik bir ifade kullanan Fransız karikatürist Maurice Sinet‘nin işine son verdiğini vurguluyor. Dergide yayınlanan bir karikatürde Fransa’nın Afrika kökenli Adalet Bakanı Christiane Taubira‘nın maymun şeklinde tasvir edildiğini hatırlatıyor. 11 Eylül’den sonra derginin İslamofobik bir çizgiye kaymış olması gibi nüanslar veriyor. Ve neticede, bu gibi nedenlerden ötürü kendisinin Charlie olamayacağını ve olmak istemediğini söylüyor.
Hasan’ın, Charlie Hebdo haricinde verdiği örnekler de önemli. Bunlardan biri, 2009 karikatür krizi ile gündeme gelen Danimarkalı günlük gazete Jyllands-Posten‘ın daha önce İsa’yı yeren bir dizi karikatürü hakaretamiz bulduğu için yayınlamayı reddetmiş olması. Bir diğer örnek ise, Yemen’de gerçekleşen ABD saldırılarını konu eden gazeteciAbdülilah Haydar Şaye‘nin taraflı bir mahkeme kararıyla hüküm giymesi. Zira, Yemen halkının tepkisi üzerine Şaye’nin affı gündeme gelse de, (iddialara göre) Barack Obama’nın telefonu üzerine ilgili gazetecinin tutukluluğu sona erdirilmedi. (Yemen konusunda etraflı bir çerçeve için, 2013 yapımı, Oscar ödüllü belgesel Dirty Wars‘a bakılabilir.)
Aslında çok zor değil…
Mehdi Hasan’ın yazısı, Charlie Hebdo Katliamı’nın ardından İslam dünyası içinden gelen en makul yazılardan biri oldu. Yazı, Oksidentalizmin basit kategorilerine sığınmıyor. Katliamı gerekçelendirmeye çalışma yoluna gitmiyor. Aksine, gazetecilerin ya da karikatüristlerin öldürülmesinin gerekçelendirilemeyeceğini net bir şekilde ifade ediyor ve sonrasında bu ifadelerle çelişecek (ya da bu ifadeleri yumuşatacak) herhangi bir şey söylemiyor. Aslında yazının yaptığı tek bir şey var: Olaylara hep belli bir pencereden bakmaya alışmış olan bazı insanlara kimi önemli hatırlatmalar yaparak, “Konunun bir de bu yönü var” demek.
Bütün bunlar Mehdi Hasan haklıdır ya da haksızdır demek değil. Hasan’ın yazısı elbette eleştirilebilir. Ancak, Hasan ile aynı fikirde olup olmamak bu noktada önemli değil. Önemli olan, Hasan’ın kendi İslami perspektifi içinden bir pozisyon almış ve bu pozisyonu makul argümanlarla destekleyebilmiş olması. Aslında bu pek de zor bir şey sayılmaz. Ama nedense Türkiye’nin İslami kesiminde (özellikle son dönemde) bu kadarına dahi az rastlanıyor.
Laik kesimin tepkileri
Konu Charlie Hebdo olunca, ekseriyetle İslami kesim içinden gelen tepkilere odaklanmak belki doğal. Ancak, İslami kesimin sorunları kendine özgü olmaktan ziyade, Türkiye’deki genel tartışma kültürü yoksunluğu ile ilgili. Yoksa, ülkenin geri kalan kesimleri gayet rasyonel davranırken İslami kesim farklı bir yol tutmuş değil.
Şayet Türkiye’de oturmuş bir tartışma kültürü olsaydı, Charlie Hebdo Katliamı’nın ardından belki daha doyurucu metinler okuyabilirdik. Ne yazık ki, böyle bir şey mümkün olmadı. İslami kesim dar bir Oksidentalizme hapsolurken, laik kesim yerli Oryantalizm örnekleri sergiledi.
Bu noktada, laik kesimin tavrındaki tutarsızlığı da atlamamak gerekli. Şöyle ki, Türkiye laikleri, konu İslam karşıtlığı olunca, Charlie Hebdo ile aralarında bir bağ kurmakta zorlanmadılar. Ancak Charlie Hebdo, (tıpkı öncülü Hara-Kiri gibi) sadece inançlara değil, otoriteye, otoriter uygulamalara, orduya ve lider kültüne de epey mesafeli olan birdergi. Dolayısıyla, hem Kemalist hem de Charlie Hebdo yanlısı olmak pek de tutarlı bir siyasi tavır sayılmaz.
Bir düşünce deneyi
Kemalist diktatörlük 1925 yılında kuruldu. Yönetici kadronun ilk icraatlarından biri, Ankara’dan İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi göndererek İstanbul basınını susturmak oldu. 1926 yılında Sarayburnu’na ilk Mustafa Kemal heykeli dikildi. İlgili lider kültümüteakip yıllarda giderek genişledi ve ülkenin siyasetini topyekûn esir aldı. Lider’in ölümüne dek, hiçbir gazetecinin onu eleştirebilmesi mümkün olmadı.
TBMM, 1951’de Lider’in anısını koruma altına alan bir kanun geçirdi. Onyıllarca gayet esnek bir şekilde yorumlanan bu kanun çerçevesinde çok sayıda yazar hapse girdi. Ancak Türkiye’nin Kemalist kesimi bu kimseleri yazardan (ve hatta insandan) saymadığı için, hapse girmelerini düşünce ve ifade özgürlüğü noktasında bir problem olarak görmedi. 2007 yılında YouTube’un kapatılması da yine aynı kanundan hareketle oldu.
Özetle, ortada gayet kaba ve problemli bir siyasi gelenek var. Ne var ki, bu geleneğin temsilcileri kendilerini özgürlükçü insanlar olarak görmeyi bir şekilde başarabiliyorlar.Charlie Hebdo‘ya düzenlenen saldırı (ve bu saldırının gerekçelendirilmesi) onlara göre çok yanlış. Zira, yazarların, sanatçıların ve karikatüristlerin özgürlüklerinin sınırlandırılmaması gerektiği fikrindeler!
Eğer gerçekten böyle düşünüyor iseler, ne mutlu… “Demek bu köhne siyasi geleneği sonunda terk etmişler” deyip seviniriz… Ama önce bir sormakta fayda var: Karikatüristlerin özgürlüğünü sadece İslam dinine ve peygamberine yönelik karikatürler özelinde mi savunuyorsunuz, yoksa bu genel bir tavır mı?
Örneğin, Charlie Hebdo karikatüristi Corinne Rey (Coco), derginin 19 Eylül 2012 tarihli 1057. sayısında İslam peygamberini çıplak olarak secde eder vaziyette tasvir etmişti. Rey şayet Mustafa Kemal’i aynı vaziyette tasvir etse, böyle bir karikatürü de ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirir miydiniz?
Bu çok basit bir soru. Ve “Evet” diyorsanız, Türkiye’de bazı şeyler gerçekten de değişmeye başlamış demektir.
––––––
Yazı arşivi: İslam ve Batı konulu diğer yazılar
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014