Serdar KAYA
[1. Bölüm: Avrofobi]
Belli ki, empati kurmakta çok başarılı bir toplum değiliz. Bu nedenle, her şeyi baştan kurgulayarak ilgili saldırıyı yeniden değerlendirmekte fayda var.
Avrupa, İslam ve müslümanlar
1900’lü yılların başlarında Batı Avrupa’da belirgin bir müslüman varlığı yoktu. Özellikle 1950’ler ve sonrasında yaşanan bir dizi göçmen akını, kıtanın demografisini büyük ölçüde değiştirdi. Bugün itibariyle Batı Avrupa’da takriben 18 milyon müslüman yaşıyor – ki bu, toplam nüfusun yüzde 4’ten fazlası demek. (Ülke bazında ise, yüzde 0.3’ten yüzde 7.5’e kadar uzanan geniş bir aralık var.)
Batı Avrupa devletleri, İslami pratik ve gelenekler konusunda farklı politikalar ürettiler. Bu politikalar pek çok yönüyle halen idealden epey uzak olsa da, müslümanların eşitliğinin temini adına özellikle 1980’lerden bu yana büyük mesafeler alındı.
Türkiye’de Batı’ya yönelik sömürgecilik, İslamofobi ve ayrımcılık eksenindeki suçlamalar yeniden alevlendiği için bu noktada belki belirtmek gerekli: Batı Avrupa ülkelerinin müslümanlara yönelik politikaları, Türkiye’de gayrimüslimlere yönelik politikalardan daha dışlayıcı değil. Aksine, aradaki fark belirgin derecede Avrupa lehine. Birkaç örnek vermek gerekirse:
1) Batı Avrupa’nın çoğu şehrinde cami açmak, Türkiye’de kilise açmaktan daha zor değil. Özellikle minareli camiler konusunda kimi yerel yönetimlerin epey isteksiz davrandıkları doğru. Ancak, Avusturya’nın iki eyaleti ve İsviçre dışında genel bir minare yasağı yok. Batı Avrupa’daki müslümanların takriben yarısının yaşadığı Almanya, Britanya ve Fransa’da toplamda 5000’den fazla cami var. (2010 itibariyle, Almanya’da ~2600, Britanya’da ~1175 ve Fransa’da ~2100 cami bulunuyor.)
2) Pek çok Batı Avrupa ülkesinde, devlet okulları müslüman öğrenciler için İslam dersleri veriyor. Kimi ülkeler, bu hakkın temini adına ciddi adımlar atmış durumda. Örneğin, Finlandiya’da, bir şehirde sadece üç öğrencinin talepte bulunması, İslam dersi açılması için yeterli. Britanya, Hollanda ve İsveç gibi kimi ülkeler ise, normatif bir içeriğe sahip olan ve hristiyanlığı merkeze alan din derslerinin formatını değiştirerek, İslam’a ve diğer dinlere de yer veren, daha kuşatıcı ve objektif din dersleri teşkil etme yoluna gittiler. Bu konuda ayrıca önemli olan bir nokta ise, İslam derslerinin sunuluş şekli. Özellikle Belçika gibi İslam dinini resmi olarak tanımış olan ülkelerde, İslam dersine giren öğretmenleri (devlet ile formal bir ilişkiye sahip olan) İslami kuruluşlar atıyor. Bunlara ek olarak, Avrupa’nın pek çok ülkesinde, müslüman derneklerce açılmış özel okullar da var. Kimi devletler bu okullara mali destek veriyor. Danimarka ve Hollanda bu konudaki en belirgin örnekler arasında.
3) Pek çok Batı Avrupa ülkesinde, imamlar (tıpkı papazlar gibi) hastaneleri, hapishaneleri ve hatta kışlaları düzenli olarak ziyaret ediyorlar. Bu kurumlardan kimileri, imamları kadrolu olarak çalıştırıyor ve maaşlarını ödüyor.
4) Batı Avrupa’da başörtüsü yasakları kuraldan ziyade istisna durumunda. (Avrupa’da başörtüsüne karşı yasaktan ziyade önyargı var.) Avrupa’da ülke çapında başörtüsü yasağı bulunan Fransa dışında bir ülke yok. Yerel seviyede ise, Almanya’daki gibi eyalet ve Belçika’daki gibi okul bazında kimi yasaklar bulunsa da, bunlar dahi Avrupa geneli içinde küçük bir azınlık durumunda. Kaldı ki, bu yasaklar (Fransa’daki dahil) sadece ilk ve orta dereceli okulları (yani yetişkin olmayanları) kapsıyor. Üniversitelerde ise, bugüne dek hiç başörtüsü yasağı uygulanmadı. Dahası, hizmet alan-hizmet veren ayrımı yapan Almanya gibi ülkeler haricinde, başörtülü öğretmenler için de herhangi bir yasak yok. Bu özgürlüğün fiiliyata yansıması da çok nadir değil. (Son yıllarda yeniden İslam’a karşı mesafeli tavrıyla gündeme gelen Avusturya’da dahi başörtülü öğretmenler var.) Türkiye başörtüsü konusuna yıllardır kendi gündeminin penceresinden baktığı için, bu nüanslar halen yeterince bilinmiyor. Zira, Avrupa’da bugün başörtüsü özgürlüğü, sadece öğrenciler değil, (öğretmenler, polisler ve yargıçlar başta olmak üzere) devlet memurları için de konuşuluyor. Ve gidişata bakılırsa, bunca olumsuzluğa rağmen, kısa vadede (muhtemelen yargı haricinde) hemen her alanda daha fazla başörtülü devlet memuru göreceğiz.
5) Batı Avrupa’daki göçmen müslümanlar, eskiden beri ölülerini memleketlerine gönderme eğiliminde oldular. Ancak, Avrupa’nın hemen her bölgesinde açılmakta olan müslüman mezarlıklarıyla birlikte, bu eğilim artık zayıflıyor. Bazı Avrupa ülkelerinin mezarlıklar konusunda kendi yerleşik normlarını esnetmeye başlamış olmaları da bu noktada önemli. Örneğin, Belçika ve Fransa gibi ülkelerin kültürleri, mezarlıkların nötr olmasına büyük önem atfediyor. Yine de, bu ülkeler (başlangıçta direniş gösterseler de) zaman içinde müslümanlara bir dizi istisnai ayrıcalık tanıdılar. Kimi diğerleri, tabutsuz definlere de onay verdi. Hollanda ise, bütün bunlara ek olarak, müslümanların 24 saat içinde defnedilmelerini mümkün kılacak politika değişikliklerine gitti. (Avrupa’da artık sadece camilerde değil, kimi hastanelerde dahi gasilhanelerinin bulunuyor olması da bu noktada önemli.)
6) Batı Avrupalılar, hayvanları bayıltmadan öldürmeyi acımasızca buluyorlar. Bu konudaki düzenlemeler, müslümanlarla çok fazla ilgisi olmayan ve zaten büyük ölçüde müslümanların Avrupa’ya gelişinden çok önce başlamış olan bir sürecin sonucu. (Örneğin, bir hayvanı bayıltmadan öldürmek İsveç’te 1937’den beri yasak.) Bu uygulama, İslami hükümlere ters değil. Ancak elektroşokla yapılan bayıltma işlemi, bazı durumlarda hayvanların ölümüne neden olabildiği için, müslümanlar bu uygulamaya şüpheyle yaklaşıyorlar. Bu nedenle, çoğu Batı Avrupa ülkesi bayıltılmadan yapılan kesimler için müslümanlara (ve yahudilere) istisna tanıyor. Bu konuda esneklik göstermeyen sadece dört ülke var: Danimarka, İsviçre, Lüksemburg ve Norveç. Ancak bu ülkelerde dahi, kategorik bir yasak olduğunu söylemek zor. Zira, elektroşokun ölüme neden olmamasını temine gayret eden (Norveç gibi) ülkeler de var. Ayrıca, bugüne dek hiçbir ülke helal et ithalini yasaklamadı. Avrupa’nın içinden ya da dışından helal et temin etmek zor değil. Bu konunun bir diğer yönü ise, (özellikle kamu kuruluşlarında) helal yiyecek seçeneklerine yer verilmesi. Avrupa’daki pek çok hapishanede müslüman mahkumlar için özel yemekler çıkıyor. Hatta, Hollanda’daki kimi hapishanelerde verilen yemeklerde artık sadece helal et kullanılıyor.
İslamofobi?
Son birkaç yıldır, neredeyse sadece Batı Avrupa ülkelerinin müslümanlara yönelik politikalarını çalışıyorum. (Doktora tezimde 19 Batı Avrupa ülkesinin bu eksendeki politikalarını tek tek inceledim, karşılaştırdım, puanlandırdım ve bu politikaların İslamofobi üzerindeki etkilerini analiz ettim.) Yukarıda altı maddede (epey kısaca) özetlediğim konular, Batıdaki toplumsal hayatın içinde İslami pratik ve geleneklere yer verilmesine dair tartışmaların merkezinde yer alıyor.
Bu konulardaki olumlu ve olumsuz örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak bu tablonun bir İslamofobi tablosu olmadığını izah adına bu kadarı yeterli olmalı. Ne var ki, Türkiye’deki yaygın Avrofobi bazı gerçekleri görmeye engel oluyor.
Bir düşünelim…
Türkiye’nin (tıpkı Avrupa gibi) büyük bir göç aldığını ve göçmenlerin büyük bir kısmının (dindar ya da seküler) hristiyan olduklarını düşünelim. Böyle bir durumda, Türkiye’de bu yeni azınlığa yönelik yaygın tepkiler ne istikamette olurdu?
Mesela, bir Hristiyan göçü sonrasında Anadolu’nun binlerce kiliseyle dolmasına razı gelir miyiz? Devlet okullarında hristiyanlık dersleri de verilmesine ya da mevcut din derslerinin içeriğinin ülkenin yeni sosyal dokusunu yansıtacak şekilde nötrleştirilmesine taraftar olur muyuz? Hristiyanların açacakları (dini ya da seküler) okullara devlet tarafından mali destek verilmesini destekler miyiz? Hastanelerimize, hapishanelerimize, kışlalarımıza ikide bir papazların girip çıkmaya başlamasını doğal karşılar mıyız? Türkiye’de dahi doğmamış olan bazı hristiyan göçmenlere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verip, boyunlarındaki haçlarla devlet memurluğu yapmalarına müsaade eder miyiz? Şayet hristiyan göçmenlerin ardı arkası kesilmese, yasal olan ya da olmayan yollarla sürekli daha fazla göçmen Türkiye’ye girmeye çalışsa, sınır politikamız nasıl değişir? Peki ya göçmen aileler “yerli” “Türk” ailelere nazaran çok daha fazla sayıda çocuk sahibi olsalar ve rakamlar birkaç onyıl içinde hristiyanlığın Türkiye’de çoğunluk dini olacağını gösterse, bu gerçeğe kayıtsız kalır mıyız?
Türkiye’de kalan (ve göçmen değil, Anadolu’nun yerli haklarından olan) bir avuç gayrimüslime ve geleneklerine dahi tahammül edemezken, böyle bir tablo karşısında hoşgörülü davranabileceğimizden ne kadar emin olabiliriz? Türkiye başörtüsünün dahi yıllarca (sanki kötü bir şeymiş gibi) “rahibe kıyafeti” diye aşağılandığı bir ülke değil mi? Tek tük kalmış hristiyan mezarlıkları dahi zaman zaman milliyetçi vandallar tarafındantahrip edilmiyor mu? Bu durumda neden Avrupalılar İslamofob oluyor da, biz Avrofob ya da zenofob olmuyoruz?
Katliamı da yeniden düşünelim…
Türkiye’ye gelen hristiyan göçmenlerin bir kısmının (gerek hristiyan azınlıklara yönelik önyargılar gerekse başka nedenlerden ötürü) radikalize olduklarını düşünelim. Bu hristiyanlardan birkaçı İstanbul’da Paris’tekine benzer bir saldırı düzenlese, bu saldırıyı nasıl algılarız?
Okuyucusu olduğumuz bir dergi ya da gazetede bir katliam gerçekleşmesi ve düzenli olarak takip ettiğimiz yazarların bir anda bu şekilde hayatlarını kaybetmeleri üzerine nasıl bir şok yaşarız? Peki ya yurt içindeki ve dışındaki bazı hristiyanların çıkıp da, “Dünyada her gün bir sürü insan ölüyor, hatta bazılarını da müslümanlar öldürüyor, şimdi 10 kişi öldü diye ortalığı bu kadar ayağa kaldırmak neden?” gibi sözler sarf ettiklerine şahit olsak, neler hissederiz? Bu kişiler ve değer yargıları hakkında nasıl bir intiba ediniriz? Bunları yeterince düşündük ve tartıştık mı? Haftalardır yapılan yorumlara bakılırsa, ölenler ve ölümler çok fazla gündemimizde değil. Daha çok “sömürgeci Batı”nın gaddarlığı ve İslamofobi gibi konularla ilgileniyoruz. Halbuki, Avrupa’da ve özellikle de Fransa’daki pek çok insan için konunun merkezinde (doğal olarak) bu ölümler var. Şayet bu denli bariz bir konuyu dahi aynı düzlemde konuşmayı başaramıyor isek, muhataplarımızı anlamamız ve onlarla sağlıklı bir diyalog kurabilmemiz mümkün olur mu?
Bu noktada sormak gerekli: Batılılar için başkalarının hayatının önemli olmadığını sürekli tekrar ediyoruz. Ne derece doğrudur, tartışılır. Ama bizim için Batılıların hayatı çok mu önemli ki, baştan Batılılardan böyle bir şey bekliyoruz? Batılılar bir yana, Türkiye genel manada insan hayatına verilen değerin yüksek olduğu bir yer mi? Yani “Türkiyeliler” dediğimizde, gerçekten de (1) toplum olmayı büyük ölçüde başarabilmiş, (2) birbirlerinin ve başkalarının hayat hakkına azami derecede saygı duyan ve (3) bu saygıyı hayatın farklı alanlarına yansıtabilmiş olan bir kitleden mi söz ediyoruz ki, başkalarından da böyle bir saygı görmeyince bozuluyoruz? Her şey bir yana, Batı’dan bu kadar nefret eden ve en insani temelde dahi Batı ile iletişim kurabilmekten aciz olan bir ülkenin, Avrupa Birliği’ne girmesi ne kadar anlamlı – ve hatta ne kadar doğru?
(Devam edeceğim.)
______
Fotoğraf: Yıldızlar Bulvarı, Potsdamer Platz, Berlin (28 Haziran 2014, Serdar Kaya)
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014