Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Azad
9.05.2013
3654

 Son günlerde yaşananlar, 1990’ların sonundan bu yana, medyada yaşadıklarımı da düşünmeme neden oldu.

Anlatacaklarım kendi hikâyem; aslında kime ne, kaldı ki, bence mahremiyet çok önemli. Ancak, belki, medyanın bu tuhaf hâlini çözmeye çalışan okuyuculara ipucu verebilecek bir şeyler vardır.

15 yılda, neredeyse lise üniformasını üzerinden çıkarır çıkarmaz, Milliyet’te adımımı attığım medya dünyasında, bugüne değin bir şey öğrendiysem o da şu; siyasi güç, mesleki olarak benden, ben de, mesleki olarak her türlü siyasi güçten uzak durayım ki; özgür olayım.

Medyatiklik, müthiş bir gücü de beraberinde getiriyor. Bir de, Türkiye örneğinde olduğu gibi, siyasi güçle, medya gücü birleşince, ortaya çok tehlikeli bir karışım çıkıyor.


Milliyet
’te, çok hevesli, mesleğe olan tutkusundan gözü aşırı kara bir dış haberler muhabiri olarak başladığımda, hayatımın gazete binalarında geçeceğini sanıyordum.

Öyle olmadı; gazete içi ve dışındaki güç ilişkileri, beni, dışarıdan bir gözlemci olarak, bugüne kadar süren bir ahlaki hesaplaşma sürecine sürükledi.

İlk kez 22-23 yaşlarındayken, biri çok sevdiğim bir büyüğümden olmak üzere, iki kez yazarlık teklifi almıştım; nasıl olduysa, basiretli davranıp, iki teklifin sahibine de bu işin altından kalkamayacağımı söyledim ve reddettim.

Birkaç yıl sonra da, rahmetli Ercan Arıklı ile aramızda geçen bir konuşma benim için dönüm noktası oldu; ben, yüksek lisans için, o günlerde çalışmakta olduğum Aktüel dergisinden ayrılacağımı söylediğimde, bana saçmaladığımı, yapmam gerekenin kendimi daha fazla ön plana çıkarıp, göze çarpmaya çalışmam olduğunu söyledi. Ve ekledi, “Medyada parlak bir gelecek seni bekliyor, okursan Harvard’a mı gideceksin, gitsen ne olacak”.

O zaman, gazeteciliğin Türkiye’deki sırat köprüsünün çok iyi ayırdına vardım; medyatiklik sayesinde tırmanılan basamaklar ve elde edilen güç bir yanda, hakkı yenen emek ve ezilmek öte yanda.

Küserek ikisini de seçmedim; sürgün mantığıyla akademi dünyasına yöneldim.

Harvard’a gitmedim belki ama birçok iyi okulda sormaya, sorgulamaya çalıştım.


Taraf
, gazeteciliğe küskünlüğümü sonlandırırken, en sonunda Türkiye’ye dönüşüme neden olacak bir dizi olayı da tetikledi.

Hayallerimdeki gibi olmadı hiçbir şey; gazetenin ilk çıkışından bu yana, birçok kişi Taraf’tan, kimi zaman çok büyük haksızlıklarla ayrılmak zorunda kaldı.

O nedenle, keşke adı sanı bile duyulmayan birçok muhabirin, editörün ayrılış veya gönderiliş sürecinde de, etik bir çizgi tutturmak çabasına girilse, bugün medya etiği dersi verenler gazeteye bir el atsa idi. Belki, Taraf, o zaman çok daha sağlam temellerle bugüne gelir, bu sarsıntıları hiç yaşamazdı.

Ne yazık ki, bugün Türkiye’de, ancak T24Açık RadyoBİA ve bazı yerel, son derece ufak çaplı gazeteler, internet siteleri dışında, ne editoryal bağımsızlık, ne de medya etiğine ilişkin kusursuz, lekesiz bir sicili ortaya koyabilen kurumlar var.

Ulusal çapta basılı yayın yapmak, müthiş bir kavga. Gerektirdiği yatırımdan, çabaya, gazetenin basımından dağıtımına korkunç bir çaba.

Ve işte olamıyor; Yunanistan’da ekonomik kriz tüm ülkeyi inim inim inletirken, işsiz kalan gazeteciler ve medyanın gidişatından memnun olmayanlar, hemen bir gazete kurdular. Türkiye’de bunu kim yapıyor?


Taraf
’ta son olan biteni de, bir “basın yiğitliği efsanesine” dönüştürmek, tarihi çarpıtmaktır.

Bu gazetenin hiç ekmeğini yemedim. Gidip geldiğimde, sadece muhabirler ve yazıişleri dışındaki kadro ile diyalogum oldu.

Onun için Taraf’ın, değil hiç tanımadığım sahiplerini, dünden bugüne yönetim politikalarını da savunacak değilim.

Bu bir dantel örtünün hikâyesi gibi; evin en nadide parçası dantel örtüdeki ilk söküğün ardından, şu veya bu sebeplerle, örtüde hep gedik üzerine gedik açıldı. Kısıtlı maddi imkânlar ve hep azalan manevi heves, hoyratlığı tırmandırdı; sökükleri de arttırdı. Öte yandan, kimse de, yeni bir dantel örtü yaratmaya veya tamire kalkmadı.

Dünden bugüne, söküklerin hiçbiri de diğerinden daha büyük ve onarılmaz değildi aslında. Ha bir muhabir, ha en üst düzey yönetici. Herkesin mesleği meslek, canı can değil mi?

Şimdi de mesele, delik deşik dantel örtüyü, altına sığınmış dürüst insanlar için, barınılabilecek bir yer olarak tutup tutmamak; ya da ucu bize dokunan sökükten tutup, örtünün ipliklerini tiftik gibi yok edinceye kadar parçalamak.

Yoksa, bugün yazılı basında yer alma iddiasında hiç olmamak lazım eğer “ahlakımızın yüceliğinin” propagandasını yapacaksak.

Ben, kendi vicdan muhasebemi günlük olarak yaparak, mümkün olduğunca arka planda, herkesten azad gözleyip, düşünüp ve yazmayı seçtim. Bu muhasebeyi benden çok daha başarılı yapan bir sürü meslektaşım da var; çoğu da artık gazetecilik yapamıyor.

Bu duruşa aykırı şekilde sivri bir tavır alırken sadece birisi de tarihe kayıt düşsün istedim ki, Türkiye’de, “benim olmayan kara toprağın olsun” yaklaşımı, çeteleşip başkalarını yüreğini bildiğimizi nefret objesine dönüştürüp düşman biçmek, yanı başımızda duran bir karanlık duygusal hâl.

Artık işimize dönelim ve bu işi, iyi yapalım.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar