Taner AKÇAM
Soykırım, kitlesel katliamlar gibi konularda sıkça sorulan bir soru vardır: Her hak ihlalinde müdahale edilemeyeceğine göre, bu tür katliamlara hangi durumlarda müdahale edilmelidir? Bir sınır var mıdır, varsa nedir?
Konuya kesin cevap vermek pek mümkün değildir ama ünlü siyaset bilimci, filozof Michael Walzer’a atfedilen, fakat kökü çok eskilere giden bir deyiş tekrarlanır: Eğer ihlal, ‘insanlık vicdanını şoka uğratacak’ boyutlarda ise müdahale edilmelidir.
İnsanlığın vicdanını şoka uğratacak eylem nedir, sorusunun da kesin bir cevabı yok tabii ki...
Ama gene de bir sınıra işaret ediyor.
İddiam odur ki, Kaşıkçı cinayetinin böyle ‘şok edici’ bir boyutu var. ‘İnsanlık vicdanından”’ çok daha ötede, insanların toplu olarak bir arada yaşamaları konusunda yarattıkları tüm değer ve kurumları, özellikle devletin devlet olarak var olmasına ilişkin en temel kuralı yıkan, bu anlamda ‘şoka uğratan”’ bir cinayet bu…
Konu hakkında basında çıkan yazılarda bu ‘şok edici’ boyutun altı yeteri kadar çizilmiyor. Cinayet, devletlerin bilebildiğimiz benzeri cinayet ve usulsüz davranışlarından bir başkası olarak görülüyor ve onlarla kıyaslanıyor.
Örnek olarak verebileceğim bir yazı Sayın Oya Baydar tarafından kaleme alınmış. Baydar, tüm yazısını Kaşıkçı cinayeti ile Osman Kavala’nın tutuklanmasını üzerine kurmuş ve bu iki olayı kıyaslayarak aralarında büyük bir fark olmadığını iddia ediyor. Baydar’a göre ortada ‘nitel değil sadece nicel fark’ var.
Benim iddiam tam aksi yönde, bu iki olgu arasında ciddi bir nitelik farkı vardır. Kaşıkçı cinayetinin, bir tek Kavala olayı ile değil, devlet eliyle işlenmiş birçok başka cinayetten de nitelik olarak farklı tarafı vardır. ‘Şok’ kavramını kullanmam da bu nedenle...
Kavala olayında bir ‘ihlal”’ söz konusudur. ‘İhlal’ iddiası ise ancak bir ‘normalin’ varlığının kabulü üzerinden yapılabilir. Yani Kavala’nın tutuklanmasına itiraz edebilmemiz için bir ön varsayımımız olmak zorunda.
Bu ön varsayım da şudur: Hukuk sistemi dediğimiz bir sistem vardır, bu sistem bazı kurallara göre işler ve herkes de bunu kabul eder. Devlet denen yapı bu hukuk kurallarına dayanır ve devlet, eğer birilerini gözaltına alacak ve/veya tutuklayacaksa, bunu kabul edilmiş kurallara göre yapmak zorundadır.
Osman Kavala’nın bir yıldır içerde tutulmasına yaptığımız itiraz, bu temel ilkelere riayet edilmediği, bir ihlalin söz konusu olduğu itirazıdır. Aynı kurallara bağlı olmasını istediğimiz karşı tarafa, ‘kurallara uy’ uyarısı veya eleştirisinde bulunuyoruz.
Kaşıkçı olayında olmayan budur. Veya daha doğrusu, Kaşıkçı cinayeti, Kavala konusunda, varlığı tartışmasız kabul ettiğimiz ve eleştirimizin temelini oluşturan bir ilkenin dinamitlenmesidir. Bir devlet, normal olarak yapmasını beklediğimiz bir şeye uymamanın ötesinde, bu normali dinamitlemektedir.
Elbette, tek bir örnekten kalkarak böyle bir fark inşa etmek zordur. Kaşıkçı cinayetinin de üstü örtülebilseydi, bildiğimiz diğer sıradan cinayetlerden birisi olacağı iddia edilebilir. Fakat ben cinayetin bir konsoloslukta hem de fazlasıyla göstere göstere işlenmiş olmasında, bu cinayeti işleyenlerin, devletin devlet olarak nasıl davranması gerektiğine ilişkin normu dinamitlemeyi göze aldıklarını okuyorum.
Konuyu bir başka kavramla anlatayım: Güven.
Kavala’nın tutukluluk süresine yaptığımız itiraz, kurulmuş bir güven ilişkisini ön varsayar. Bu güven ilişkisinin tesis edilmiş olduğu var sayılmadan, bu itiraz yapılamaz. Söz konusu olan güven, bir toplumu oluşturan bireylerle devlet arasında kurulmuş sosyal-siyasal güvendir, antlaşmadır. Devlet, vatandaşlarıyla yaptığı bir güven sözleşmesi sayesinde onlar adına hareket eder.
Antik Yunan’dan günümüze devlet felsefesi üzerine yapılan tüm tartışmaların esası da budur. Belki, Aydınlanma dönemine kadar bu güven ilişkisi daha çok kişiler veya dinler etrafında veya tarafından kurulmuştu ve Aydınlanma ile birlikte bu güven kurum ve kurallara devredildi. Ama sonuçta her dönem için, farklı temellendirilse bile, devletin varlığını sürdürebilmesi için güven ilişkisi esastır.
Güveni, düşünmeye bile gerek görmeden kabul ettiğimiz alışkanlıklar olarak tanımlayabiliriz. Lokantaya yemek, bankaya para işleri için, devlet dairesine evrak almak için gidersiniz. İstediğiniz serviste eksik, hata veya yanlışlıklar varsa, beklenti ve alışkanlıklarınıza denk düşmediği için, itiraz edersiniz.
Yani topluluk olarak bir arada yaşamak ve günlük hayatımızı organize edebilmek için karşımızdaki kişi veya kurumun nasıl davranacağı konusunda herkes tarafından kabul edilen bir normalliğin yaratılmış olması gerekir.
Normallik bir itimada dayanır ve bu itimat sonucu karşınızdakinin nasıl davranacağını önceden kestirebilirsiniz. Normallik, itimat ve önceden kestirebilirlik olmadığı durumlarda ortak yaşam da mümkün değildir. Devlet dediğimiz yapının esası budur.
Kaşıkçı cinayeti ile ortadan kalkan işte bu yapıdır, iddiasındayım. Bu nedenle, benzerlerinden esasta farklıdır, diye düşünürüm. Konsolosa evrak almaya giden kişi parçalarına ayrılmaz. Devlet dairesine işlem yapmaya giden vatandaş öldürülmez.
Devletlerin, işledikleri cinayetlerde dahi bu güven ilişkisini bildikleri ve esas aldıklarını söyleyebiliriz. Kuralların varlığı ve onlara uyulması gerektiği bilinir. Riayet edilmediği durumlarda, saklama, gizleme ve inkâr etme yollarına başvurulur. Nitekim Suudiler da bu yola gitmeyi deneyeceklerdir ama bence artık çok geç.
Kitlesel imhalarda bile bu güven kuralının titizlikle korunmaya çalışıldığı kanaatindeyim. Güven ilişkisi esas alınarak, imha edilecek grubun güvenilmez olduğu önceden ilan edilir. Yani imha edilecek topluluk önceden bilinir hale getirilir ve niçin güvenilmez oldukları anlatılır.
Onlar vücuttaki kanserli hücre, zararlı unsur veya böcektirler vb. ve devlet ile vatandaşı arasında kurulan güven ilişkisi çemberi dışına çıkartılmaları gerekir.
Naziler, Yahudileri imha etmeden önce, Alman vatandaşı olanları vatandaşlıktan çıkarttılar. Doğu Avrupa Yahudileri ise zaten vatandaşları değil ‘düşman’ idiler. Benzeri uygulama Ermeni Soykırımı’nda da yapıldı. Ermeniler, toplu olarak devletin koruma garantisi altına alınan grup olmaktan çıkartıldı. Devletin ve onun sadık vatandaşlarının varlığı için tehdit telakki edildiler.
Yani devletler, bu tür cinayetleri işlerken bile, vatandaşı olarak tanımladığı insanlarla yarattığı ‘güven ilişkisini’ korumaya özen gösterirler. Naziler Alman ırkından vatandaşlarıyla, Osmanlı-Türk yöneticileri Müslümanlarıyla kurduğu güven ilişkisini esas aldılar. Kaşıkçı cinayetinde ise, soykırımlarda bile korunmaya dikkat edilen bu ilke imha edildi. Devletin kendi varlık gerekçesi sorgulandı.
Kavala örneğinde, “nasıl olur da bir insan sorgusuz sualsiz bu kadar tutuklu kalır”, derken, devlet denen kurumun, vatandaşlarıyla kurduğunu varsaydığımız güven ilişkisine dayanarak itirazımız yapıyoruz. Yani eleştirimiz, devletle yapmış olduğumuz sözleşmenin kendisine değildir; sadece devletin bu sözleşmenin gereğini yerine getirmediğinedir.
Kaşıkçı cinayetindeki fark buradadır. Suudiler, belki bilerek ve hesap ederek, belki pervasızlıkları nedeniyle, devlet denen kurumun temel varlık ilkesini dinamitlemişlerdir. ‘Öteki’ veya ‘hain’ olarak ilan etmedikleri bir vatandaşlarını, bir evrak vermek için konsolosluğa çağırmış ve parçalarına ayırmışlardır. Bundan sonra her vatandaş, kendi konsolosluğuna giderken, “öldürülüp parçalarıma ayrılabilirim” endişesine kapılma hakkına sahiptir.
Bu nedenle, ben devletlerin vatandaşları ile kurdukları güven ilişkisini sorgulayacak bu tür bir uygulamaya seyirci kalmayacaklarını tahmin ediyorum. Alınacak tavrı yeterli bulmayabiliriz ama hangi tavır alınırsa alınsın, bunun devlet-vatandaş güven ilişkisinin sarsılmasının engellenmesi için yapılacağı kesindir.
“Hiçbir şey olmaz unutulur gider” de denebilir. Doğrudur, belki de öyle olur ama bu cinayetin, eğer bir tavır alınmazsa, en azından modern toplumlarda devlet-toplum ilişkilerinde uzun dönemde doğması olası bir krizin en önemli habercilerinden birisi olacağını söyleyebilirim. İnsanlık, bir devlet etrafında güven ilişkisi yaratmazsa kendi geleceğini koruyamaz. Ve devletler, bu güven ilişkisi olmadan varlıklarını sürdüremezler. Kaşıkçı olayı bundan dolayı benzerlerinden ayrılıyor.
Yazarlar
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
27.05.2025
24.03.2025
5.06.2023
1.04.2021
15.07.2020
2.05.2020
25.04.2020
22.04.2020
5.04.2020
28.01.2020