Yıldıray OĞUR
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonraki günlerde sosyal medyada ve whatsapp gruplarda en çok dolaşan yazı Ertuğrul Özkök’ün kalem aldığı “Kendisine yapılan yargı darbesi için bunu söyleyenlerin bu çocuklara ‘vandal’ deme hakkı var mı?” başlıklı yazıydı.
Aslında yazıyı Erdoğan kaleme aldı demek daha doğru olur.
Çünkü yazının çoğunluğu okuduğu şiir yüzünden 26 Mart 1999’da Pınarhisar Cezaevi’ne doğru yola çıkan görevden alınan İBB başkanı Erdoğan’ın kendini uğurlamaya gelen büyük kalabalığa yaptığı konuşmadan alınmıştı.
44 yaşındaki genç Erdoğan, tam bir demokrat gibi konuşmuştu:
“Bütün dünya değişen durumlarla ile uyumlu olmanın yollarını ararken, bizim ülkemizi muz cumhuriyetinin bile gerisine sürüklemek istiyorlar. Hayır, bu ülkeyi dünyanın genel gidişinden sorgulamaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Ve bu millet, bu ülkede başı dik, onurlu, ayrıcalıktan uzak ve birinci sınıf vatandaş olarak aydınlık günlerin kardeşlik şarkılarını söyleyecekler. İşte bu yüzden düşünce özgürlüğünü arıyorum. Doğruları söyleyebilme özgürlüğünü arıyorum. Çeteleşmiş zihniyetin değil, onurlu insanların yönetim anlayışını arıyorum. Büyük bir sevinçle 75. yılını kutladığımız göz bebeğimiz Cumhuriyetimizin kurumları böyle insafsızca yıpratılmamalıydı. Bu ülke cumhuriyetinin 75. yılını, bu anlamsız yasaklarla, baskılarla, tek tip insan yetiştirme gayretleriyle karşılamamalıydı. Bu karar yalnızca ülkemizin hukuk anlayışının değil, bütün bir milletin adalet inancının üzerine gölge düşürdü.”
İmamoğlu’nun görevden alınıp, tutuklanmasından sonra tam zamanında bir hatırlatmaydı bu.
(Aslında bu konuşmayı tam metin olarak iki yıl önce Kaftancıoğlu’nun aldığı cezadan sonra arşivlerden bulup Serbestiyet’te Mahmut Ertürk yayınlamıştı.
https://serbestiyet.com/yazarlar/bu-yol-yol-degildir-91823/)
Ertuğrul Özkök, yazısını şöyle bitirmişti:
“Bu sözler bugün Silivri’deki İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nda değil, 27 yıl önce, 1998’de yine bir yargı darbesi ile görevinden uzaklaştırılan İstanbul’un o günkü “Seçilmiş belediye başkanı” Tayyip Erdoğan’a ait. Kendine yapılan adaletsizliğe, yargı darbesine işte böyle içi yana yana haykırıyordu. Bundan 27 yıl önce tutuksuz yargılandığı bir davadan sonra dört ay hapis yatmak için bu küçük cezaevine girerken işte aynen bunları söylemişti. Bugün İmamoğlu’nun söylediklerinden ağır sözler söylemişti dönemin yargı darbesi için. Haklıydı bu feryadında… Sonuna kadar haklıydı.”
Fakat, burada küçük bir problem var.
Erdoğan 1998’de İBB başkanlığından alınırken ve bir yıl sonra da hapse gönderilirken Ertuğrul Özkök, Türkiye’nin en büyük gazetesi Hürriyet’in genel yayın yönetmeni ve yazarıydı.
Yani bugün sokaklarda İmamoğlu’na yapılanlara karşı ses çıkaran Z ya da Y kuşağından sorumluluk açısından bir farkı var.
Peki o zaman bu olan biten “adaletsizliğe”, “yargı darbesine” karşı ne yazmıştı?
“Kendine yapılan adaletsizliğe, yargı darbesine işte böyle içi yana yana haykırıyordu. Haklıydı bu feryadında… Sonuna kadar haklıydı” mı?
İBB Başkanı Erdoğan hakkında okuduğu şiir yüzünden 31 Mart 1998’de başlayan davada karar 20 gün sonra 21 Nisan 1998’de çıktı. Adalet hızlı işledi ve 44 yaşındaki İBB Başkanı Erdoğan’a, “Halkı kin ve nefrete tahrik” ten 10 ay hapis cezası verildi.
22 Nisan 1998 günü Özkök’ün genel yayın yönetmeni olduğu Hürriyet bu cezayı manşetten “Tayyip’e şok ceza” başlığıyla verdi.
Tayyio hitabından anlaşıldığı üzere eleştirel bir tarafı yoktu haberin. Hatta hemen manşetin içinde daha sonra çok atıf yapılacak meşhur “Muhtar bile olamaz” bilgi kutusuna yer verilmişti.
Merkez medyadaki diğer gazeteler de benzer üslupta haberi vermişler, herhangi bir eleştirel başlık atılmamıştı.
Erdoğan’ın bu konuşma yüzünden aldığı ilk hapis cezası üzerine 23 Nisan 1998 günü Ertuğrul bey “Tramvaydan atılmak” başlıklı bir yazı yazdı. O yazıda da yagı darbesinden ya da adaletsizlikten hiç bahis yoktu:
“Mesela Siirt'te söylenen o sözler...
Kimse kimseye bu sözlerin masum amaçlarla söylendiğini yutturmaya kalkmasın.
‘‘Minareler süngü, camiler kışla olacaktır’’ derken neyin kastedildiği, kimlerin hedef alındığı, insanların neye davet edildiği açıkça bellidir.
Kimse kimseyi enayi yerine koymasın. Hepimiz düşünceyi söylemek ile eyleme kışkırtmak arasındaki farkı anlayacak kadar zekiyiz.
İnancın ve dinin mukaddes mekânları ile, süngü, miğfer ve kışla kavramlarının hangi amaçla yan yana telaffuz edildiğini anlamayacak kadar budala değiliz.
Siirt'te telaffuz edilen o sözlerin Batman ve Solhan meydanlarında neye tedavül edildiğini gördük.
* * *
Tayyip Erdoğan ne yazık ki, kalabalık önünde konuşurken kendini kaybeden birçok hatibin düştüğü tuzağa düşmüştür. Veya bunu tercih etmiştir.
Peki bütün bunlardan sonra geldiğimiz nokta nedir?
Bunu etrafınıza sorun. Bakın Türkiye'yi ne hale getirmişsiniz bir görün.
Bazıları, ‘‘Bunu hak etmişti. Az bile yapmışlar’’ havası içinde.
Başka bazıları ise, ‘‘Demokrasilerde böyle şey olur mu? Bir insan söylediği sözlerden dolayı siyasetten men edilir, hapse atılır mı?’’ diyor.
Atılmaz tabii.
Ama bu sözlerin ardından minareler gerçekten Kalaşnikof haline gelmeye başlarsa ne olacak?
Bu sözler bazı kafalara miğfer gibi geçirilir, camiler gerçekten kışlaya döndürülür, kan gövdeyi götürmeye başlarsa bunun sorumlusu kim olacak?
Üç beş radikal ruhu beslemek uğruna söylenen bu sözler, dalga dalga bir fanatizm olarak üzerimize gelmeye başlarsa, bunun hesabını kim verecek?
* * *
Bu günler kritik günlerdir.
Ağızdan çıkan her kelime, haykırılan her cümle, bumerang gibi, kendinize dönebilir.”
Bugünlerde bir demokrasi ve milli irade savaşçısına dönmüş Fatih Altaylı da benzer bir yazıyla Erdoğan’ın tramvaydan indirilmesini kutlamıştı. Yargının siyasete müdahalesinden, darbeden bahis tabii ki yoktu:
“Tayyip Erdoğan hakkında verilen mahkeme kararı tartışılıyor.
Doğru mu, yanlış mı?
Demokrasiye uygun mu, değil mi?
Erdoğan'ın mahkum olmasına neden olan sözleri hatırlatayım:
‘‘Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz’’ diyordu Tayyip Erdoğan Siirt'te yaptığı konuşmada.
Toplanan çarşaflı, çember sakallı kalabalık da tekbir getirerek alkışlıyordu.
Bu konuşma normal mi?
Ya da nerede yapılırsa normal, kime yapılırsa normal...
Şimdi yazacağım cümleyi okuyun:
‘‘Arkadaşlar, hedefimiz tam bağımsızlıktır. Bunun için gerekirse kan, gerekirse can veririz. Ama boyun eğmeyiz. İşgalci güçler bu ülkeden mutlaka sürülecektir.’’
Bu konuşmayı bir savaş zamanında, bir siyasetçimiz ya da komutanımız yapsa gözlerimiz dolar.
Peki aynı konuşmayı PKK bayrağı altında Apo, bırakın Apo'yu herhangi biri yapsa ne deriz.
Bu örnek çok mu uç oldu?
Peki, Siirt'e giden İstanbul Belediye Başkanı'nın durduk yerde, kubbeleri miğfer, minareleri süngü yapması uç değil mi?
Apo, militanlarına Atatürk'ün sözleriyle seslense ve sonra da mahkemeye çıkıp, ‘‘Bunlar Atatürk'ün sözleri’’ dese yırtacak mı?
Söz mü önemli, o sözün hangi amaca hizmet için söylendiği mi?
Ama adil düzencilerin sözde demokrasi muhabbetinden öyle etkilendik ki, iş demokrasi adına, suçu cezasız bırakmaya kadar gidecek.
Hem o Erdoğan değil miydi, ‘‘Demokrasi bizim için tramvaydır. Götürdüğü yere kadar gideriz’’ diyen.
İşte Erdoğan'ı tramvaydan indirdiler.”
Tayyip Erdoğan’ın aldığı ceza 6 Kasım 1998 günü Yargıtay tarafından onaylandı ve Erdoğan İBB Başkanlığı’ndan alındı.
Yine Özkök’ün genel yayın yönetmeni olduğu Hürriyet, bunu 7 Kasım 1998 günü yine “Tayyip”li bir başlıkla şöyle verdi:
“Tayyip’in başkanlığı bitti”
Üstelik İBB Başkanı’nın görevden alınması ancak küçük bir haber olmuştu.
Özkök, Erdoğan’ın görevden alınması üzerine 28 Eylül 1998’de Hürriyet’te Köşk’te Tarih Dersi başlıklı bir yazı yazdı.
Yazı karar üzerine Ecevit ve Demirel arasında geçen bir diyalogu aktararak başlıyordu:
“Ecevit aynen şunları söylüyor:
‘‘Tayyip Erdoğan'a verilen bu ceza yanlış oldu. Ben, 12 Eylül'de bize verilen cezalardan bu yana hep ömür boyu siyaset yasaklarına karşı çıktım. Onun gibi bu da yanlış oldu.’’
Sonra çarpıcı bir örnek veriyor:
‘‘Bir solcu çocuk düşünün. 18 yaşında duvara afiş asarken yakalanıp ceza yerse ömür boyu siyaset yapamayacak. Bu çocuk belki ilerde fikir değiştirecek, sağcı olacak.’’
Cumhurbaşkanı Demirel, dikkatle dinledikten sonra şu cevabı veriyor:
‘‘Haklısınız Sayın Ecevit. Fakat şunu hatırlamamız lazım. Biz sizinle 40 yıldan beri siyasetteyiz. Siz benden önce parlamentoya girdiniz. Sizinle 20 yıla yakın rakip olarak siyaset yaptık. Birçok konuda kavga ettik. Husumet içinde olduk. Hatta kırıcı ve sert tartışmalarımız oldu. Ama dikkat edin, bir tek konuda sizinle hiç kavga etmedik.’’
Cumhurbaşkanı bu sözleri söyledikten sonra şu çok çarpıcı noktaya geliyor:
‘‘Evet bir tek konuda hiç kavga etmedik. O da cumhuriyettir. Sizinle biz cumhuriyet konusunda kavgaya girişmedik. O cumhuriyetin de iki temel ayağı vardır. Laiklik ve demokrasi.”
Ve sonra da yasağın Türkiye’nin şartları yüzünden savunulduğu satırlar geliyor:
“Siyaset yasağının ne demek olduğunu belki de herkesten iyi biliyorlar.
Çizdikleri coğrafya, Türkiye'de bir arada yaşamanın asgari sınırlarını çizen sağlam bir coğrafyadır.
Başka deyişle, siyasetin herkes için geçerli meşruiyet hudutlarını çiziyor.
Evet, Tayyip Erdoğan'a verilen siyasi ceza gerçekten ağırdır. Demokratik ülkelerde kolayca kabul edilebilecek bir ceza değildir.
Ama Demirel'in çizdiği ortak yaşama alanı da, demokrasinin vazgeçilmez gerekliliği değil midir?
AĞIZDAN ÇIKAN
Siyasetçilerin telaffuz ettikleri cümlelere özen göstermeleri işte bu yüzden çok önemlidir.
Çünkü meşruiyet dediğimiz şey sadece yapılanlardan ibaret değil.
Halka söylenenler de o ortak varlığın bir parçası.
Televizyonda Tayyip Erdoğan'ın geçen cumartesi günü yaptığı konuşmayı izliyorum.
Alanda ‘‘İşte komutan, işte ordu’’ sloganları atılıyor. Erdoğan sloganları kesiyor ve şunu söylüyor:
‘‘Bizim bir tek ordumuz, bir tek komutanımız var. O da Silahlı Kuvvetlerimiz.’’
Öyleyse, şiirdeki ‘‘kışlaya’’ çevrilen camiler, ‘‘süngü’’ haline getirilen minareler ne oluyor?
Kime karşı oluyor?
Meşruiyet işte bu soruların herkes için kabul edilebilir cevaplarının verilebildiği noktada başlıyor.
Umarım bu sağduyu çizgisi siyasetimizin ortak muhiti haline gelir.
Biz de bu siyasi yasak ayıplarından kurtuluruz.”
Artık Erdoğan’a hapis yolu gözükmüştür. Hapishane günleri yaklaşmaktadır.
29 Ocak 1999’da Hürriyet, bu durumu yine Tayyip’li bir başlıkla verir:
“Tayyip 53 gün daha dışarıda”
Ve 26 Mart 1999.
Erdoğan binlerce kişinin doldurduğu meydanda Özkök’ün de İmamoğlu sonrası yazdığı yazıda “Haklıydı bu feryadında… Sonuna kadar haklıydı” diyerek yayınladığı konuşmasını yapar.
Peki, o “feryadında haklı olduğu” konuşma ertesi günkü Hürriyet’te tek satır bile olsa haber olur mu?
Hayır.
Ertesi gün Hürriyet, Erdoğan’ın yaptığı konuşmadan tek bir cümleye bile yer vermediği haberine şu başlığı atar:
“Allah kurtarsın”
Diğer gazeteler de farklı değildir.
Milliyet; “Erdoğan’dan son gösteri”
Cumhuriyet; “Erdoğan için şeriat gösterisi” başlıklarını atar.
Yine bir bayramdı ve eski İBB Başkanı bayrama hapiste girmişti.
Kötücül başlıklarla hapse uğurlanmış, üzerine yazı bile yazılmamıştı.
Bugünlerin rövanşizmi, kutuplaşması biraz da o “Tayyip”li başlıklı günlerin eseri.
Bugün de başka gazeteler, gazeteciler, siyasetçiler İmamoğlu’nun tutuklanması için sevinçlerini saklayamayan Ekrem’li, Eko’lu başlıklar atıyor, tutuklanmayı ekranlarda savunuyor.
Hatta çoğunun yanında Özkök’ün ve Hürriyet’in başlık ve yazıları medeni eleştiriler olarak kalıyor.
Herhalde bu 30 yıllık döngüde hem Erdoğan’ın hem de İmamoğlu’nun başına geleni eleştirmiş ancak bir avuç insan bulunabilir.
Bunların çoğunluğu bu gazetenin yazarları ve liberal demokratlar aydınlar.
Ama maalesef bu kısır döngüyü bitirecek kadar güçlü değiller.
Bumerang yeniden dönecek. Muhtemelen 10 yıl sonra şimdi İmamoğlu’nun tutuklanmasına sevinenleri de İmamoğlu’nun bugünkü konuşmalarından alıntılarla o günkü haksızlıklara karşı çıkarken göreceğiz.
Ama yine çok kalmış olacaklar.
Maalesef Türkiye bir geç kalmış demokratlar ülkesi. Bir türlü kimse elinde güç varken demokrat kalamıyor, gücü kaybedince ise demokratlığa sarılıyor
O yüzden de tarih sürekli kendi tekrar ediyor.
İlk seferinde trajedi olarak ama sonra komedi olarak…
Gazeteci Ertuğrul Özkök, bugün kaleme köşe yazısında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1998 yılında belediye başkanlığı görevinden uzaklaştırıldığında sarf ettiği ifadelere yer verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o dönem yaşadıklarıyla bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yaşadıkları arasındaki farklara değinen Özkök, "Cumhurbaşkanı o gün herkesi göreve davet ediyordu, bugün vandallar diyor” ifadelerini kullandı.
Özkök, “Kendisine yapılan yargı darbesi için bunu söyleyenlerin bu çocuklara ‘vandal’ deme hakkı var mı?” başlıklı yazısında “AKP’liler, CHP’liler, DEM’liler, MHP’liler, İYİ Partililer, DEVA’cılar, YRP’liler … “Hapse atılmış bir seçilmiş Belediye başkanı”nın şu duygularına lütfen kulak verin. Bugüne kadar yazdığım en uzun yazı olacak. Çünkü bunları ifade eden seçilmiş insanın derdi çok büyük. Lütfen biraz sabır… Şu an için her şeyi bir kenara bırakın ve bu sözleri satır satır okuyun.” sözlerini sarf etti.
Tayyip Erdoğan hakkında verilen mahkeme kararı tartışılıyor.
Doğru mu, yanlış mı?
Demokrasiye uygun mu, değil mi?
Erdoğan'ın mahkum olmasına neden olan sözleri hatırlatayım:
‘‘Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz’’ diyordu Tayyip Erdoğan Siirt'te yaptığı konuşmada.
Toplanan çarşaflı, çember sakallı kalabalık da tekbir getirerek alkışlıyordu.
Bu konuşma normal mi?
Ya da nerede yapılırsa normal, kime yapılırsa normal...
Şimdi yazacağım cümleyi okuyun:
‘‘Arkadaşlar, hedefimiz tam bağımsızlıktır. Bunun için gerekirse kan, gerekirse can veririz. Ama boyun eğmeyiz. İşgalci güçler bu ülkeden mutlaka sürülecektir.’’
Bu konuşmayı bir savaş zamanında, bir siyasetçimiz ya da komutanımız yapsa gözlerimiz dolar.
Peki aynı konuşmayı PKK bayrağı altında Apo, bırakın Apo'yu herhangi biri yapsa ne deriz.
Bu örnek çok mu uç oldu?
Peki, Siirt'e giden İstanbul Belediye Başkanı'nın durduk yerde, kubbeleri miğfer, minareleri süngü yapması uç değil mi?
Apo, militanlarına Atatürk'ün sözleriyle seslense ve sonra da mahkemeye çıkıp, ‘‘Bunlar Atatürk'ün sözleri’’ dese yırtacak mı?
Söz mü önemli, o sözün hangi amaca hizmet için söylendiği mi?
Ama adil düzencilerin sözde demokrasi muhabbetinden öyle etkilendik ki, iş demokrasi adına, suçu cezasız bırakmaya kadar gidecek.
Hem o Erdoğan değil miydi, ‘‘Demokrasi bizim için tramvaydır. Götürdüğü yere kadar gideriz’’ diyen.
İşte Erdoğan'ı tramvaydan indirdiler.
28 eylül
Evet, Tayyip Erdoğan'a verilen siyasi ceza gerçekten ağırdır. Demokratik ülkelerde kolayca kabul edilebilecek bir ceza değildir.
Ama Demirel'in çizdiği ortak yaşama alanı da, demokrasinin vazgeçilmez gerekliliği değil midir?
AĞIZDAN ÇIKAN
Siyasetçilerin telaffuz ettikleri cümlelere özen göstermeleri işte bu yüzden çok önemlidir.
Çünkü meşruiyet dediğimiz şey sadece yapılanlardan ibaret değil.
Halka söylenenler de o ortak varlığın bir parçası.
Televizyonda Tayyip Erdoğan'ın geçen cumartesi günü yaptığı konuşmayı izliyorum.
Alanda ‘‘İşte komutan, işte ordu’’ sloganları atılıyor. Erdoğan sloganları kesiyor ve şunu söylüyor:
‘‘Bizim bir tek ordumuz, bir tek komutanımız var. O da Silahlı Kuvvetlerimiz.’’
Öyleyse, şiirdeki ‘‘kışlaya’’ çevrilen camiler, ‘‘süngü’’ haline getirilen minareler ne oluyor?
Kime karşı oluyor?
Meşruiyet işte bu soruların herkes için kabul edilebilir cevaplarının verilebildiği noktada başlıyor.
Umarım bu sağduyu çizgisi siyasetimizin ortak muhiti haline gelir.
Biz de bu siyasi yasak ayıplarından kurtuluruz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
29.09.2025
28.09.2025
22.09.2025
20.09.2025
17.09.2025
10.09.2025
8.09.2025
6.09.2025
3.09.2025
2.09.2025