Yıldıray OĞUR
“Katillere af yok... Kayseri’ye, Kayseri’ye.. Hain, Hain... Sehpaya, Sehpaya.. İnine, İnine...”
27 mart 1963 akşamı Ankara Kızılay’daki Adalet Partisi genel merkezi önünde toplanmış öfkeli gençler öfkeyle böyle tempo tutarak, binayı taşlıyordu.
Dört gündür sokaklarda olan kalabalıkları böylesine kızdıran bir tahliye kararıydı.
27 Mayıs darbecilerinin idama mahkum ettiği ama yaşı nedeniyle cezası müebbet hapse çevrilen 80 yaşındaki eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan İsmet İnönü’nün girişimiyle üç yıldır yattığı Kayseri Cezaevi’nden nihayet sağlık koşulları yüzünden tahliye edilmişti.
Öfkeli kalabalık o akşam Celal Bayar’ın evinin balkonunu tahrip etti, AP’ye yakın Yeni İstanbul gazetesini taşladı, Adalet Partisi genel merkezine girdi, öfkeli kalabalıktan kaçanlardan biri de 39 yaşındaki partinin genç yönetim kurulu üyesi Süleyman Demirel’di.
O günlerde bu tahliye için çok ağır sözler söylenmişti.
Bayar’ın bütün eski defterleri açılmış, “ama onun öldürdüğü gençler akşam evlerinde yatamayacak” yazıları yazılmış, “devrime ihanet”, “bu kararla DP’lilerin bitleri kanlandı” başlıkları atılmıştı.
Önceki gün Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın aldıkları ceza yattıkları süreye sayılıp tahliye edilmesinden sonra verilen tepkiler, 56 yıl önce Bayar’ın tahliyesine verilen tepkileri hatırlattı.
Üstelik bunca öfkenin hedefinde bu kez bir dönemin cumhurbaşkanı değil, konuşmaları ve yazılarından ibaret bir iddianameyle 3.5 yıldır hapis yatan 70 yaş üstü iki yazar vardı.
Sanki bir ağır ceza mahkemesinde değil de, mahkeme-i kübrada yargılanıyorlarmış gibi, karşılarına iddianamelerindeki suçlamalar değil, bütün hayatları boyunca yapıp ettikleri çıkarıldı.
Savcının iddianamesinde onları neyle suçladığını kimse merak etmedi. “Atakürt yazısından, Merve Kavakçı’nın yanında durmaya, İkinci Cumhuriyetçilikten askeri vesayetle mücadeleye kadar haklarında farklı kesimlerde birikmiş siyasi öfke, son dönemde aldıkları pozisyonlar, yazdıkları yazılar, yaptıkları haberler, attıkları başlıklar hatta yapmadıkları haberlerle uzayıp giden bir alternatif iddianameye çevrildi.
Ama herhalde, iktidarın bir uzantısı olarak gördükleri hukuktan, Altanlar ve Ilıcak için müebbet hapis isteyen laikler için onların hala en affedilmez suçu, AK Parti iktidarına destek vermiş olmak, yani kendi mahallelerine ihanet etmekti.
Ama, son pozisyonları yüzünden iktidar yanlısı çevrelerin de nefretini kazanmışlardı.
Böylece herkes için kolay ve maliyetsiz bir hedef haline gelmişlerdi.
Sanki FETÖ’yü onlar kollayıp, büyütmüş, Türkçe Olimpiyatlarında çoşkulu konuşmalar yapmış, Ergenekon davalarını onlar başlatmış, polislerini savcılarını onlar atamış, korumuş, kendilerini bu davaların savcısı ilan etmiş, sanki Hürriyet’inden Sabah’ına, Yeni Şafak’ından, Akit’ine kadar neredeyse bütün gazeteler zamanında bu davalara destek vermemiş, haberlerini yapmamış, sanki darbeyi yapan generalleri onlar terfi ettirmiş gibi bir dönemin bütün suçlarının, o dönemlerin yöneticilerine kesilmesi tehlikeli olan bütün faturaları bu iki isme kesiliverdi.
Tabii ki yanlış kararlar verdiler, pozisyonlar aldılar, kötü, aktivist gazetecilikten kaynaklı büyük yanlışlara imza attılar.
Bu siyasi hesaplaşmayı o zaman yapmak anlamlıydı, ama şimdi bambaşka suçlamalarla 3.5 yıldır haksızlığa uğramış, nihayet tahliye edilmişken yapmaya kalkmak ahlaki ve mertçe değil.
Özellikle de karşımızda hukuken skandal denebilecek bir dava varken...
Bundan 3.5 yıl önce ‘darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulundukları’ gibi hukuk tarihinde eşi benzeri olmayan bir suçlamayla gözaltına alındılar.
Nazlı Ilıcak ve Mehmet Altan tutuklandı. Ahmet Altan önce serbest bırakıldı.
İlk mahalle baskısı o gece yaşandı ve sosyal medyadaki itirazlar üzerine ertesi gün Ahmet Altan hakkında da tutuklama kararı çıkarıldı.
Sonra haklarında iddianame çıktı, bütün ömürlerini bu örgüt içinde geçirmiş Hüseyin Gülerce’nin, Nurettin Veren’in tanık olduğu bir davada Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak FETÖ’nün medya yapılanması olmakla suçlandı.
Haklarındaki suçlamalar bu tanıkların “öyle duydum”lu iddiaları, şu kadar telefon görüşmesi yapmışsın gibi deliller, bir televizyon programındaki konuşmalar, yazılar ve tweetlerden ibaretti.
Hukuk tarihine geçen “Subliminal mesaj”, iddianamede herhalde mahcubiyetle “darbe çağrışımı” na döndürüldü, “anayasayı ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla haklarında ağırlaştırışmış müebbet istendi. Bu Meclis’i bombalatan darbecilere istenen cezayla aynıydı.
İki yıl boyunca tutuklu yargılandılar. Haklarındaki suçlamaların temelini oluşturan 2 saat 31 dakikalık televizyon programından kesilmiş, bağlamından koparılmış 1 dakika 20 saniyelik bir videoydu. Savcı ve gazeteciler dahil, kimse oturup 2.5 saatlik programı izlememişti.
(Programdaki konuşmaların dökümü için. https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/kanaat-notuyla-tutuklugun-devamina-5950)
İki yıl sonra, üçü de benzer suçlamalarla yargılanmalarına, üçünün de benzer bireysel hak ihlali başvuruları olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi sadece Mehmet Altan ve başka bir davada tutuklu bulunan Şahin Alpay’ın başvurularını seçti, tutuklu yargılanmalarının hak ihlali olduğuna karar verdi.
Verdiği karar aynı zamanda iddianamedeki suçlamaların temelsizliğini de kanıtlıyordu:
“Suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan temelde yazılarına ve konuşmalara dayanılarak başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının, ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.”
Ama bu kararla sadece Mehmet Altan tahliye oldu, aynı durumdaki Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’la ilgili tahliye başvuruları reddedildi.
Sonra mahkemeden üçüne de ancak darbeye doğrudan katılmış askerlere verilmiş ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası çıktı.
Bu arada geçen haziran ayında Anayasa Mahkemesi, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın bireysel başvurularını da inceleyip kararını açıkladı. Aynı dosyada Mehmet Altan için hak ihlali kararı veren mahkeme, Ahmet Altan hakkında 10’a 5, Nazlı Ilıcak hakkında ise bazı tweetlerini gerekçe göstererek oy birliğiyle “hak ihlali yoktur” kararı verdi.
Ama karara karşı çıkan beş üye arasında Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan ve başkanvekili Engin Yıldırım da vardı.
Başkan Zühtü Arslan yazdığı karşı oy yazısında, televizyon programındaki tüm konuşmaları ve yazıları tek tek değerlendirip şöyle dedi:
“Suçladığı hükümete yönelik sözlerini bir bütün olarak ve bağlamında değerlendirdiğimizde, bunları “darbeye zemin hazırlamak” şeklinde nitelendirmek ve suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak görmek mümkün değildir.”
“Soruşturma makamları bu iki yazının birkaç cümlesinden hareketle başvurucunun darbe teşebbüsünden haberdar olduğunu ve darbenin zeminini hazırladığını söylerken bunun olgusal temellerini ortaya koyamamışlardır.”
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Engin Yıldırım’ın karşı oy yazısı daha da netti:
“Ağır eleştirel ifadeler ve üslubunun sertliğinden başka olgusal olarak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir herhangi bir delil gösterilmemiştir. Dolayısıyla gösterilen gerekçeler ilgili ve yeterli görünmekten uzaktır.”
https://www.anayasa.gov.tr/media/5983/2016-23668.pdf
Bir ay sonra mahkemenin ağırlaştırılmış müebbet kararı temyiz için gittiği Yargıtay’da bozuldu.
Yargıtay, tutuklanmaları üzerinden üç yıl geçtikten sonra, haklarına yapılmış onca haberden sonra Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak'ın 'anayasayı ihlal” den yani darbeden değil FETÖ'ye bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan yargılanmaları gerektiğini söyledi, neredeyse aynı suçlamalarla yargılanan Mehmet Altan’ın ise “yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığından” beraatını istedi.
Normal şartlarda yattıkları süre düşünülüp, Altan ve Ilıcak’ın da tahliye edilmesi gerekiyordu. Ama yine mahalle baskısı baskın geldi, tahliye talepleri kabul edilmedi.
Mahkeme yeniden görülmeye başlandı. Ve nihayet 3.5 yıl sonra dün savcı mütalaasını açıkladı. Savcı Yargıtay’ın bozma kararındaki cezaları istedi.
Ama bu ceza, mahkemede müşteki olarak bulunan Meclis’in, içinde bir İstiklal Mahkemesi savcısı yatan avukatını kesmedi. Mahkemeden, Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin kararları bırakıp, ilk ağırlaştırılmış müebbet kararlarında ısrar etmelerini istedi.
hakim, Mehmet Altan hakkında beraat kararı verirken, aynı suçlamalarla yargılanan Ahmet Altan’a terör örgütüne üye olmadan yardımdan 10 yıl 6 ay, Nazlı Ilıcak’a da aynı suçtan 8 yıl 9 ay hapis cezası verdi.
Zaten 3.5 yıldır hapiste oldukları için de aldıkları ceza yattıklarına sayılarak, adli kontrolle tahliye edildiler.
Ama Anayasa Mahkemesi başkanının, başkanvekilinin “delil yok” dediği, Yargıtay’ın iddiaları abartılı bulup bozduğu, en son mahkeme savcısının bile iddialarını düşürüp, suçu “terör örgütüne yardım” a bağlayabildiği, hakimin de böyle karar verdiği bir davada müebbet yerine 10 yıl hapis cezası verilmesi, dosyada ne yazdığını dahi bilmeyenleri hayal kırıklığına uğrattı.
Çünkü onların alternatif iddianamesinde karar çoktan verilmişti: “Hapishanede çürüsünler.”
Yazı ve konuşmalardan ibaret bir iddianameyle 70 yaş üstü iki yazarın hapiste geçen 3.5 yıldan sonra 10 ve 8 yıl yıl hapis cezaları alıp, tahliye olması, “FETÖ’cüler tahliye ediliyor” kampanyasına dönüştürüldü.
Kendini en ileri giden FETÖ avcısı olarak görenlerin iddiaları havada uçuştu, bir anda Altan ve Ilıcak FETÖ’nün beyin takımı ilan edildi.
Ve Türkiye’nin daha sert kırılma anlarında dahi dolaşıma girmemiş o söz tekrar dolaşıma girdi: “Acırsanız acınacak hale gelirsiniz!”
Bu sözü ilk kim kullandı, tarihi, kaynağı nedir herhangi bir iz bulmak zor. Atasözü kitaplarında böyle bir söz yok. "Merhamet etmeyene, merhamet edilmez" gibi tam tersini tavsiye eden bir hadisin olduğu İslam’dan da böyle bir söz çıkarılamaz.
“Acaba Necip Fazıl’ın mı” diye bir an düşünseniz, aklınıza “Merhamet ağızların iğrenç sakızı” diyen acımasız bir mahkeme reisinin, “Siz merhametten, acıma duygusundan, yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız” diyen bir dervişe dönüşünün anlatıldığı Reis Bey gelir.
Ancak Machievelli’nin Prens’e tavsiyelerden biri ya da bir mafya raconu olabilecek bu söz, bugün artık “masumiyet karinesi”, “suçun şahsiliği”, “şüpheden sanık yararlanır”, “bir kişi ancak iddianamesindeki suçtan yargılanır” gibi temel hukuk ilkelerinin hepsinin önüne geçmiş durumda.
En son Bülent Arınç, KHK için “facia” deyince karşısına bu sözle çıkıldı.
Bir müdürün, bir yöneticinin tasarrufuyla KHK listelerine girmiş, işinden olmuş, hakkında soruşturma dahi açılmamış, başka bir işe girmesi engellenen, yurtdışına çıkışı yasaklanmış açlık sınırlarında yaşayan insanların mağduriyetine ya da 40 yıldır bütün cumhurbaşkanı, başbakanları kandırmış bir örgüte, herkesin desteklediği meşru bir cemaatken inanıp girmiş ve devlet çıkın dediğinde de çıkmamak dışında bir suç işlememiş insanların hapse atılmasına itiraz ettiğinizde, bir anda bu insanlar haklarındaki iddialar, suçlamalar bir tarafa bırakılıp, köprüde halka ateş açan teröristlerle eşitleniyor, “Acırsanız acınacak duruma düşersiniz” diye korku salınarak, basit hukuk ve adalet ilkelerinin işlemesi engelleniyor.
Halbuki kimsenin kimseye acımasına gerek yok. Sadece hukukun kendi kuralları içinde işlemesine izin vermeniz yeterli.
1963 yılında Başbakan İnönü de askerleri karşısına alma pahasına, hapisteki DP’lilerin tahliye edilmesi kararını verecek hakimlerin önünü açmıştı.
O günlerde hapishaneden tahliye edilenlerden biri DP’li eski Ulaştırma Bakanı Muammer Çavuşoğlu’ydu. Ertesi gün gazetelerde onun hapishane çıkışı kızıyla kucaklaşma görüntüleri vardı.
Kızının adı Nazlı Çavuşoğlu’ydu.
56 yıl sonraki dünkü tahliyelerden geriye en iç acıtıcı fotoğrafı kalan Nazlı Ilıcak...
Nazlı Ilıcak, babasını Kayseri cezaevinde ziyaret ettiğinde orada yatan bütün DP’lilerden defterine bir şeyler yazmasını istemişti.
O milletvekillerinden biri olan Burhan Belge deftere şöyle yazmıştı:
‘Nazlı, senin hayat levhan temiz, boş, tertemiz, manasız husumetlerin yarattığı bir faciaya dair tafsilatın o levhayı kaplamasına ne lüzum var. Sen ve senin neslin, husumeti, düşmanlığı, kini yahut öç almayı değil, yalnız ve yalnız sevgiyi taşıyacaksınız ve sizden sonraki nesillere, sevginin müjde ve mesajını ileteceksiniz ki sadece bugünkü yaraların kapanması ile kalmasın; bu aziz milletin bağrında bir daha böylesine yaralar açılmasın.’
Maalesef öyle olmadı. Kimse masum kalamadı, boş levhalar kirlendi.
Hukukun temel ilkeleri yerine, “Acırsanız acınacak duruma gelirsiniz” dedikçe de bu husumet sarmalından çıkamayacağız, bu yaraları kapatamayacağız...
Yazarlar
-
Fehmi KORUTrump büyük bir yenilgiye uğradı 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREnflasyonla mücadelede Milei ve Şimşek 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanÇarpık duruma sevinmek, siyasetçiden hukuk dilenmek… 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBahçeli Kürt meselesine, Kürt meselesi Türkiye’ye yön verirken… 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Türk – Türk ayrışması” 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAAİHM Kararı Kesinleşti; Demirtaş’ın Özgürlüğü, Demokratik Cumhuriyetin Vicdanıdır... 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanDemirtaş kararı sonrasında iktidar ‘Terörsüz Türkiye’ sınavında… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBahçeli haklı: Ok yaydan çıktı bir kere… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDemirtaş’a tahliye 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'nin doldurduğu öbür boşluk 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSırada Nijerya mı var? 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUZombileşmiş bir toplum 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZHak, özgürlük mücadelesi – Devletin güvenliği siyaseti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜREmniyet’in yazısı ortaya çıktı! Bahis baronu nasıl kaçtı? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTYüzde altmış, üç yüz kişi mi? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENTam 16 yıldır beklenen samimiyet! 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFiyatı zengin siyaseti de fakir belirliyor 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEGemi batarken… 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞEnflasyonun maliyeti daima enflasyonla mücadele maliyetinden büyüktür 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞMUHALEFETTE “DEĞİŞİMCİ”, 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMünfesih terör örgütü 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRYapay zekâya yatırım yapılıyor, ekonomiyi değiştiriyor ama insanlar neden daha yalnız hissediyor? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSudan savaşı, Çinli Wing Loong’a karşı Bayraktar ve savaş ağaları 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt siyasetinin eleştirisi: Pragmatizm ve “kutsal liderlik” arasında sıkışmak 1.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuYa casus ya kayyım… 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİAkademi hakikatin peşinde midir? 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCumhuriyet 'ilan' ve 'inşa' edilen bir devlet şeklidir 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAmalı Fakatlı 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları








































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025
8.10.2025
6.10.2025
4.10.2025