Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Geri kabul neden ödün değil
17.12.2013
2272

 Pazartesi günü (16 Aralık), Ankara’da Avrupa Birliği ile iki önemli metnin altına imza atıldı. İlki Türkiye’nin arkaik göç ve mülteciler politikasına en azından tam üye olduğunda insani açıdan olumlu yansıyacak Geri Kabul Anlaşması (GKA) diğeri de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına AB ülkelerine vizesiz seyahatin yolunu açacak olan Vize Bağışıklığı Süreci’ne (VBS) ilişkin protokol. Türkiye 2012’de parafe ettiği GKA’nın imzalanması karşılığında vize bağışıklığı sürecinin resmen başlatılmasını talep ettiği için bu iki konu birlikte gündeme geldi. Yoksa böyle bir genel uygulama yok; nitekim AB’nin bugüne kadar Rusya ve Ukrayna başta olmak üzere 12 üçüncü (üye olmayan) ülkeyle imzaladığı GKA’larda vize bağışıklığı gündeme gelmiş değil.

Fas’ta Fransızca yayın yapan “La vie économique” isimli dergide Tahar Tabou El Farah imzasıyla yayımlanan konuyla ilgili haber yorumdan benzeri bir GKA’nın Fas’a da önerildiği anlaşılıyor. Fas siyasetçileri arasında ülkenin Portekiz ve İspanya’ya yakınlığından ötürü AB üyesi olma hakkı bulunduğunu savunanlar ve bu bağlamda AB-Türkiye ilişkilerini yakından izleyenler var. Fas AB’ye tam üyelik başvurusunda da bulunmuştu, anımsayalım. Fas’la ilgili bu bilgileri aktarmamın nedeni, El Farah’ın, atıfta bulunduğum yazısında, konuya Türkiye üzerinden bakarak, AB’nin GKA karşılığında Rabat’a somut avantajlar sağlamadığını vurgulaması.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının serbest dolaşım hakkı Ankara Ortaklık Anlaşması (1963) Katma Protokol (1970) ve Ortaklık Konseyi kararlarına dayanıyor. Anlaşmanın bunca yıldır yerine getirilmemiş bu hükmünü AB’nin GKA karşılığında Türkiye’ye vermiş olduğu bir “ödün” olarak göstermek doğru değil.

Buna karşılık, Türkiye’de Faslı yazarın yukarıdaki görüşüne zıt bir şekilde, vize bağışıklığı diyalogunu başlatmak ve “yerel seçim kampanyasında vizesiz Avrupa propagandası” yapmak için AB’ye “ödün” olarak GKA’nın verildiğini savunanlar var.  Peki, AB ile imzalanan GKA bazılarının dediği gibi o kadar kötü bir şey mi?

Geri Kabulün temel öğeleri

Geri kabul (readmission) bir ülkede yasadışı (kaçak) durumdaki yabancıların uyruğunda bulundukları ülke tarafından geri kabulü anlamına geliyor. Türkiye’nin bu durumda bulunan ve sınır dışı edilen vatandaşlarını geri kabulüyle ilgili bir sorunu yok, hiç de olmadı. Yerel makamların ellerinde geçerli oturma izinlerinin yanı sıra pasaportu da bulunmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını başkonsolosluklarda düzenlenen seyahat belgeleri ile ülkemize geri göndermeleri rutin bir uygulama. O bakımdan GKA’ da tarafların vatandaşlarıyla ilgili bölüm aslında işleyegeliyor.

Sorun Türkiye’den AB ülkelerine geçen üçüncü ülke vatandaşlarıyla ilgili. Bilindiği gibi, Türkiye, 1961’de taraf olduğu mültecilerin hukuki statülerine dair Cenevre Sözleşmesi’nin “mülteci” tanımıyla ilgili 2.fıkrası (b) bendine uygun olarak “mülteci” sıfatını “1951’denönce Avrupa’da meydana gelen olaylar sonucu” ırkı, dini ya da siyasi bir gruba mensubiyet vb. gibi nedenlerle ülkelerine dönemeyenlere tanıma seçeneğini benimsemişti. Ama 1951’den sonra dünyada meydana gelen olaylar, taraflara sözleşmede sunulan bu zaman ve coğrafi sınırlama seçeneğinin tüm mültecileri kapsama bakımından yetersiz kalmasına yol açtı. Bu nedenle 1967 de sözleşmeye ek protokol imzaya açıldı. Bu protokolle sözleşmedeki “1951’den önce Avrupa’da meydana gelen olaylar sonucu” ibaresi metinden çıkarıldı. Türkiye ise bu protokole coğrafi çekincesini sürdürerek taraf oldu. Bu nedenle Avrupa dışından gelenlere hâlâ mülteci sıfatını tanımıyor. Oysa Avrupa uzun zamandan beri ABD ile birlikte göç alan, dünyanın diğer bölgeleri ise göç veren konumunda bulunuyor.

Türkiye’nin çok sayıda mülteciye bakacak ekonomik koşullarının bulunmadığı bir dönemde belki anlayışla karşılanabilecek coğrafi çekince, son yıllara kadar ülke topraklarından geçip AB ülkelerine yasadışı yollardan giren göçmenlerin sayısındaki artış nedeniyle AB’yi rahatsız edici boyutlara ulaşmıştı. Bu rahatsızlık, AB’nin vize uyguladığı bazı ülkelerle Türkiye’nin vize bağışıklığı anlaşmaları bulunması nedeniyle had safhaya ulaşmıştı. Ama Frontex verileri, Türkiye üzerinden AB ülkelerine geçen kaçak göçmen sayısının 2011’de ulaştığı zirveden (40 bin)  giderek azaldığını gösteriyor.

Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi (AK) Türkiye’nin Cenevre sözleşmesine koymuş olduğu coğrafi çekinceyi kaldırması için yaptığı çağrıyı her vesileyle yineliyor. Bu konuda AK İnsan Hakları Komisyonu Komiseri Thomas Hammarberg’in Türkiye 2009 tarihli raporu önemli tespitler içeriyor. (https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=1599629&Site=COE ) TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun 2010’da yayımladığı rapor da aynı şekilde coğrafi çekinceyi herhangi bir gerekçeye bağlamadan kaldırmamızın gerekliliğinin altını çizen önemli bir belge. (http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/belge/gocmen_raporu.pdf) Özet olarak belirtmek gerekirse, Türkiye arkaik göç ve mülteciler mevzuatını Avrupa hukukuna uygun hale getirmek zorunda.

AB ile dün imzalanan GAK işte bu yönde atılmış önemli bir adım. Anlaşmayla uygulama üç yıl sonra başlamak üzere, Türkiye, bir üye ülkenin talebi üzerine, o ülkede kaçak bulunan üçüncü ülke vatandaşlarını ya da vatansızları, o kişilere geçerli bir vize veya seyahat belgesi vermişse ya da onlar yasadışı yollardan girdikleri Türkiye’de bir süre geçirmişlerse geri kabul ediyor. Anlaşmanın birçok ayrıntısı var ve bunları bir köşe yazısına sığdırmak mümkün değil. Burada önemli olan Türkiye’nin önünde sonunda Cenevre Sözleşmesi ek protokolüne koymuş olduğu coğrafi çekinceyi kaldırmak ve vize rejimini AB’ye uydurmak zorunda olması. Ancak Türkiye bu iki konuyu değerlendirmeyi tam üyelik koşuluna bağlamış durumda.  AB karşıtı çevrelerin olası eleştirilerine karşı hükümetin elini güçlendiren bir şerh kuşkusuz ama bunun sadece AB üyeliğine giden yolda atılması gereken bir adım değil, ayrıca modernleşmenin gereği olduğunu da bu vesileyle vurgulamakta yarar var.

Geri kabule yönelik eleştiriler

GKA’ya yönelik eleştirilerin başında Türkiye’den transit geçerek AB ülkelerine giden ve orada yakalandıktan sonra iade edilecek olan yasadışı göçmenlerin, Avrupa Gazete’deki ifadeyle Türkiye’yi bir göçmen toplama kampına dönüştüreceği iddiası geliyor. Gazetede anlaşmanın imzalanmasından bir gün önce yayımlanan “Geri Kabul anlaşması ile nasıl bir tuzağa düşeceğiz?” alt başlıklı haberde, buna gerekçe olarak pasaportsuz yakalanacak olan üçüncü ülke vatandaşlarının kendi beyanlarıyla Türkiye’ye gönderilecekleri ileri sürülerek, GKA “bu fakir ülke göçmenlerine Türkiye alternatifi olmuş olacak” deniliyor.  Gazetenin bu abartılı satırlarını okuyunca akla şu soru geliyor: Türkiye üzerinden her yıl AB ülkelerine geçen on binlerce göçmenin Türkiye alternatifi için daha önce bir AB ülkesinden sınır dışı edilmesi şartı mı var?

GKA’da Türkiye’nin AB ülkelerinden geri kabul ettiği mültecilere yasal statü vermekle yükümlü olduğu gibi bir husus yer almıyor. Kaldı ki Türkiye’nin kaynak ülkelerle kendi vatandaşlarını geri almalarını sağlamak için ikili anlaşmalar yapma imkânı bulunuyor.

Kabul etmek gerekir ki Türkiye yoksul ülke vatandaşları için bir çekim noktası olmuşsa -ki İstanbul dâhil bazı büyük kentlerde sadece kaçak yaşayan değil ayrıca çalışan yabancılar da var-  bu anlaşma olmasa da yasa dışı göç alacaktır. Sosyal haklardan yoksun olarak ve düşük ücretlerle çalışan yabancılara ABD ve bazı AB ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de şu veya bu gerekçeyle, belki de insani nedenlerle göz yumuluyor ya da engel olunamıyor anlaşılan. Toplumumuzla iyi, kötü bütünleşmeye çalışan bu insanlar, önce Avrupa’ya gitmeyi, sonra orada yakalanıp Türkiye’ye iade edilerek bir mülteci kampına yerleştirilmeyi mi isterler acaba?

Açlık, susuzluk ve savaş gibi nedenlerle komşu ülkelere sığınanlar bir yana bırakılacak olursa, yasa dışı göçmenleri gelişmiş ülkelere kaçak yollardan da olsa girmeye yönelten neden bu ülkelerdeki refah düzeyi elbette. Başta ABD olmak üzere AB ülkelerine mülteci kamplarında sürünmek için değil, o ülke vatandaşları gibi yaşamak, bunun için de o ülkelerin uyruğunu almak için gidiyor insanlar. Brezilya ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de daha kendi refah düzeyleri yeterince yüksek olmadığı halde komşularına göreceli olarak çekici geliyor elbette.

Türkiye’de Suriye’deki iç savaştan kaçanlar için kurulmuş göçmen kampları var. İnsani gerekçelerle oluşturulmuş kamplar. Daha önce de Halepçe katliamından kaçan Kürtler için benzeri kamplar kurulmuştu. Bu insanlara kalkıp, “coğrafi çekincemiz var size mülteci sıfatı tanımıyoruz” diyerek insanlık görevimizi yapmayacak mıydık?

Sonuç olarak GKA’yı asılsız ve abartılı iddialarla karalamaya gerek yok. Yukarıda da altını çizdiğim gibi, Türkiye’nin göç ve mülteciler politikasını modernleştirme ihtiyacı var ve bu vesileyle AB mevzuatına uyarlama imkânı doğdu.  Keşke tam üyelik süreci beklenmeden bu yola gidilebilse. Özetle dünkü gelişmeler, dış politikada eksen kaymasından kaygılananlar, AB’den uzaklaşıyoruz diye düşünenler için sevindirici bir haber.  Geçmişte böyle söyleyip de şimdi GKA’ya karşı çıkanlar olsa da…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar