Bayram ZİLAN

Medyadaki metal yorgunlukları
13.10.2017
1095

 AK Parti’nin ilk kurulduğu yıllarda medyanın siyaset üzerinde “hegemonyası” vardı. Hükümetin ve siyaset kurumunun gündemi bizzat “medya” tarafından belirleniyor, gazeteciler, manşetleri ve kalemleriyle “balans ayarı” yapıyordu. Bazı medya patronları, “zebra desenli pijamalarıyla” kabine üyelerine “ev ödevi” veriyordu.

Dördüncü kuvvetin “birinci kuvvet” haline geldiği yıllardı o yıllar…

AK Parti kurulduktan sonra “demokratik nizam” maya tutmaya başladı.

Medya kendi plazasına, askeriye de kendi kışlasına geri çekildi.

Siyaset kurumu özgürleşti.

Bu özgürleşme hali doğal olarak “milleti” ön plana çıkardı.

Siyaset kurumu, tank paletlerinin ve plaza manşetlerinin baskısından kurtuldu. Milletin kendisinin siyaset kurumuna rota çizdiği ve egemenliğin doğrudan millete verildiği bir düzen kendisini göstermeye başladı.

Bu demokratik düzenin tesisinde reformist Erdoğan’ın etkisi çok büyük kuşkusuz.

Erdoğan, henüz İstanbul’da belediye başkanı iken “yeter artık söz milletindir” diyerek siyaset dışı odakların kendi gündemini belirleyemeyeceğini ilan etti.

Erdoğan, AK Parti tabelasını asarken AK Parti’nin rotasının medya tarafından çizilemeyeceğini, eski Türkiye’nin en büyük hastalığı olan “manşetlerin emrine amade siyaset tarzı”nın da kendi iktidarları döneminde tarihin çöp sepetine atılacağını söyledi.

Erdoğan’ın bu kararlı duruşu, Türkiye’de yeni bir medyanın, yeni bir dil ve retoriğin neşvünema bulmasını sağladı.

Birinci kuvvet olan ve alanı dışına çıkan medya, dördüncü kuvvet olarak kendi alanına geri çekildi.

Ne var ki, bu demokratik teamül son yıllarda yeniden bozulmaya başladı.

Yeni Türkiye medyası, kendi “statükosunu” oluşturmaya ve “Stockholm Sendromu” yaşamaya başladı.

Bunun üç nedeni var.

Birincisi, medyadaki dava insanlarının mücadelesinin görülmemesi ya da motivasyonu sadece dava olan insanların pasifize edilmesi!

İkincisi, “yanlış iliklenen düğmenin doğru iliklenmesi adına” iktidara “maslahat aynası” tutanların çok hoyrat bir şekilde lince maruz kalması.

Üçüncüsü ise AK Parti’ye “kişisel çıkarları için” sonradan eklemlenen kişilerin samimiyetinin sorgulanmaması ve bu kişilere karanlık geçmişleri bir kenara bırakılarak gereğinden fazla anlam yüklenmesi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2019’a giden süreçte partisi için attığı değişim ve yenileşme adımlarının bir benzerinin medyaya yönelik de atılması son derece elzem görünüyor.

Çünkü bugün medya “küpüne zarar veren sirke” haline dönüşmüş durumda.

Bir tarafta 28 Şubatların çilesini çeken ve davanın köklerinden gelen medya mensupları var.

Diğer tarafta bu dava ile ilgisi olmayan, cefa dönemlerinde sefa yaşamakla ünlenmiş “lejyoner” medya mensupları var.

Bir tarafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gördüğünde, davasını, medeniyetini, mukaddesatını gören ve bu yüzden hiçbir karşılık beklemeden Erdoğan’ın yanında saf tutan gazeteciler var.

Diğer tarafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gördüğünde, kendi kişisel çıkarlarını, maddiyatını, dünyeviyatını gören ve karşılık beklediği için Erdoğan’ın yanınday-mış gibi yapan gazeteciler var.

Bir tarafta Erdoğan düşerse, Kudüs, Arakan, Somali düşer, mazlumlar düşer, direniş düşer diye düşünerek Erdoğan’a omuz verenler var.

Diğer tarafta Erdoğan düşerse, yatımız, katımız, gelirimiz, kazancımız, kişisel kariyerimiz düşer diye düşünerek Erdoğan’a omuz veriyor-muş gibi görünenler var.

Bir tarafta adap, edep, ihlas, samimiyet ve maslahat için adım atan, söz söyleyen, kalem oynatanlar var.

Diğer tarafta, adap ve edep bilmeyen, kişisel kazanımları için kalem oynatan, sadece kendi statükosunun devamı için söz söyleyen, kalem oynatan ve gerçeği saklayan riyakârlar var.

Bir tarafta “Erdoğan’ın ayakta kalması lazım, çünkü Erdoğan giderse davamız, ideallerimiz, hedeflerimiz, değerler manzumelerimiz sekteye uğrar, mazlumlar kaybeder” diyenler var.

Diğer tarafta “Erdoğan’ın ayakta kalması lazım, çünkü Erdoğan giderse falanca kanaldan aldığım paralar, filanca gazeteden sağladığım rantlar, şu radyodan elde ettiğim gelirler, şu kuruluştan edindiğim imtiyazlar gider, ayrıcalıklarım sekteye uğrar, ben kaybederim” diyenler var.

Bir tarafta halka tozpembe bir dünya gösteren, bukalemun gibi her an renk, hal ve tavır değiştiren, itibar suikastını ata sporu haline getirmiş, bu kutlu hareketin davranış metoduyla uzaktan yakından alakası olmayan, Ak Parti ailesi ile doku uyuşmazlığı olan ve plaza medyasının ahlaksız yöntemlerini kendisine şiar edinmişler var.

Diğer tarafta bu kutlu hareketin davranış metodunu içselleştirmiş, lideri söz söylemeden söz söylemeyen, harekete ve davaya zarar vermemek için kılı kırk yaran ve “aşağılık bir yöntem kullanılarak şerefli bir hedefe varılamaz” vecizesini kendisine şiar edinmişler var.

Bir tarafta gemi su aldığında gemiyi “ilk terk edecek” olan “devşirmeler” var.

Diğer tarafta bu davanın “yalın ayaklı sahipleri” var.

Bir tarafta “sel” olup uçacaklar var.

Diğer tarafta “kum” olup hayatı pahasına kalacaklar var.

2019 bir başkası için ne anlam ifade eder bilmiyoruz!

Ama bizim için 2019’da ayakta kalmanın “sınırlar ötesi” anlamları var!

Liderimiz Erdoğan için 2019 ne anlam ifade ediyorsa bizim için de aynı şeyi ifade ediyor.

O yüzden diyoruz ki…

Metal yorgunluğu medyada da var.

İşte buna da neşter vurulmalı…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar