Bekir AĞIRDIR
Türkiye’nin Anayasa sorunu Cumhuriyet’le yaşıt. Kürt meselesi, Kıbrıs, Avrupa Birliği üyeliği meselesi… Neden hiçbir sorunu zamanında ve zamanın, toplumun ruhuna uygun olarak çözemiyoruz? Bir an düşünsenize, altmışlı, yetmişli yıllarda Türkiye’de görev yapan bir diplomat ya da gazeteci 2022’nin bu ilk günlerinde Türkiye’ye gelse, siyasi gündemin ve ana meselelerin hemen hepsinin aynen sürdüğünü görecek.
Dolandırıcılıkları, vurgunları saysak, 70’li yıllarda arsa-yapı kooperatifçiliği, 80’li yıllarda bankerler, 90’lı yıllarda hayali ihracat, 2000’li yıllarda saadet zincirleri, şimdilerde kripto para, çiftlikbank, beşli çete soygunları, mala çökmeler. Bir ülkenin hukuk sistemi hiç mi değişmez, yönetim sistemi hiç mi tedbir almaz? İlkini 1948’de yaptığımız imar affını 2018’e kadar 17 kez tekrarlamışız, ihale kanununu son 10 yılda bile kaç kez değiştirdiğimizi artık yapanlar bile saymıyor muhtemelen.
Bir de sorunlar ağırlaştıkça cafcaflı bazı şoven laflar, modeller geliştirme alışkanlığımız var. Avrupa Birliği ilişkilerinde Helsinki Kriterleri’ne uymayız, Ankara kriterleri icat edip onlara uyacağımızı söyleriz ama o kriterler hiç bilinmez. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkar kendi ilkelerimize uyacağız deriz ama kadına şiddet ve cinayetler artar. Dünyanın, literatürün bilmediği yeni ekonomik model deriz ama her gün başka bir yetkili başka bir hayali model anlatır. Say, say bitmez. Neden böyleyiz?
Sorunların birer marka olduğu ülke
Marka ne yalnızca simgedir ne de yalnızca bir ad. Marka, kendisini oluşturan tüm unsurların algılama sürecinden geçmesiyle oluşan bir sonuçtur. Aynı zamanda markanın arkasında bir felsefe, görüş ve strateji vardır. Marka tutarlılık ve süreklilik demektir.
Ülkenin bazı siyasi meseleleri var ki, artık hepsinin birer marka olduğunu söyleyebiliriz. Bu tanımlamayı ilk kez Bilgi Üniversitesinden Prof. Dr. Arus Yumul’dan duymuştum. Eğer bir Türkiye markası varsa, Türkiye’nin Kürt meselesi de Kıbrıs meselesi de yeni Anayasa meselesi de laiklik, irtica meseleleri de artık birer marka.
“Devletin bekası”, “önce devlet”, “ülke batıya mı dönük doğuya mı”, “solda bölünme” ve “solda birleşme” tartışmaları ve daha birçok zihni sorun da birer marka ve algı kalıbı. Korkularımızda bile markalaşanlar var: “Bölünme”, “irtica”, “darbe”.
Tüm bu markalaşan sorunlar, zihniyetler, algılar, korkular ve tartışmaların içeriği yıllar geçse de değişmiyor. Çözülmüyorlar ya da aşılmıyorlar da.
Etrafımızdaki dünya, gündelik hayat, ülke ve toplum değişirken siyasi zemindeki marka olmuş sorun ve tartışmalar değişmiyor. Bakın ekranlara, okuyun köşe yazılarını, neredeyse aynı kişiler, uzmanlar, köşeciler, yorumcular aynı meselelerde, aynı bakış açıları ve aynı pozisyonlarla laf söylemeye devam ediyor. Artık o kalemler ve diller de o markaların birer unsuru haline gelmişler.
Tüm bu meseleleri, o markalaşmış meselenin unsuru haline gelmiş kişiler, yöntemler, söylemler, algılar ve zihniyetlerle çözemeyiz. Çözemiyoruz da zaten. Çünkü tüm bu unsurların varlığı o markaya bağımlı.
Bu nedenle toplum ekonomik ve sosyolojik olarak değişirken markalaşmış sorunları yaratan zihniyet kalıpları, taşıyıcı aktörler değişmiyor. Değişmeyen kurum ve kurallar nedeniyle sıkışmalar başlıyor. Sonra bir an geliyor, değişen hayat bir sıçramayla düzeltmeyi kaçınılmaz kılıyor. Bir sıçrama oluyor, yeni bir üst basamakta yeni bir toplum ile sistem dengesi oluşuyor. Ta ki markalaşan meseleler, zihniyetler yeniden dirilip ruhumuzu ve zihnimizi esir alana kadar.
Çözülemeyen sorunlar karamsarlığı artırırken, bireyler ikircikli davranmaya, lümpenleşmeye, hukukun üstünlüğüne olan düşük inanç daha da düşmeye, ortak kadere inanç, ortak yaşama iradesi zayıflamaya başlıyor. Giderek memleketin geleceği ile kendi geleceği ve umutları arasında yarılmalar, kopmalar oluşmaya başlıyor.
Sorunun kök kaynağı ne, nedeni kimler sorularının cevabını bulamadan da bu kısır döngü aşılamıyor. Her birinin dinamikleri, nedenleri, ağırlığı farklı olsa da sorunun üç katmanı ve aktörü var: Devlet, siyaset ve toplum.
Hiçbir zaman değişime razı olmayan devlet ve bürokrasi
Cumhuriyet kurulurken temel iki hedefi vardı: Kalkınma ve toplumsal dönüşüm ya da modernleşme. Bu iki hedefte de o günün koşulları içinde hem ekonomik aktörlerin ve dinamiklerin hem de toplumun eğitim ve beceri kapasitesindeki yetersizlik kabulüyle öncü rol devlete, bürokrasiye verildi. Devlet, bürokrasi ve özellikle de askeri bürokrasi ekonomik ve toplumsal dinamikler gelişse, değişse de bu rolünden vazgeçmek istemedi.

Desen: Selçuk Demirel
Elbette devlet kalkınmayı arzular ancak kendi anladığı biçimde ve kendi öncü rolünü kimseye kaptırmadan ya da paylaşmadan. Devletin ekonomik kalkınmaya yaklaşımıyla, toplumsal dönüşüme yaklaşımı da paraleldir, değişimin toplumun rızasına uygun olarak değil, bürokrasinin ve yönetimin kendi talep ve öncelikleri baz alınarak gerçekleşmesini ister ve toplumsal alanı tamamen kontrol etme arzusu değişmez. Değişme zorunluluğu geldiğinde de güce başvurur. Cumhuriyet’in kuruluşunda koşullar gereği devlete atfedilen lokomotiflik misyonu, tamamen bir kontrol ve denetim misyonuna dönüşmüş durumdadır.
Bizim devlet ve yönetim düzenimizin en önemli zaafı herhangi bir meseleye tepki vermekteki yavaşlığıdır. Çünkü devletin radarları denetleme amaçlı çalışır, düzenleme amaçlı değil.
Bürokratik sistem öncelikle herhangi bir meseleyi algılamakta oldukça yavaş çalışır. Eğer doğrudan devletin kendi varlığını sorgulayan, kendi egemenlik alanı ve zihniyetinden kaynaklanan bir mesele ise otomatik bir refleks devreye girer. Devlet kendini koruma, meseleyi yok sayma, devletin bekası bahaneli, meselenin aktörlerini hemen yok etme içgüdüleri çalışır. Yok, eğer mesele algılanması, anlaşılması ve çözülmesi kaçınılmaz hale gelmiş bir mesele ise devletin duyargaları oldukça geç açılır ve geç çalışmaya başlar.
Makbul vatandaşı, makbul sermayeyi, makbul değişim ve dönüşüm hamlelerini devlet belirler. Askeri darbeler tarihi bu yetki alanının sınırsız genişlemesini talep eden devletle dönüşüm eğilimi gösteren toplumsal güçlerin çatışmasının tarihidir aynı zamanda. Bu kesintiler, askeri darbeler, devletin kendi yetki alanını daima genişletme eğiliminde olması, kalkınma ve modernleşmeyi, toplumsal tahayyüllerin tamamını ve hatta aydınları bile devlet eksenli düşünmeye, hareket etmeye yöneltiyor. Böylelikle Türkiye, değişimle devletin otoritesi arasında sıkışıp kalarak belli eşikleri atlayamamış bir ülke konumundan bir türlü çıkamıyor.
Hep toplumun demokrasi ya da değişim isteyip istemediğine odaklanılsa da esasında özne bir türlü toplum ve yurttaş olamadı aslında. Devlet sahip olduğu muktedir konumu bu talepleri görmezden gelmek ya da savuşturmak için kullandı.
Siyaset münazara ve münakaşa temelli bir zihniyetin esiri oldu
Markalaşmış her meselenin çözümünün önündeki en büyük ikinci engel siyasi kültür. Hemen her meselede müzakere veya uzlaşma kavramı sıkça kullanılmakla beraber hiçbir zaman siyasi aktörlerin hedefi müzakere, ikna ve uzlaşma olmadı ne yazık ki. Esas olan müzakere, ikna, uzlaşma değil, münazara ve münakaşadır.
Aya insanoğlunun ayak bastığı 20 Temmuz 1969 gününün ertesi günü Türkiye’nin en çok satan gazetesinin manşetindeki haber şöyleydi: “Demirel: İtişip kakışmakla zengin olamayız.” Teknolojik çağ atlamaya işaret eden o günde zamanın başbakanının kurduğu bu dört kelimelik basit cümlede iki unsur var. Siyaseti itişip, kakışmak olarak tanımlamak, kalkınma hedefinin de zengin olmak olarak görmek. Günün geçerli anlayışını yansıtan bu cümle siyaseti müzakere olarak görmediği gibi kalkınmayı da gelir adaleti, yaşam kalitesi olarak değil zengin olmak olarak görüyordu. Bugün de onca deneyime karşın siyasi kültürümüz bu dört kelimenin dışına çıkabilmiş değil. Ama insanoğlunun aya ayak basmasından bugüne yalnızca teknolojik sıçramanın sonucu olarak bile tüm gündelik yaşam ve toplum tümüyle değişmiş durumda.
Hala ekranlardaki tartışma programlarının kurgulanması, gazetelerin köşe yazarlarının kombinasyonu bile münazara ve münakaşaya dayalı.
Münazarada da münakaşada da akıl ve fikir değil, dil ve güç yarışır. İstenen öğrenme, anlama, uzlaşma değil, karşı tarafı susturmak ve yenmektir. Savunulan fikre inanmak değil, seçilen pozisyon ve o pozisyonun çıkarlarıdır kollanan. İzleyenlerin takdiri ve alkışı sizin bilginize, fikrinize değil, kör inançlı amigoluğunuzadır.
Ne yazık ki son yılların ülkedeki siyasi ortamına da hâkim olan münazara ve münakaşadır. İster sosyal medyaya bakın ister bu yazıların altlarına yazılan bazı okur yorumlarını okuyun, ister ekranlardaki tartışmaları izleyin aktörlerin de izleyicilerin de ruh hali münazara ve münakaşadır. Ne söyleyen ne okuyan ne izleyen sizin ne demek istediğinizle ilgili değil, kafasındaki pozisyon alışa uygun olarak size yapıştırdığı etiket ve sonra da o etikete uygun münazara ve münakaşa tepkileridir.
Halbuki siyasetin, siyaset yapmanın ilk adımı müzakere olması gerekir. Müzakere aldım, verdim pazarlığı değildir. Karşı tarafın ihtiyaçlarını, zihni ve duygusal pozisyonlarını, yüklerini, çıkmazlarını anlama çabasıdır. Taraflar, siyasi aktörler ancak bu noktadan başlarsa birbirlerini ikna edebilirler, uzlaşmaya varabilirler. Eğer siyasi partiler kimliklerini, fikirlerini öbür tarafa dayatarak değil, yeni bir üçüncü fikre ulaşmaya razı olarak müzakereye başlarlarsa uzlaşmayı başarabilirler. Ancak siyaseti böyle tanımlar, böylesi bir niyetlilikle başlarlarsa, müzakereden ikna ve uzlaşma üretebilirler.
Toplum güvensizlik nedeniyle birey olmakla yurttaş olmak arasına sıkışmış durumda
Toplum uzun yıllardır siyasi kültürün etkisi, deneyimleri ve kutuplaşmaya dönüşmüş toplumsal ve siyasal fay hatları nedeniyle derin bir güven bunalımı yaşıyor. Bu güven bunalımının birden çok boyutu, tarafı ve unsuru var.
Toplumun yüzde 78’i var olan kural ve kanunların her türlü alanı kapsaması gerektiğine inanırken yalnızca yüzde 18’i olan kural ve kanunların böyle olduğunu düşünüyor. Bir başka yine çok önemli güven ya da güvensizlik göstergesi siyasi aktörlere olan güven seviyesi. Ne yazık ki, yine toplumun yarısı ülkenin temel sorunlarının siyasetçiler tarafından çözülemeyeceğini düşünüyor. Ülkenin geleceği olan gençler açısından bakarsak geleceğe olan güven neredeyse yok derecesinde.
Bu kadar çok güvensizlik belirtisini alt alta sıraladığımızda, ortaya çıkan sonuç ortak geleceğe dair umudun eksilmesi oluyor. Bu da bireylerin yurttaş olma arzu ve gayretlerini engelliyor. Bu güven azalması herhangi bir etnik köken, dini inanç, cinsiyet, yaş, siyasi tercih gibi hiçbir kimlik farklılığına da bağlı değil üstelik. Herkes güvensizliğini benzer biçimde yaşıyor.
Güven niçin önemli ya da güven meselesi yalnızca siyasi meselelerde mi geçerli? Hayır. Çünkü ülkelerin, toplumların ister ekonomik performansları ister toplumsal dayanışma modelleri ve bu modellerin başarısı ister siyasi uzlaşma üretebilme becerisi yani çoğulcu ve demokratik bir toplum olmanın önkoşullarından birisi o toplumun sosyal sermayesinin gücü. Sosyal sermaye dediğimiz şey de özü itibarıyla toplumda var olan ilişkiler ağı, dayanışma ve ortak iş yapabilme modelleri. Bunun çalışabilmesinin yolu da o toplumun güven duygusunun artması.
Siyasi aktörlerin aşmaları, halletmeleri gereken birinci mesele bu güvensizliğin azaltılması ve giderek güven duygusunun yükseltilmesidir. Kutuplaşmayı da güven bunalımını da siyaset çözecek elbette. Fakat var olan siyasi aktörler özellikle de iktidar blokunun aktörleri bizatihi kendileri güvensizliğin özneleri ve aynı zamanda güvensizliğin nedenleri ve tetikleyicileri durumundalar.
Bugün toplum ortak ufku kaybetmişse de bunun yeniden ve yenilenerek oluşturulmasının yolu yeni bir toplumsal uzlaşma üretmek. Bunun da yolu siyasetin önderliğinde ve siyaset yoluyla yeni bir ortak ufuk, ortak gelecek hayali oluşturabilmek. Ne yazık ki, ülke bugün bu noktadan oldukça uzak görünüyor. Ve yine ne yazık ki muhalefet bloku bile hâlâ Erdoğan’ın karşısında kim aday olacak girdabından çıkamıyor.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları






















































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.11.2025
27.10.2025
20.10.2025
6.10.2025
29.09.2025
8.09.2025
1.09.2025
25.08.2025
18.08.2025
11.08.2025