Bekir AĞIRDIR
Sanayi toplumunun esası hayatın her alanında standartlaşma ve ölçek ekonomisi. Her bir ürünü mümkün olduğunca çabuk standartlaştırmak, sonra da üretimi standart adımlara indirgemek. Bunun sağladığı avantajla daha çok üretmek, daha çok tüketmek. Montaj hatları da bu mantığa dayanıyor, fast food restoranlar da.
Üretimin miktarını belirleyen unsurlar sermaye, emek, ham maddedir. Bu üretim formülünün temel varsayımlarından biri havayı, suyu, toprağı sonsuzmuş gibi kabul etmektir. Ama petrol başta olmak üzere yerkürenin doğal kaynaklarını alışılmış biçimde kullanmaya devam edersek sonunu şimdiden hesaplayabiliyoruz. O nedenle Elon Musk Mars’a gidip yeni ham maddeler, kaynaklar bulma hevesinde, yine o nedenle Çinliler asteroitlerde maden arıyor.
Bu üretim formülü bilgi ekonomisinin gelişmesiyle uzun süre önce değişmişti. Bilginin hem sermayenin hem de ham maddenin yerine geçtiği başka türden iş modelleri, bu modellere dayalı yeni şirketler ve markalar, geleneksel üretime dayalı markaları tahtlarından etti.
Ancak bugün bu üretim formülünde bir başka unsurun daha eksik olduğunu fark ediyoruz. Ekonomist dostlar benim gibi ekonomist olmayan birisinin bu tezine ne tepki verirler bilmiyorum ama bu formüldeki bilgiden sonra eklenmesi gereken yeni unsur arzu ve gayret.
Yerkürenin değişim ritmi ekonomik modelleri değişime zorluyor
Eğer bu yaklaşım doğruysa ekonomiye dair tüm formüller değişmek zorunda. Örneğin son aylarda sıkça tartışılan faiz ve enflasyon. Herkesin üzerinde uzlaştığı güven kavramını dahil etmeden faiz ve enflasyon denklemleri hâlâ açıklayıcı mı?
Değinmeye çalıştığım ekonomi teorilerinin insana, kültüre, deneyime aynı zamanda beklentilere, umuda, korkuya, kaygıya yani insana dair olan her şeyle beraber yeniden düşünülmesi gerektiği. Bu konuda da önemli paradigma değişiklikleriyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Teknolojik sıçramanın ürettiği değişim nedeniyle üretim ve tüketim modelleri değişiyor. Bu değişimin sebebi yalnızca kaynakların tükenmesi değil. Aynı zamanda toplumsal duyarlılıklar yükseliyor. Sürdürülebilirlik kaygısı küresel ve ulusal kararları etkiliyor. Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilirlik hedefleri, Avrupa Birliği’nin yeşil mutabakat politikaları, sıfır karbon salım hedefleri gibi ulusal politikalar üzerindeki küresel basınç her ülkenin ekonomi politikalarını etkiliyor. Döngüsel ekonomi, yeşil ekonomi gibi başka kavramlar ve arayışlar güçleniyor.
Kalıcılaşan yoksulluk ve adaletsizlik, bu sorunlar etrafında yerel ve küresel ölçekteki yeni siyaset arayışları, mevcut modelin sürdürülemez olduğunu her gün gösteriyor.
Öte yandan bu değişimin kolay ve kısa sürede olmayacağı da açık. Son elli yılın teknolojik devrimi bilişim ve iletişim esaslıydı. Bu teknolojik devrim sayesinde iş yapış biçiminden düşünce sistematiğine bir dizi büyük değişiklik yaşandı. Ama bu değişimler üretim modelinden çok üretim sürecinin organizasyonunu, verimliliği, hizmet biçimini ve lojistiği değiştirdi. Ama bu devrim atık yönetimini, kimyasal kullanımını, karbon salımını, enerji ve petrol ihtiyacını ve üretimini, daha da önemlisi bu üretim modelinin yerküreye verdiği zararı değiştirmeye yetmedi. Yerküreyi ve insanı alabildiğine hoyratça kullanan ekonomik kalkınma ve büyüme anlayışı ile ona bağlı gelişen ölçüm modelleri tarihe karışıyor.
Bundan sonra, özellikle bilgi çağının ekonomik başarı tanımının ne olacağı, büyüme ve kalkınmanın ne anlama geldiği tartışmaları belirleyici olacak. Geleceğe dönük ekonomi politika ve stratejilerinin hangi parametrelere yaslanacağı bu tartışmalarla tanımlanacak. Şu kadarını net olarak biliyoruz. Mevcut ekonomik model adaletsizlik ve yoksulluk problemlerini çözemediği gibi yerkürenin de insanın da doğasına aykırı. Bu meseleler yalnızca sosyal yardım politikalarıyla giderilemeyecek denli büyüdü ve karmaşıklaştı.
Kalıcılaşan adaletsizlik ve yoksulluk küresel krizleri tetikleyecek
Ülkeler ve kıtalar arası adaletsizlik ve yoksulluk destek politikalarıyla çözülemedi. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin, şirketlerin bugüne kadar aldıklarının hiç değilse bir kısmını topluma ve dünyaya verecekleri yeni bir zihinsel modele ihtiyaç var. Yoksa dünya, onların da her şeylerini kaybedecekleri bir sarmala girecek. Adaletsizlik ve yoksulluğun ürettiği gerilim onların varlıklarını da tehdit ediyor. Nitelikli emek ihtiyacını karşılayamamak, talep yetersizliği, kaynakların tükenmesi gibi ekonomik ve yine toplumsal duyarlılıkların yükselişiyle beraber tüketici memnuniyet sorunlarıyla baş başalar şimdiden.
Bu konularda toplumsal ve küresel duyarlılığın yükselmesi ve siyasete etkisi, popülist liderlerin elinde ekonomiyi disipline etme arayışına ve otoriterliğe yeni imkânlar açıyor. Popülist liderlerse sürdürülebilirlik açmazını daha da derinleştiriyor. Ulus-devletlerin kaynakları azaldığı ve pazarları daraldığı için giriştikleri yeni bölüşüm kavgaları ve savaşları işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Ekonomik aktörlerin önünde iki yol var: Ya mevcut zihin haritalarını takip edip kendi sonlarını da getirecekler. Ya da yeni bir üretim, mülkiyet ve bölüşüm modeli üretilmesine rıza gösterecek hatta katkıda bulunacaklar.
İkinci önemli değişim de ölçek ekonomisinde olacak. Daha çok üretip, daha çok kâr etme zihniyeti değişmek zorunda. Çünkü tüketici değişti. Artık insanlar özgün, yerel, kaynağı ve içeriği belli ürünlere yöneliyor. Pek çok sektörde kitlesel ve standart üretim modeli geçerliliğini yitiriyor. Enerji üretiminde bile dağınık, küçük, yerel tüketici taleplerine duyarlı üretim modelleri ortaya çıkıyor.
Sanayi toplumunun üretim modeli ölçeğe ve standardizasyona bağlı olduğu için, üretimin, kalkınmanın ve zenginliğin ölçütü parasal büyüklüktü. Ülkelerin kalkınmışlığının ölçütü de kişi başı gelirdi. Bir zamanlar Türkiye’de kişi başı milli gelir 5 bin doları aşarsa ülkenin daha kolay demokratikleşeceği varsayılırdı. Çünkü böylece orta sınıf genişlerdi. Orta sınıf da özgürlük ve demokrasinin garantörüydü. Fakat yaşadıklarımız gösterdi ki şema böyle çalışmıyor.
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin ve yoksulluğun piyasanın görünmez elleriyle çözülmediğini deneyimledik. Ulusal ölçekteki o rakamlar ve ortalamalar gündelik hayatın gerçeğini yansıtmıyor, hatta saklıyordu. Halen de öyle.
Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun ülkenin toplam gelirinden aldığı pay yüzde 47.5’ken düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay toplamın yüzde 5,9’u. TÜİK’e göre bile 2020 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 27,4’ü “ciddi maddi yoksunluk” yaşadı.
Adaletsizlik ve yoksulluğa itiraz hareketleri de küreselleşerek güçlenecek
Adaletsizlik ve yoksulluk mevcut ekonomik modeli sürdürülemez kılıyor. Böylesi bir problem ulus-devletlerin politikaları, kısıtlamaları, sınırlarında yükselttikleri duvarlarla çözülemez. Çünkü artık yoksullar başlarına ne geldiğini ve niye yoksul olduklarını öğrenebilecekleri kaynaklara sahipler. Aynı haber ve bilgi kaynakları sayesinde yaşam tarzlarını hem kendi benzerleriyle hem de onlara hiç benzemeyen zenginlerin yaşamlarıyla karşılaştırabiliyorlar. Hayat zamandan ve mekândan bağımsızlaştığı için örgütleniyor ve siyasete müdahale edebilecekleri olanaklar arıyorlar. Paralel olarak yeni tip şirketler ve siyasi aktörler devletleri zorluyor.
Şirketlerin ve devletlerin toplumla, bireylerle, yurttaşlarla ister çalışan ya da müşteri olarak ister seçmen ya da yurttaş olarak ilişkilerini yeniden düzenlemek zorunda kaldıkları bir dönemin başlangıcındayız.
Sermayenin vücut bulmuş hali olan şirketlerin tüm zihin yapıları değişmek, devletin ekonomideki rolü ve sosyal devlet kavramı yeniden tanımlanmak zorunda.
Devlete ve şirketlere bağlı olarak sermayedar sınıfı ve burjuvazi de değişecek. Levent Erden’in “iş insanı v.3” tanımından hareketle “üçüncü nesil şirket” diye adlandırdığım bir tanım yapmak mümkün.
Birinci nesil şirketler devlet ve bürokrasiyle iş birliği-uyum içindelerdi. Devletin verdiği bir imtiyaz ve izinle vücut buldular.
İkinci nesil şirketler siyasetçilerle iş birliği ve uyum içindelerdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’da, Özal’lı yıllarda Türkiye’de gelişen ikinci nesil şirketler devletle-bürokrasiyle ilişkilerini sorunsuz sürdürmeye çalışırken, asıl sıçramayı ve büyümeyi siyasetçilerle kurdukları ilişkilerden sağladılar ve hâlâ da sağlıyorlar. Türkiye’de şirketlerin ve holdinglerin yönetim kurullarında 1990’lara kadar emekli generaller ve bürokratlar vardı. Şimdi emekli bakanlar ve siyasetçiler var.
Üçüncü nesil şirketler ise toplumla uyumu gözetmek zorunda artık. Toplumla yalnızca kâr ve müşteri tanımları üzerinden ilişkilenmeyen bir yönetim tarzına ihtiyaç duyuluyor. Üçüncü nesil şirketlerin yönetim kurullarında bilim insanları, sosyologlar, antropologlar, bilişimciler, tıp insanları ve sivil toplum aktivistleri olacak yakın zamanda. Çünkü bu şirketler işlerini yaparken bir yandan da memleketi ve dünyayı yaşanabilir hale getirmenin yollarını aramak zorundalar. Aksi halde toplumla sürdürülebilir ilişkiler kuramazlar.
Yine, yeniden mülkiyet tartışması
Elbette üretimin mülkiyeti meselesi de tartışılmaya başlanacak. Tümüyle devlete ya da özel sermayeye bırakılmış ekonomik modelin yerküreye ve insana hayır getirmediğini biliyor artık insanlar. Şimdi yerel yönetimlerin, sivil toplumun ve özel girişimlerin iş birliğine dayalı yeni bir üretim hamlesi gerekiyor. Yerel yönetimler yerel ihtiyaç ve talebin, sivil toplum yerküre ve toplumla ilişkinin sürdürülebilirliğinin teminatı olarak yeni türden bir mülkiyet modellemesiyle adaletsizlik ve yoksullukla mücadele programları geliştirilebilir. Örneğin kentsel dönüşüm projelerinde tüm kârı sermayeye bırakan model yerine yerel yönetimlerin, kentsel dönüşüm alanı ahalisinin de dâhil olduğu; sivil örgütlerin ve özel sermayenin kâr ve yarar bölüşümü üzerinden ortaklaştığı bir modelle kentsel dönüşüm süreçlerinde adaletsizlikle mücadele edilebilir.
Dünya da Türkiye de yakın gelecekte gıda kriziyle baş başa kalacak. Belki de eskide kaldığını sandığımız tarım kooperatifçiliği şimdiden küçük örneklerini gördüğümüz biçimde güçlenecek, gıda üretiminden dağıtımına yeni modeller gelişecek. Bu konuda da yine yerel yönetimler, sivil toplum ve ahali iş birliğiyle yeni yapılanmalar ortaya çıkacak.
Önümüzdeki elli yılda metropollerin ve metropol yönetimlerinin ve de yerel yönetimlerin ekonomideki ağırlığı artacak. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde, beşte biri 300 metropolde yaşıyor. Bu metropollerin her birinin ekonomik kapasitesi dünyadaki ulus-devletlerin yarıdan fazlasından büyük. Metropollerdeki bu ekonomik arayış eski devlet ya da kamu ekonomisinden farklı, yeni bir ekonomik üretim ve çoklu bir mülkiyet modellemesi oluşturma potansiyeline sahip.
Yalnızca metropoller de değil bugün ekonomik aktörleri ve dinamikleri neredeyse hiç gelişmemiş bölgelerde, İç Anadolu’da ya da Güneydoğu Anadolu’da bugünkü ekonomik model içinde ne yoksulluğu ne adaletsizliği çözme şansı var. Buralara yeniden kamu yatırımlarını, yerel yönetimlerin aktif ve öncü olduğu yeni bir ekonomik modellemeyi tartışma zamanı.
Çok aktörlü, çok boyutlu, çok katmanlı bir hayatın doğal sonucu belirsizlik ve karmaşıklık. Bu belirsizliğin ve karmaşıklığın esas olduğu ekonomik hayatı, doğrusal ilişki model ve formülleriyle anlamak da yönetmek de imkânsız. Bugünkü ekonomik sistemin aynen böyle sürme şansı yok artık. Belki de bilgi toplumunun Marx’ı, Keynes’i, Weber’i, Freud’u ve onlardan beslenen siyasetçiler yok elimizde…
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı
Yazarlar
-
Taha AkyolYangın ve su 30.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİyi yönetimi hak ediyor muyuz 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkan‘III. Dünya Savaşı ihtimali 50/50’ 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKSuriye’de tarihi bir uzlaşmanın imkanları: Mutabakatın özüne ve şeklinde dair 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEHey gidi hukuk 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSüveyde’den sonra: Eski çamlar bardak olurken… 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURRojava, Şam ve çözüm süreci arasında optimal bir nokta bulunabilir mi? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUYKU “ÖLÜMÜN OYUNBOZAN” KARDEŞİ. 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünya değişiyor, Suriye’nin Türkiye politikası da mı değişiyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEski Türkiye’den Bir Sokak ve Bir Apartman 26.07.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanBakın servet transferi nasıl yapılıyor? Bir tekil örnek… 26.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKendiliğin kazanılması ölçüm sorunlarına yolaçıyor 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuk ve Savaş 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunVazgeçmeyeceğiz! 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilAynı dili konuşup neden anlaşamıyoruz? 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHüseyin için matem, Gazze için ağıt 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Boraİhtiyatlı İyimserlik 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayReel sosyalizm neden çöktü? 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluFurkan Karabay, Murat Çalık, Kavala, Atalay, Demirtaş ve diğerleri 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçMinder… 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBir Baba Dostu: Altan Öymen 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYusuf Tekin hemen istifa etmeli ama LGS değil, YKS’den 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluDevlet, başta dürüst olmazsa sonra kimseyi inandıramaz 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEMurat Çalık’tan halkın payına düşenler 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımının toplumsal meşruiyeti nasıl artar? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞErdoğan, temel saflaşmanın eksenini 10 yıl sonra bir kez daha değiştirmeye çalışıyor: ‘Millîlik’ yer 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR103 kişinin ölümündeki suçu sahte belgeyle gizlediler 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRSiyaset çıkar, itibar, zenginleşme aracı olmadığında… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYBırakın ömür boyu otursunlar o koltuklarda 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
7.07.2025
30.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
2.06.2025
26.05.2025
19.05.2025
5.05.2025