Cafer Solgun
Türkiye, sosyal ve siyasal gündemi çok “hareketli” ve “değişken” bir ülke, malum. Bu hareketlilik ve değişkenlik, sanırım toplumun “balık hafızalı” oluşuyla da ilgili. Toplumun söylenen sözlerin takipçisi olmaktaki isteksizliği ve “unutma” temayülü, “gündemin efendileri” açısından tadından yenmez bir avantaj oluyor. Böyle bir toplumu yönetmek, güç ve iktidar sahiplerine büyük kolaylık sağlıyor çünkü.
Haklarına duyarlı, gereğinde haklarını savunmak için harekete geçen ve mevcut haklarının kapsamını genişletmek amacıyla istikrarlı, kararlı bir çaba içerisinde olan ülke ve toplumların durumu farklı. Bu nedenle o tür “bizden uzak” ülkelerde iktidardakiler başta olmak üzere siyasetçiler, kamuoyu önünde, medya önünde ne dediklerine dikkat ederler. Seçim zamanlarında verdikleri sözleri, vaatleri dikkatlice seçerler. Bilirler ki iktidar olduklarında seçmenleri ve medya bu sözleri, vaatleri unutmayacak, takip edecek ve yerine getirilmeyen sözlerin hesabını demokratik haklarını kullanarak soracak; mesela sandığa gömecektir.
Bunlar bizden “uzak” şeyler. Bizde iktidar olanlar başta olmak üzere siyasetçiler, diledikleri gibi, işlerine geldikleri gibi konuşabilirler, sözler verebilirler, vaatler sıralayabilir, alıcısı varsa “Ankara’ya deniz getireceğiz” bile diyebilirler, birbirlerine laf atabilir, hatta “hain, terörist, ihanet” gibi ağır ithamlarda bulunabilirler. Sonra, bir soran olursa eğer, “siyasette olur böyle şeyler” deyip dün hain olmakla itham ettikleri rakipleriyle tokalaşabilir, kol kola girebilir, koalisyon yapabilirler. Siyasette kendilerini “bağlı” gördükleri bir “ilke” varsa eğer, o da “dün dündür, bugün ise bugündür” düsturudur. Milliyetçilik, vatanseverlik, demokratlık, muhafazakarlık, liberallik, solculuk filan, bunlar duruma ve şartlara, siyasi yelpazede üstlenilen role göre kullanılacak argümanlardır ve aslında çok da “şeetmemek” gerekmektedir.
Siyasiler böyle olduğu için mi toplum böyle, yoksa toplum böyle olduğu için mi siyasiler bu denli tutarsız, yanar döner; tartışmaya değer bir husus ama şimdi ve bu yazımda değil.
***
Hatırlayanlar vardır elbet, o kadar da uzak bir geçmiş değil neticede; Dersim ve Seyit Rıza bir ara siyasi gündemin revaçta konularından biriydi.
2010 yılında Deniz Baykal’ın malum şekilde boşalttığı koltuğa oturan ve şimdilerde “müzakere değil mücadele” twitleri atan, koltuktaki 13 yılını ise iktidar partisinin inşa ettiği “yeni” Türkiye rejimini meşrulaştırma mesaisiyle geçiren sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun hasbelkader Dersimli olması, AKP’nin de o ara ihtiyaca bianen “açılımcı” takılması, Dersim meselesinin “gündem” olmasını beraberinde getirmişti.
Dönemin başbakanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu “Dersim” mevzusu üzerinden Kılıçdaroğlu’nu siyasi manada hayli “dövdü” hatırlarsınız. Sayın Kılıçdaroğlu uzun süre Dersim’e “Dersim” bile diyemedi, oturduğu koltuktan ötürü. Meseleyle ilgili en “net” açıklaması, muhtemelen Ermeni soykırımı tartışmalarından ilhamla, “Sorunu siyasiler değil bırakalım tarihçiler tartışsın” demek olmuştu (2011)…
Belirtmeden geçemem: İhsan Sabri Çağlayangil’in, Dersim katliamında kimyasal gaz kullanıldığına dair açıklamalarını kasete kaydeden, Sayın Kılıçdaroğlu’dur (1986). Yani Dersim meselesini gayet iyi bilmektedir. Ne var ki o ses kaydının tamamını hala kamuoyuna açıklamamıştır, tüm çağrılarımıza kulaklarını tıkayarak… (2010 yılında “Tunceli Türktür” misyoneri Soner Yalçın’a verdiği kayıt da yarım yamalaktı.)
Ama benim asıl üzerinde durmak istediğim, iktidar partisinin tutumu ya da tutarsızlığı. Tüm “yenilik”, “değişim” söylemlerine rağmen Tek Parti dönemi ile arasına mesafe koymaktan hala uzak duran CHP’yi yeri geldiğinde eleştiriyoruz ama 22 yıldır tek başına iktidarda olan AKP’nin de Dersim söz konusu olduğunda pek “parlak” bir sicili bulunmuyor.
“Eğer literatürde böyle bir şey varsa başbakan olarak özür diliyorum” demişti mesela Sayın RTE (2011). İlk defa başbakan sıfatı taşıyan biri Dersim, katliam, özür sözcüklerini bir cümle içinde telaffuz etmişti. Bu yönüyle o sözler bir siyasi polemik esnasında söylenmiş olsa bile önemli ve tarihi idi. O gün çıktığım bir TV programında da bunu dile getirmiştim; “Ancak gerekleri var” diye de ekleyerek.
Bir halk topluluğuna yönelik düpedüz soykırım kastı taşıyan bir devlet katliamıyla ilgili özür, bir siyasi polemik cümlesiyle olmaz; bir özür ve telafi yasası çıkartarak olur ancak. Bunu yapmadılar. Yapmaya niyetlenmediler bile.
Cumhurbaşkanlığı makamına çıkınca Sayın Erdoğan’ın el verdiği Ahmet Davutoğlu da “geleneği” sürdürdü. 2015 yılında Dersim katliam için “Kerbela” ifadesini kullandı. Ama o da kendi yol açtığı “Dersim adını iade edecek” beklentisini boşa çıkarmakta bir beis görmedi. Dersim’e yaptığı ziyaret öncesinde “Bazı müjdelerim olacak” diye açıklama yaptı; ne var ki “müjdesi” kendi dönemlerinde “Tunceli Üniversitesi” adıyla açılan üniversitenin adının Munzur Üniversitesi olarak değiştirilmesinin ötesine gitmedi…
İzleyen yıllarda MHP ile kol kola girince, malum, artık “Dersim” diye bir gündemleri olmadı hiç ve eski sözlerini, söylemlerini unuttular, hatırlatılmasından da hiç hazzetmiyorlar. “Ne oldu o iş Reis?” diye soran, sorgulayan bir partisi ve seçmen kitlesi de yok nasıl olsa. Danışman ordusunun görevi ise, malum, her ne derse alkış çalmak, güzelleme yapmak…
“Tutarsızlık” dedim ama aslında Kürt sorunu ve bağlantılı sorunlarla ilgili “devlet aklı” olarak tabir edilen inkar üzerine kurulu egemen devlet ideolojisi, kendi içinde taş gibi yerli yerinde durmaktadır ve iktidara gelen her partiyi hala teslim alacak kudrettedir.
Başka konularda tutarlı tutarsız, hırsız arsız olmaları kendi bilecekleri şeydir; ama söz konusu olan Kürt sorunu olunca, 14 Kasımı 15 Kasıma bağlayan bir gece vakti Elazığ’da araba farlarıyla aydınlatılan Buğday Meydanında asılarak öldürülen Seyit Rıza ve arkadaşları olunca, Diyarbakır Dağkapı meydanında kurulan sehpalarda asılarak öldürülen Şeyh Said ve yoldaşları olunca, Zilan katliamı olunca… iktidar olan veya iktidara talip olan hiçbir siyasi partinin “kendi bildiği” gibi davranma şansı yoktur. Bunun son örneği, AKP ve Erdoğan oldu.
Unutmayacağız. Unutturmayacağız
Bıra na zalumu ma qırr kerdimê/ Kardeş bu zalimler bizi katlettiler
Cendegê ma kerni verê tij u vayi/ Cesetletimizi güneşin ve rüzgarın önüne attılar
Bêmelel u bêkefen sime/ Mezarsız ve kefensiz gittik (Bir 38 ağıdından)
Sesimiz çıktığı, kalemimiz yazdığı ve nefes aldığımız müddetçe unutmayacağız, unutturmayacağız ve sormaktan vazgeçmeyeceğiz: Seyitlerimizin cenazelerini ne yaptınız?
14 Kasımı 15 Kasıma bağlayan bir gece vakti araba farlarıyla aydınlatılan Elazığ Buğday Meydanında Seyit Rıza yaşı küçültülerek, oğlu Resik Hüseyin yaşı büyütülerek, Usene Seyd, Fındıq Ağa, Hesen Ağa, Usene Sey Rızay, Ali Ağa, Hesene İvraime Qız ile birlikte asılarak öldürüldü.
Seyit Rıza ve arkadaşlarını bir an önce asarak öldürmek göreviyle Elazığ’a gelen emniyet müdürü İhsan Sabri Çağlayangil anılarında tanıklığını şu şekilde anlatır:
“…Gece 12.00’de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi, ‘peki’ dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararını açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar okununca hakim ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarptırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. ‘İdam tunne’ diye bir vaveyla koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu.
Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. ‘Asacaksınız’ dedi ve bana döndü.
‘Sen Ankara’dan beni asmaya mı geldin?’ Bakıştık.
İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi. Bu arada Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti.
‘Evladı Kerbelayıh. Bı hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi.
Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi…”
Çağlayangil’in hatıralarında bilerek veya bilmeyerek aktarmadığı birkaç husus var. Seyit Rıza’nın son isteği, cebindeki 40 lira ve köstekli saatinin kendisiyle birlikte asılarak öldürüleceğini bilmediği oğluna verilmesiydi. Oğlunun da asılacağı söylendiğinde ise, oğlunun kendisinden sonra asılmasını ister. Tam tersi yapılır ve oğlunun idamı izletilir…
Seyit Rıza’nın sehpaya çıkarken haykırdığı, “Ewlade Kerbelayme! Bêxeta û bêgunayime! No ayivo! Zılmo! Cinayeto!/Kerbela evlatlarıyız! Hatasız, günahsızız! Bu ayıptır! Zulümdür! Cinayettir!” sözlerinin yanı sıra, “Wê hukumet bêbextiyo, zûrkereyo!” (Bu hükümet haindir/zalimdir, yalancıdır!) dediği de söylenmektedir. (Bazı kaynaklarda Erzincan’da yakalandığı esnada bunu söylediği naklediliyor.)
Aklımızda olsun. “Onlar” unutmuş gibi yapıyorlar, gerçekte ise Seyit Rıza ve Dersim, mıh gibi çakılıdır hafızalarında.
Munzur’un 87 yıl öncesinden taşıdığı feryatlardır, dünya döndükçe kalplerimizde yankılanacak: “Ewro roza İmam Useniya, gonia ma tewerte kuyo!” (Bugün İmam Hüseyin’in günüdür, kanlarımız birbirine karışıyor.)
Anılarına saygıyla…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
25.07.2025
19.07.2025
11.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
20.06.2025
15.06.2025
1.06.2025
23.05.2025