Demiray ORAL

‘Başbakanlar da ağlar’ demek ne demek
10.10.2011
2518

 Başbakan Erdoğan’ın fotoğraftaki bir damla gözyaşının üzerine parmağını koyup yanındaki kadına gösterdi adam.

Kadın, işaret diliyle sorulan soruya konuşarak cevap verdi: “Annesi tabii... üzülmez mi hiç!”

Adam yine konuşmadan, başıyla onay verdi bu cevaba.

İki Erdoğan “düşmanı” vatandaş, “Erdoğan’ın bile” böyle bir günde gerçekten üzülüp, ağlayabileceğine karar verdi böylece ve o günlüğüne onu eleştiriden muaf tutmakta zımnen anlaştı.

Aynı gün, Erdoğan’dan ölesiye nefret eden ve hakkındaki cümlelerine genelde “pis” sıfatıyla başlayan Bağdat Caddesi muhitinden bazı “çağdaş” hanımların da göndere çektikleri nefret bayrağını yarıya indirdiklerini şahit oldum.

CHP lideri Kılıçdaroğlu da Abant kampındaki konuşmasında annesinin vefat ettiği bir günde Erdoğan’ı eleştirmeyi uygun görmemişti.

Neticede gazetelerin bildirdiklerinden anladım ki, tüm memlekette bir tek Emin Çölaşan bir günlüğüne bile olsa ateşkes ilan etmeyip, aynen saydırmaya devam etmişti Başbakan’a. Normaldir...

Anlatmak istediğim mevzu ise farklı.

Girizgâhta anlattığım adamla kadından epey miktarda var. Onların Başbakan’ın bile gerçekten ağlayabileceğine kanaat getirmeleri için ancak birinci dereceden bir acının yaşanması gerekiyor sanırım.

Bunun tek nedeni keskin muhalif olmak da değil. Siyasetçilerin günlük yaşamdaki olaylar karşısında gösterdiği tepkilerin yapay olduğu öyle kanıksanmış ki, aksi durum haber değeri taşıyor.

Zaten gazetelerin çoğu da farkında olmadan toplumun bu ruh halini, yansıtan bir başlık attılar:“Başbakanlar da ağlar”.

İlk başta üstünde durmadan geçtik bu başlığın. Ama aslında hem gayet saçma, hem de manidar bir başlıktı.

Normalde “Başbakanlar da ağlar” diye bir başlık atmak için toplumda başbakanların ağlamadığına dair bir yargı olması gerekir.

Oysa geçtim önceki başbakanları, Erdoğan’ın ağladığına Meclis kürsüsünde, şehit cenazelerinde şahit olduk daha evvel.

Aslında o başlıklar, kötü niyetli olmasalar bile, tıpkı kadının adama “annesi tabii... üzülmez mi hiç!”demesinde olduğu gibi ikinci bir anlam taşıyor kendi içlerinde.

Ve o başlıkları atanlar da, biz okuyucular da, ikinci anlamını biliyoruz: “Başbakanlar da gerçektenağlar”.

Daha önceki gözyaşları illa ki sahte olduğu için değil ama bu kez yaşanan acının gerçekliği diğerleriyle kıyaslanamaz olduğu için.

Bu nedenle Başbakan’ı seveni, sevmeyeniyle o acıya saygı gösteriyoruz.

Ya da en azından bir günlüğüne de olsa susuyoruz.

Bunu bile beceremeyip hâlâ sallamaya devam eden istisnalar ise merak etmeyin kaideyi bozmaz.

Onlar sallasın, siz onları sallamayın, çünkü onlar aslında hiçbir şeyi bozamaz.

***

İstanbul’da kes tıraşı!

İstanbul’un adamda kelebek etkisi yaratan özelliğine hastayım.

İstediğin kadar ondan uzaklaştığını san, aslında sadece bir adım uzaktasın.

İstediğin kadar aylarca bir tatil yerinde yaşayıp zamanın akışını yumuşatmayı becerdiğini san, döndükten en çok üç gün sonra ruhun işgal edilmiştir.

Uzun ayrılıktan sonra bambaşka biri olarak geri dönersin fakat İstanbul her an bünyene zerk ettiği küçük küçük değişikliklerle seni kendi kaosunun bir parçası haline getiriverir.

Aynen böyle oldu bana, beni işgal etti, ruhuma kaosunu ufak ufak zerk etti şehir.

Aylar sonra şehre ilk adım attığım gün trafikte bütün araba kullananlar inanılmaz acınası gelmişti.

Sanki hepsi delirmişti.

Tahammülsüzlük diz boyu, herkes her an kapışmaya hazır, kürekleri aheste çektiğim için araba içlerinden edilen küfürleri dört bir yanımda çınlayan korna sesleri kulaklarıma tebliğ ediyordu.

Bir ara gayet ıssız bir yolda bir arabayla karşı karşıya geldik.

Birimizin geçeceği kadar yer olduğu için bana yol vermek zorunda kaldı karşıdaki araba.

Ben de yanından geçerken teşekkür babında “eyvallah” demek amacıyla ağır ağır ilerledim.

Ancak bu ağırlık onu çileden çıkardı ve uzun bir korna ve el kol hareketlerine muhatap oldum.

Camı açtım, 50’li yaşlarındaki elemana, “yapmayın bunu kendinize, böyle yaşamaya sinir dayanmaz”misali bir şeyler söyledim gülümseyerek.

Adam önce bir şaşırdı. Şöyle bir duraksadı. Yaptığının saçmalığını anladı diye düşündüm.

Sonra birden camdan “Kes tıraşı lan!” diye bağırıp gazladı.

O gün buna bayağı gülmüş herkese anlatmıştım.

Şimdi aradan bir hafta geçti ve dün otlayan mandalar dışında kimselerin olmadığı Zekeriyaköy yolunda bir arabayla kavşakta yol vermeme yüzünden kapıştım.

Böylece anladım ki İstanbul görevini tamamladı, beni kaosunun içine almayı başardı.

Anlamadığım ise şu. Nasıl oluyor da bu şehir bir yandan tüm bu fenalıkları yaparken, diğer yandan kendisinde yaşayacak o “heves”i bir panzehir olarak çaktırmadan damarlarımıza zerk ediyor?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar