Eylem YILMAZ

“Sesimizi Duyan Var Mı?”
7.03.2012
3877

Çok uzun bir zaman geçmedi üzerinden intihar eden kadınları konuşuyordu yurdum medyası, yurdum aydınlarıyla. Bu konuyu anlayamadan töre cinayetleri süratle gündemimize girdi ve bunu tartışmaya başladık. Bugünler de ise kocasından boşanmak isteyen kadınların ölümlerini konuşuyoruz. İnsanlardaki bu balık hafızası, bu çok çabuk unutma hali bana hep acı verir. Tabi benim hafızamı da eleştirebilirim bu noktada, bir insan hiç unutmaz ama sanırım ben unutmayı sevmiyorum. Dolayısı ile başa gelen çekilir diyerek aklıma intihar eden kadınlar geldiğinde onları düşünüyorum. Bir insan nasıl bir çıkmaza, çaresizliğe düşer de kendi asarak öldürür?İntihar eden kadınları konuşurken insanların nasıl olur da yüzü hiç kızarmaz? Bu kadınları koruyamayan bir devlet nasıl olur da varlığını sürdürür? Türkiye’nin özellikle doğu bölgesinde yoğun olan bu intiharlar en çok Batman ilini ünlendirmişti. Batman nasıl bir şehir görmedim ama eminim böyle bir ünü hak etmiyordur. Şehirler içindeki yaşamlarla ünlenir, bizim güzel ilimiz Batman baba baskısına, ağabey baskısına, amca, dayı, kuzen minimum ata baskısı ve o ataların izini itina ile takip eden koca baskısına, dayağına isyan eden genç kızların, kadınların intiharları ile ünlenmişti. Kaçmak isteyen kadınlara yapılmış sığınma evi diye bir varlık belli ki yetmiyor, devlet kadınları ölümün o korkunç yoluna soktukça sokuyordu. Polisin kadınları korumayışına kızmak için önce herkes kendi evine de bir bakmalıdır. O polisler uzaydan gelmiyor, bu ülkede kızlarını zorla evlendirmek isteyen babalardan yetişiyorlar hatta öyle babalar da içlerinde çoktadır ya da koca dayağından kaçan bir kadını koruma vazifesini yerine getirmiyor olması da aynı nedenlerle çok rahatlıkla açıklanabilir.

Bizim ülkenin en korkunç geleneği aslında suçu hep bir başkasına atmaktır. Kimse bir kez bile acaba “bunda benim bir hatam yok mudur” diye düşünmez. Örneğin, “kocasının silahından çıkan kurşunla öldürülen kadın” haberini görünce, o haberin içinde geçen kadının babası “ben bu adamın böyle bir şey yapabileceğini nasıl öngöremedim, neden adamı yeterince tanımadım” diyor mudur? Suçu kızını evlendirdiği adama atıyor, eğer kızı koruma talep etmiş ve verilmemişse suçu bir de devlete atıp işin içinden kendini kolayca kurtarıyordur. Aynı haberi neredeyse her gün gören yurdum insanları “yine mi!” diyerek gününe devam ediyor, eminim suçluluk hissetmiyordur. Herkes kendini suçlu hissetmelidir, çünkü bu kadınlar bağırıyor, hep bağırdılar. Deprem enkazında yaşayan bir insan varlığı duyabilmek için haykırılan “Sesimi duyan var mı?” gibidir kadınların yıllardır bağırması. Neden duymuyoruz o sesleri? Oysaki başka ülkelerdeki katliamları duyup konsolosluklar önüne akıyoruz, oysaki başka ülkelerdeki seçim sonrasında yapılan mitingleri duyup kafalar patlayıncaya kadar tartışıyoruz. Ama kendi ülkemizdeki kadın katliamlarını görüp de sığınma evlerinin sayısı neden hala bu kadar az diyerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önlerine gitmiyoruz. Oturup ülkemiz kadın intiharlarından başlayıp, töre cinayetlerine, boşanmak isteyen kadınların kocaları tarafından öldürülmesine dönüşmüş olmasına kafa patlatmıyoruz.

Dünya büyüdükçe bize geliyor, iletişim sınır tanımaz oluyor. Bilgisayar başında çalışma hali farklı olanaklar sunuyor. Daha büyüyor iletişim, daha gelişiyor sanayi, daha çok kadın geçiyor iş başına. Erkeğin o kutsal beden gücü artık bir şey ifade etmiyor, mesele beden gücünden çıkıyor beyin gücüne dönüşüyor. Kadınlar kendilerine böylece her alanda yer buluyor. Erkek ve kadın rekabette, üretimde eşitleniyor. Mesela Amerika’da bir erkeğin kadına iş yerinde cinsiyet belirten şaka dahi yapması hukuksal zeminde engellenmiş. Böyle bir şeyin hayalini kurabileceğim duruma henüz sevgili ülkemin, sevgili insanları olarak daha gelmedik. Biz hala, öldürülen kadınların haberlerini gördüğümüz de alışmışlıkla bakıp geçiyor, yüzümüzü kesinlikle kızartmıyor, öylece o kadınların kocalarını veya babalarını suçlayarak işin içinden kendimizi sıyırmaya çalışmakla meşgulüz. Kadınlar enkaz altından bağırıyorlar “Sesimizi duyan var mı?” Seslerini duyanımız pek az tıpkı sığınma evlerinin sayısı gibi.

Kullanım süresini fazlasıyla aşmış anayasamızda 5393 sayılı Belediye Kanunu'na göre büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 binin üzerinde olan belediyelerin kadın ve çocuk sığınma evi açmasını zorunlu hale getiriyor.Türkiye'de kanun kapsamında olan belediye sayısı 250 civarında. Ancak 2010 yılı sonu itibarıyla ülke genelinde belediyelerin açtığı sığınma evi sayısı 23 adet. 46 ilimizde ise sığınma evi diye bir yapının, varlığın esamesi okunmuyor. Bence 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü dünyalı gibi kutlaya bilemenin yolu, sığınma evlerini yapmayan belediyelere soruşturma açtırmak olabilir. Kadınlar cinayetlere kurban gidiyorlar kaçacak yerleri yok. Onların sesine kulak verip en azından kaçacak yer sağlana bilinir.

Sizi 2011 yılında Diyarbakır Belediyesinin yaptığı bir araştırmayla bırakayım. “Diyarbakırlı kadınların yüzde 65,3'ü şiddetin erkeklerin kadını baskı altında tutma aracı olduğunu düşünüyor. Yüzde 18,2'si kadınların kendi hatalarından dolayı şiddet gördüğü fikrinde. Her 100 kadından 67'si erkeklerin eğitilerek şiddetin önlenebileceğini kaydetti. Kadınlar, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda kurumların üzerlerine düşen görevlerini yerine getirmede yetersiz kaldıklarını düşünmektedir. Evli her 100 kadından 51'i eşinden şiddet görmüş veya görmektedir. Evli 10 kadından biri her zaman şiddet gördüğünü söylüyor. Evlendiğinde 18 yaş altında olan kadınların yüzde 58,7'si eşinden şiddet görürken, daha büyük yaşlarda evlenenlerde bu oran azalmakta. Resmi nikâhı olmayan kadın daha fazla şiddet görüyor. Görücü usulüyle evlenen her 100 kadından 54'ü eşinden şiddet görmekte."

“Sesimizi duyan var mı?”

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar