Gürbüz ÖZALTINLI
Son yazıda, AKP’ye yönelik kuşatmanın ardındaki “Büyük Oyun”un uğursuz kokusundan söz etmiştim.
Neden uğursuz?
Hepimizin bildiği yakın tarihi durmadan tekrarlayarak sıkıcı olmak istemem. Özeti şudur: Her zaman Batı- ki Türkiye’nin üzerindeki patronajda “Batı” denilince ABD/İsrail ekseni merkezde durmaktadır- bu ülkeyi, sivil demokratik siyasete saygı göstererek, gerçek muhatap onu alarak değil; bürokratik vesayet mekanizmasıyla işbirliği yaparak denetledi. AKP iktidarları kendi iradesini egemen kılmak için mücadele ederken önce eski “bürokratik kast”ın kurumlarıyla çatıştı. Bu çatışmada rol alan Gülenist yapının yeni bir vesayet inşası olduğu ortaya çıkınca teslim olmadı, ölüm kalım savaşına girdi. Bu aynı zamanda Batı’ya karşı özerklik ilanı ve açık bir meydan okumaydı. Lastik asıl o zaman patladı.
Batı, 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de muhafazakâr çoğunluğun iktidarını engellemek değil denetlemek gerektiğine karar vermişti. Fakat oyun öyle ilerlemedi. AKP, bölgedeki güç çatışmalarında kedisine alan açmayı önceleyen, iddialı bir Türkiye politikasına yöneldi. Geleneksel ittifak dizilişlerini yıktı; İsrail’i bütün dünyanın şaşkınlıkla duyacağı sert bir sesle karşısına alarak, Hamas’la ilişkiye girerek, Müslüman Kardeşlerle dayanışma kurarak, Gazze’ye sahip çıkarak, ayaklanan Arap sokağını destekleyerek Batı’nın “ılımlı İslam”a yatırım yapan aklını boşa çıkarttı.
Daha önemlisi Erdoğan bu siyaseti geniş kitlelere mal etti, giderek bölgede bir halk kahramanı mitosuna dönüştü.
Erdoğan’ın bu coğrafyada at koşturmaya alışmış küresel merkezlerde yarattığı hayal kırıklığı ve paniği anlamamak için bakarkör olmak gerekir.
Bunun demokrasi açısından önemi şurada: AKP değil ama Erdoğan’ın kendisi; Türkiye’de iktidar kaybına uğramış bazı güçler için sadece sıradan bir siyasi rakip değil. O bütün bölgeye - aynı zamanda muhafazakâr siyasetçilere ve sosyolojiye- tarihsel bir ibret dersi olarak sunulacak bir cezalandırmayla ezilmesi gereken bir siyasi sembol. Lanetlenmesi gereken acı bir tecrübe.
Dolayısıyla; Erdoğan’ın kişiliğinde ifadesini bulan siyasetin tasfiyesi masum yollardan olmayacaktır. Büyük bir nefret dilinin yıllardır özenle inşa edilmesi; Menderes benzetmeleri; Nato’ya müdahale çağrıları boşuna değil. Son derece anti-demokratik yöntemler işletilmeden, legal maskeli kirli bir devlet terörü sistematik olarak devreye sokulmadan, hiç kimsenin anmak istemediği karanlık bir dönemden geçilmeden, Erdoğan ve temsil ettiği siyaset bir daha dirilemeyecek biçimde tasfiye edilemez. Aslında biz bu tasfiyenin nasıl bir sertlik üzerinden yaşanacağının örneğini Hakan Fidan’ın kellesi istenirken; 17-25 Aralık’ta Erdoğan’a kelepçeler hazırlanırken gördük.
Erdoğan’ın sadece bir tek seçim kaybetmeye hakkı var. İkinci bir seçimde ne Erdoğan, ne de onu destekleyen kitlesel, kurumsal yapılardan eser kalır.
Erdoğan ise girdiği kavganın çapını göremeyecek lider değil. Kenara çekilip, boynunu uzatacağını düşünmek saflık olur.
Kısacası "otoriter Erdoğan'ı gönderelim, demokrasiyi kuralım" çağrısı büyük bir yalandır.
Öyle gözüküyor ki, yatırım Erdoğan’ın sonunu hazırlayacak ilk mevziinin elde edilebilmesi üzerine yapılıyor. Bu mevzii, AKP’den hükümeti çekip almak, Erdoğan’ı Saray’a sıkıştırmaktır. Bu yolda el atılmamış aktör kalmadığı seziliyor. Başlarda bir “seçim taktiği” olarak görmeye yatkın olduğumuz Kürt söyleminin derin katlarında, daha kalıcı bir stratejinin var olabileceğinden kuşkulanmamız için çok veri birikti. “Yüksek siyaset yapıcıların” kimlere neleri vaadettiğini bilmiyoruz. Ama “bizimle iş görürseniz siz kazanırsınız, Erdoğan gidici” denilmemesi için bir neden olmadığını düşünebiliyoruz.“Erdoğan’la Öcalan’ı geriye itin gerisini bize bırakın; Türkiye’yi yeniden beraber düzenleyelim”sözlerinin kulaklara fısıldanmadığına hiç kimse kefil olamaz.
Seçim sonuçlarına bağlı olarak, eğer bugün sahnede gördüğümüz siyasi aktörler bu oyunun sürdürülebilirliğine ikna olurlar; burada kendilerine bir gelecek görürlerse her sürprize hazır olmanızı öneririm.
Akıl almaz koalisyonlar, dudak uçuklatan pazarlıklar bizi bekliyor olabilir.
Gönüllerde yatan muhtemel senaryoları tartışabiliriz.
Türkiye’yi “rayına oturtma” projesinin muhatap olduğu beş aktör var: (1) Gülen örgütü, (2) CHP, (3) MHP, (4) PKK/HDP, (5) AKP… Ezmek istediği ise Erdoğan çizgisi ve destekçileri.
İdeal formülün, muhatapların hepsini bu cephede birleştirmek; Erdoğan’ nın ezildiği “demokrasi”oyununun aktörlüğüne ikna etmek olduğunu düşünebiliriz.
Seçimlerde, HDP'nin barajı aştığını ve AKP'nin de tek başına hükümet kurmasına imkân veren çoğunluğu kazanamadığını düşünelim...
Dışarıdan HDP destekli, son derece zayıf, kişiliksiz formel bir hükümet olarak CHP-MHP koalisyonu, Türkiye’yi yeniden “hür dünyaya” kazanmak isteyenlerin ağzının suyunu akıtmaz mı sizce? Kasetle gelmiş çapsız bir Başbakan, iktidara susamış Bahçeli. Bundan ideal bir kukla hükümet kurabilir misiniz? Proje masasının başında nefesini tutmuş oturan yaralı Cemaat’in, zulüm gören özgürlük savaşçıları olarak cezaevlerinden sessiz sedasız çıkacağı, yargıda emniyette yeniden bürokratik atama listelerinin başköşesinde yerlerini alacağı, devletin dilim dilim paylaşılacağı bir sürece, böyle bir hükümetin itiraz etmeye niyeti veya gücü olabilir mi? 17-25 Aralık’ta, yerel seçimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve şimdi tanık olduğumuz açık işbirlikleri bu üçlünün kader birliğini göstermiyorsa neyi gösteriyor?
Bir soru daha: Bu üçlü (CHP-MHP- Gülenist hareket) arasındaki ortaklıkta, temel siyaseti ve tasfiye operasyonunu hangisi belirler ve kararlar hangi merkezlerde verilir sizce?
Kürtlere gelince; eğer Erdoğan’ı geri dönülmez biçimde cezalandırmaya karar veren küresel güçler Kürtlere vaatlerde bulunmuşlar ve bu vaatleri gerçekçi bir tempoyla yerine getirmeye karar vermişlerse MHP-CHP-Gülenist koalisyondan buna kafa tutmayı rasyonel bulacak bir aktör var mı? Sıra Kürt taleplerine gelince MHP’nin koalisyonu bozma pahasına yan çizeceğini düşünenler ya tarihi iyi bilmiyorlar, ya da klişelere ve siyasetin müşteri toplayan yapay diline fazla anlam yüklüyorlar.
Özellikle şu tespitimi paylaşmak isterim: Türkiye’de son yıllarda tanık olduğumuz aşırı kutuplaşma ve katılaşma siyasi liderliklere/partilere olağanüstü manevralar yapma imkânı kazandırdı. Bütün siyasi hareketlerin destekçileri, karşısındakini ezmek veya kendini var etmek için yapıldığına inandığı her türlü siyasi manevra ve işbirliğinde, sonsuz bir kredi ile liderlik çizgisinin arkasında duruyorlar. CHP MHP’li aday çıkartıyor; ya ses yok ya da çok cılız bir itirazı aşmıyor. MHP, CHP ile ortak Cumhurbaşkanı adayını destekliyor sorun olmuyor. Kürt siyasetçileri binlerce insanını tutuklayan Cemaat ile flört ediyor kabul görüyor. Erdoğan, boğaz boğaza muhtıralarıyla, darbe tehditleriyle mücadele ettiği askerleri masum ilan ediyor çatlak ses çıkmıyor. Oyunu dün Sarıgül’e, ardından Ekmeleddin İhsanoğlu’na, bugün de HDP’ye atacağını ilan eden; Cemaat'e kollanması gereken mazlum kimliğini yakıştıran “ilke sahibi özgürlükçü” aydınları saymıyorum bile.
Kısacası yeni Türkiye gerçeği bu. PKK’nın; silah bıraktığını, Türkiye toplumunun barışçı, ayrılmaz bir parçası olduğunu ilan etmesiyle birlikte öyle bir kamuoyu oluşturulur ki, MHP merkez sağa açılma hevesiyle “ülkede barışı sağlayan ve milli birliği tesis eden” bir parti olarak konuşmaya başlar. Varsa vereceği bir fire; kazanabilecekleri karşılığında bunu da tereddütsüz göze alır.
AKP’ye gelince; bu dev yapıyı likide etmek hiç kolay değil. Akıllı ve gerçekçi olan, muhafazakâr sosyolojiyi “daha emin ellere” teslim etmek. Bu rolün potansiyel aktörleri var mı? Kanımca var. Erdoğan kendi yolunda ilerlerken muhafazakâr siyasetin çok güçlü isimleriyle, dışarıdan sertliği yeterince fark edilmeyen çok tahrip edici kavgalara girdi. Bunlar hareketin kurucu unsurlarıydı. Kenara itilirken Erdoğan’la açık çatışmalara girmediler; farklı çizgilerini topluma göstermekle yetindiler ve itibar kaybına uğramadan, savaş kaybetmeden pozisyon aldılar.
“Yüksek akıl” sert bir tasfiye operasyonuna başladığında nerede duracakları çok önem kazanacak. Erdoğan’la bu saldırıyı püskürtmek için aynı blokta durup direnecekler mi yoksa kendilerine alan açılmasını önemseyip “raya oturtulan Türkiye” masasının ortağı olmayı mı seçecekler? Cevabı zor bir soru.
Bir yazı için okunabilirlik ölçeğini çok aştım.
Kapatırken eklemek istediklerim var.
Öncelikle; bu düşünceleri çok sert, abartılı bulanlar olabilir. Haklı da olabilirler. Fakat bu bölgenin ve küresel güçlerin öyle acımasız bir sicili var ki, Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a, Filistin’e bakınca ürpermemek elde değil.
Yukarıda “ağır basan oyun” ihtimali üzerinden tartıştığım senaryo esas itibarıyla Neocon/İsrail eksenli güç çevrelerine izafe edilebilecek, daha çok onların gözü karalığı ve şahinliğiyle bağdaştırılabilecek bir senaryo.
Umarı Türkiye üzerine yapılan siyaset planları; daha yumuşak, daha uzlaşmaları öngören, kaos ihtimallerine çok daha kapalı oluşturulmaktadır. Nitekim özellikle ABD dediğimizde hiçbir zaman tek bir politik merkezden bahsetme şansımız yok. Beyaz Saray’ın Neocon’larla çatıştığı bilinmeyen bir şey değil. Washington’un Demokratlarının aklı farklı işliyor olabilir. Kemal Derviş’in herhangi bir insan olmadığını biliyoruz. Onun dillendirdiği, AKP-CHP koalisyonu tercihinin arka planında ne olduğu merak uyandırıcı. Derviş’in bir bütün olarak söyledikleri incelendiğinde, Türkiye’yi olası kaoslardan sakınarak; uzlaşma ve yumuşak bir geçişle sistemle barıştırma, aşırılıkları törpüleme stratejisinin açık izleri görülecektir.
Tartışmaya çalıştığım çerçeveyi “komploculuk” üzerinden değerlendirebilecek olanlara ise, siyasetin kürsülere gelene kadar kat kat filtrelerden geçtiğini; Think-Tank’leri, istihbarat örgütleri, uzman kurumlarıyla milyarlarca dolarlık bir sektör olarak tam gün bütün işi bu olan masalarda planlanıp konuşulduğunu, şeffaflık düzeyini kat kat aşan görünmez kanallardan aktığını hatırlatmakla yetineyim. Görünen verilerden hareketle görünmeyen planlara ilişkin anlama, açıklama çabasında bulunmak“komploculuk” değildir. Her aktörün karşısındakiyle çatışan planları olabileceği gibi, toplumsal olaylar zannedildiği gibi hesaplara uygun akmayabilir ve her zaman hesaplanamaz faktörler gidişi etkileyebilir. Siyasi akıl yürütmeyle komploculuğu ayıran çizgi buradadır. Komploculuk bütün olayların arkasında şaşmaz bir irade olduğunu varsayar.
Burada yapılmaya çalışılan şey; doğru veya yanlış, eksik ya da kusurlu bir analitik çabadır. İhtimaller üzerine yüksek sesle düşünmektir.
Herkese iyi seçimler…
Yazarlar
-
İbrahim KirasOrtada aslında bir ‘plan’ yok 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTrump kuzulara şah olunca… 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanTrump’ın Gazze Planının Ak Parti çevresinde yarattığı derin çatlak 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023