Gürbüz ÖZALTINLI

Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI
Serbestiyet Tüm Yazıları
Yargı
7.07.2012
3051

 Bu köşeye göz atanlar, son yazıların hukuk üstüne olduğunu bilirler. Bir köşenin izin verdiği kadarıyla, toplum hukuk ilişkisi üzerine düşündüklerimi paylaşmaya çalıştım. Tanık olduğumuz hukuk algısının, aslında siyasal kavramlar üzerinden tartıştığımız Türkiye gerçeğinin, daha elle tutulur, gündelik hayattaki karşılığını anlattığını düşünüyorum. Konuştuğumuz şey, bir bakıma "tepeden inmeci"modernleşmenin hayattaki sonuçları. Bu pataloji, öyle dinamikler üretiyor ki, çatışmaları medeni toplumu çökertmeden çözmenin aracı olarak üretilmiş modern hukukla toplumun kurduğu ilişki bir türlü düzelmiyor. Zaten, kurucu felsefede bu çok da önemsenmiyor. Sorun, devlet katından topluma yöneltilen zorlayıcı baskıya ve zamana terk ediliyor.


Bu anlayışın en görünür olduğu alan da, hukukun uygulayıcısı olan yargı sistemi.

Yargının siyasal sistem içindeki "vasi" rolünü tartışacak değilim. Toplum, özellikle değişim döneminde, yargının, kendini parlamentonun üstünde gören güçlerin açık bir denetim aracı olduğunu kendi tecrübesiyle gördü.

Ancak, yargının sistemde üstlendiği rolün insanların gündelik hayatlarında da belirgin sonuçları var ve bu yeterince popüler tartışmalara konu edilmiyor.

Öncelikle, yargıda yetki kullanan personelin nasıl indoktrine edildiği çok bilinmiyor. "Sivil" olanı küçümseme, kendisine sivili denetleme ehliyeti vehmetme ideolojisinin sadece orduda vücut bulduğu zannediliyor. Oysa, yargı bürokrasisinin kadroları da mesleğe adım attıkları günden itibaren kendilerini, topluma "hizmet etmekle" yükümlü görmeye değil, "ayrıcalıklı otorite" unsurları olarak algılamaya başlıyorlar. Bu, zaten içinden geldikleri sosyolojide var olan değerler aracılığıyla, neredeyse doğal bir asimilasyon olarak yaşanıyor. Çoğunlukla, merkezin dışından gelen, devleti bir güç alanı olarak algılayan ve bu güce eklemlenmeyi arzu edenlerin yöneldiği bu alanda "elitizm" doğal bir ideoloji. Sivil dünyaya mesafe koymak, kendisini devletin bekasıyla sorumlu görmek, sadece kendi ait olduğu bürokratik hiyerarşinin otoritesini ciddiye almak sonradan öğretilen bir tavır değil. Meslekleri onlara, toplum-devlet ilişkisinde aradaki çizgiyi aşabilmek; zayıf taraftan güçlü tarafa geçebilmek imkânı tanıyor. Algı böyle işliyor.

Gündelik yaşantılarında, hepimiz gibi sıradan nezaketin dışına düşmeyen, asgari saygı diline özen gösteren yargı bürokratlarının çoğunun kendi meslek alanlarında son derece buyurgan oluşu tesadüf değil. Kendi meslektaşları olan avukatlara dahi "sen" diye seslenebilmeleri, onları ayakta bekletebilmeleri, azarlayabilmeleri, savunma gibi temel bir hakkın kullanılmasında sözün"uzamasına" sabır göstermeyi bile bir lütuf olarak görebilmeleri, onların kişisel kabalıkları ile asla ilgili değil. Bu, bir ideolojinin dili.

Bu ideoloji o kadar kapsayıcı ki, yargının tartışmasız sivil ayağını temsil eden savunma aktörlerini dahi fark etmeksizin içine alıyor. Kendisine "sen" diye seslenilen avukatların, o sesin sahibine, duruşma günü tespit edilirken "nasıl tensib buyurursanız efendim" diye "saygı" gösterdiklerine çokça tanık olabilirsiniz. Bu tutum, kararlarına hep ihtiyaç duydukları otorite karşısında, mesleki çıkarları nedeniyle "çaresizce" edinilmiş bir endişe kadar, ideolojik bir kabulün de sonucudur. Avukat güçsüz sivil alanda durur. Karşısındaki kürsü ise devletin saygıda kusur edilmemesi gereken gücünü temsil eder.

Kürsü yüksekliklerinden, cüppe gösterişlerine kadar, çeşitlenip giden bu güç ilişkisi sembollerine girmiyorum bile.

Sonuçta; devletle de değil, sivil ilişkiler içinde bir anlaşmazlık sonucu yargının karşısına çıkma tecrübesi yaşamış herhangi bir insanın kendisini bir "adalet hizmeti" karşısında hissetmesi imkânsızdır. Onun geride kalan duyguları, zayıflık, yabancılık ve hatta korku olacaktır. Bunların toplamı olarak da açık bir güvensizlik.

Bu ideolojinin yargı pratiğini nasıl deforme ettiğine dair sayısız örnek üzerinde tartışabiliriz.

Ben, sadece yargının olmazsa olmaz koşulu olarak "kararların gerekçeli yazılması" zorunluluğuna değinip geçeyim.

Bütün modern hukuk sistemleri, yargı kararlarının gerekçeli yazılmasını öngörür. Bu sadece, o kararın üst mahkemelerce denetlenebilmesi için değildir. Hepimiz, hayatımız üzerinde etkileyici sonuçlar doğuran olayların nedenlerini merak ederiz. Hele, bu olay, adaletli davrandığını iddia eden bir otoritenin kararıysa... Ne olmuştur da kendimizi bu kadar haklı görmemize rağmen, bir uyuşmazlıkta haksız olduğumuza karar verilmiştir.

Gerekçe; yargı gücünün, hayatı hakkında önemli bir karar verdiği yurttaşa hesap verme, kendisini ona karşı sorumlu görme mekanizmasıdır.

Sözü uzatmadan söyleyeyim; bizim yargı pratiğimizde "gerekçe", kararların en ciddiye alınmayan unsurudur. Kararın muhatabını "ikna etmek", neden öyle bir karar verdiğini ona açıklamak"otorite"nin meselesi değildir çünkü. Bu "gerekçesizliği", yargı yükünün aşırılığı, ya da yargının"yetersizliği" ile açıklamaya çalışanlar yanılıyorlar. Bu, tam da açıklamaya çalıştığım "ideolojik sorunun" bir tezahürüdür.

Başımdan geçen küçük bir örnekle kapatıyorum.

Birkaç yıl önce Taraf gazetesini desteklemek amaçlı ilanlar veriliyordu. Bir arkadaşımla ilan hazırladık. İlanda "Fatih Altaylı'nın başarıyla temsil ettiği taciz kültüründen tiksiniyoruz. Taraf’ı destekliyoruz" yazıyordu. Altaylı'nın "hanımefendi o ordu sizin bacak aranızı koruyor"cümlesini söylediği günlerdi. Altaylı, kişilik haklarının çiğnendiğini iddia ederek tazminat davası açtı ve mahkemece haklı bulundu. Mahkemenin bu kararının gerekçesi mealen şöyleydi: "Davalıların ilan vermiş olması düşünce açıklamaya uygun bir yöntem değildir. Kullanılan ifadeler eleştiri amaçlı olmayıp küçük düşürücü niteliktedir."

Belki ne demek istediğim şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Sizin için, "bir ilan, neden düşünce açıklamasına uygun yöntem olmasın ve bu ifade niçin eleştiri sınırlarında kabul edilmiyor" soruları cevaplanmış mıdır? Sizce bu gerekçe, kararın muhatabını ciddiye alan, onu tatmin etmeyi amaçlayan bir iradeyi yansıtıyor mu?

Son soru:

Siz; sizi ciddiye almayanı, "elinde size doğrultulmuş bir sopa olmazsa" ciddiye alır mısınız?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Murat

    Murat

    24.12.2011 17:16

    Sayin yazari tum gönlumle kutluyorum! Neden mi? Cunku gercekleri hic korkmadan, cekinmeden bir bir yazmis. Diyorki, "ifade özgurlugu" diyerek bu korkunc insanlik sucunu inkar edemezsiniz.Hrant Dink basta olmak uzere bir suru ermeni veya ermeni olmayan kisiler baska ulkelere "siz bu ise karismayin, bu meseleyi Turkiye haledecek". Nasil halettiklerini bizzat devletin basindaki uc kisiden duyuyoruz. Ucu de resmen inkar, tehdit ve santaj dilini kullaniyor.

Yazarlar