Hasan Bülent KAHRAMAN
Daha önce bir metinde cumhuriyetin bir yönetim tarzı olduğunu belirtmiştim. Gerçekten de bir yönetim biçimi olmasına ve devlet başkanının kim olacağına, nasıl seçileceğine dönük bir yöntem problemi olmasına rağmen cumhuriyet, başka ülkelerde de biraz böyle olmakla birlikte, bizde bambaşka anlamlar kazanır, bambaşka kavramlarla bütünleşir. Cumhuriyetin kurulmasına ait özel tarihin getirdiği bir sonuçtan söz ediyoruz. Bu meyanda da Türkiye’deki cumhuriyet, bir siyasal kuram ve demokrasi kuramı problemi olarak da siyasal pratik olarak da henüz demokrasiyle birlikte, demokrasiyle ilişkisi içinde düşünülmemiştir. Bir historiografik sorundan değil bir bilinç durumundan söz ediyoruz. Asıl sorun daha da büyüktür. Çünkü bugün de Türkiye’de cumhuriyet kavramı demokrasinin önündedir. Mevcut denklem, 1923’ün koşullarında anlaşılabilir ve ayrıca haklıdır da. Fakat 100 yıl sonrasında da cumhuriyetin demokrasiyi öncelemesinin koşulu olarak sunulması kabul edilemez.
Cumhuriyetle demokrasi arasında doğrudan ve zorunlu bir ilişkinin bulunmadığı literatürde saptanmış bir gerçektir. Dikkat edilirse zorunlu ve doğrudan bir ilişkiden söz ediyoruz, arada herhangi bir ilişkinin bulunmamasından değil. Öte yandan, demokrasiyle cumhuriyet arasında Çin Seddi de yoktur. Demokrasinin bazı koşullarıyla cumhuriyetin bazı koşulları birbirini tamamlar ve iki olgu arasındaki etkileşim iki tarafı, özellikle de demokrasiyi güçlendirir.Bu koşulların, birbiriyle ters düşmese veya zıtlaşmasa bile, birbirini zorladığı durumların da bilincindeyiz. Örneği, Türkiye’de çok tartışılan laiklikten verelim. Laiklikle cumhuriyet arasında doğrudan ve zorunlu bir ilişki bulunmaz. Ama res publica kavramıyla laikliğin temeli olan laikos aynı anlama gelir, halk demektir. Bir yönetim biçimi olarak halkı iktidarın sahibi olarak gören cumhuriyet, iktidarın göksel değil yersel olduğunu öne sürerek “halk” kökenli bir pozisyon alır, bu bir egemenlik sorunudur, cumhuriyetin özüdür ve bilinen gerçektir.
Laiklik de yine Tanrısal değil yersel, maddi bir iktidarı vurgular. Bu nitelikleriyle iki kavram birbirini besler. Ama dünyanın çeşitli yerlerinde laiklik adına da halk adına da demokratik hakların ihlal edildiği kimsenin meçhulü olmadığı gibi, yakın dönem Türkiye tarihindeki uygulamalar, onlardan türeyen hak kısıtlamaları akıllardadır. O çatışmaları anımsadığımız anda cumhuriyetin değil demokrasinin sularına giriyoruz. Cumhuriyetle demokrasinin temel değerler bakımından birbirini zorladığı ve beslediği bir gerçektir. Türkiye’nin de bu konulardaki kuramsal birikimi içselleştirmesi ve yanılsamalardan arınmış bir şekilde demokrasi öncelikli bir programı uygulamaya başlaması, cumhuriyet döneminde ortaya çıkan demokratik genişlemeleri daha ileri programlar için kullanmasını öğrenmesi gerekir.O görüş doğrultusunda kalarak, bu yazıda Türkiye’deki cumhuriyetin 100. yılındaki bazı sorunlara değinmek istiyorum. Nedeni, cumhuriyetin 200. yılında değineceğim sorunların aşılmasındaki zarurettir. Muhtemelen aşılacaklardır da.
Türkiye’deki cumhuriyetin ilk yüz yılıyla bire bir örnek aldığı Fransa’daki cumhuriyetin ilk yüz yılı karşılaştırılırsa, 1989 yılında iki yüzüncü yılı kutlanan Fransız cumhuriyetinin kazanımlarının bizde çok daha erken bir tarihte tecelli edeceği açıkça iddia edilebilir. Çözülmesi ya da aşılması gereken tek sorun, demokrasinin önceliğini sağlayacak olan temel dönüşümlerin gerçekleştirilmesidir. Kolay bir sorundan söz etmiyoruz. Hele cumhuriyet ele alındığında böyle bir önermenin popüler kültür ve söylem içinde cumhuriyet karşıtlığı olarak yorumlanması daha da ciddi bir sorundur.Bu, toplumsal bir patolojiye denk gelir ve muhakkak iyileştirilmelidir. Çünkü, engelleyici o karşıtlık sadece önermeye o yönden itiraz edenlerin zihnindedir. Bu problemleri aşmanın Türkiye’deki öncelikli güçlüğü, devlet kavramının denklemlerdeki gücünden kaynaklanır. Cumhuriyetin ikinci yüz yılının ilk hedefi, devletle olan büyük, derin ve sistemik hesaplaşmadır:
Cumhuriyetin öznesi halktır. Halk kavramı 19. yüzyılda bugünkü anlamını kazandı. Fransız İhtilali tabii ki “peuple” kavramıyla iç içeydi ama daha çok “nation/ulus” ve “yurttaş/citoyen” kavramlarını zikrediyordu ihtilal. 18. yüzyılın bu kavramlarından kısmen pozitivizmin kısmen de sosyalist hareketlerin geliştirdiği halk kavramına geçiş başlı başına bir farklılaşmaya tekabül eder.
I
Türkiye’de daha geniş kapsamlı bir cumhuriyete geçmek, cumhuriyetin kapasitesini genişletmek ve o olanakla yeni bir demokrasi anlayışına yönelmek öncelikle devletçi, devleti öne alan formülleri değiştirmekle başlamalıdır. Zor dediğimiz problem budur. Daha önce de belirttiğim gibi, sadece Türkiye’de “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” denmektedir. Amerika Cumhuriyeti Devleti veya Fransa Cumhuriyeti Devleti şeklindeki bir ifade ancak komik olmak göze alınırsa kullanılabilir. Oysa Türkiye’de devlet hem cumhuriyetin kurucusu hem de cumhuriyet devlet için kurulmuş gibi bir anlayış hâkim. Cumhuriyet kendi içinde elbette çok önemli bir kavram ve tarihsel, kuramsal ve felsefi arka planı var. İnsanlık cumhuriyet kavramına bir çırpıda gelmedi. Özündeki res publica kavramının diğer siyasal kavramların üstüne çıkması, düşünce tarihi ve toplumsal dönüşümler bakımından da hayati derecede önemli eşikler içeriyor. Cumhuriyetin öznesi halktır.
Cumhuriyetin öznesi halktır. Halk kavramı 19. yüzyılda bugünkü anlamını kazandı. Fransız İhtilali tabii ki “peuple” kavramıyla iç içeydi ama daha çok “nation/ulus” ve “yurttaş/citoyen” kavramlarını zikrediyordu ihtilal. 18. yüzyılın bu kavramlarından kısmen pozitivizmin kısmen de sosyalist hareketlerin geliştirdiği halk kavramına geçiş başlı başına bir farklılaşmaya tekabül eder. Hatta 1848 ve 1871 Paris komünlerinde bile halk, bugünkü anlamında kullanılmaz. Halk kavramı mevcut içeriğini daha çok Alman Romantik-Ulusçu hareketiyle birlikte geliştirmiştir: volk. Özünde sağcı bir kavram olduğunu da şaşırtıcılığı pahasına belirtelim. Daha sonraki dönemlerde de halk; katışıksız, saf, işlenmeyi bekleyen ama tüm erdemlerin kaynağı olarak ulusçu hareketler tarafından yüceltilir. Ulusçuluk tartışmalarında hala çok etkili olan Herder’in çıkış noktası, saflığı ve dokunulmamışlığıyla halktır.
Geç Osmanlı dönemindeki kullanımı da daha farklı değildir halkın. Herderci anlamıyla dilin özdeşleşmesiye bütünleşmiş ulusçu düşünce doğrultusunda yayın yapan Genç Kalemler dergisi, Selanik’te ve ulusçuluk doğrultusundaki tüm gelişmelerin kaynağı olan 1911 ve 1912 yıllarında doğmuştur. Türkçülüğün ideolojik hatta doktriner hale getirildiği Türk Ocakları’nın kuruluş tarihi de 1912’dir.
Halk artık yüceltilen bir kavramdır ve daha ziyade edebiyatın biçimlendirdiği bir algıyla değerlendirilir. Henüz siyasal anlamda kurucu bir unsur kabul edilmez. Tanzimat döneminde çok tekrarlandığı gibi sadece Sadık Rıfat Paşa, “hükumetler halk için mevzu’ olup, yoksa halk hükumetler için mahlûk değildir” diyebilmiştir. Namık Kemal’in yine romantik anlamlar yüklediği halk kavramı da zamanla “efkâr-ı umumiye” yani kamuoyu şeklinde tezahür etmiştir. Namık Kemal’de millet kavramı kesinlikle halk kavramının önündedir.
Cumhuriyet, cumhurun hazırladığı bir sonuçtur ama onunla, halkla değil milletle ilişkilidir. Millet, sonraki tabiriyle, “ulus” olarak tecelli eder. Unutmayalım ki millet teriminin Osmanlı hukuk sistemindeki karşılığı dindir. Ulusa gelince onunla hem Fransız Devrimi’nin getirdiği nation kavramı karşılanacak hem de milletin içerdiği dine ait anlam ertelenecektir.
II
Halk kavramının gelişmesinde kritik rolü Rus romantik devrimcilerinin oynadığı bilinen gerçek. Halk düşüncesini aynen şu verdiğimiz çerçeve içinde onların ve onların etkilediği Narodnichestvo/Narodnizm hareketinin öne çıkardığı çok açık. Narodniklerin romantik ama çok etkili bir hamle geliştirdiğini unutmuyoruz. Onların khozhdeniye v narod dediği ve tamı tamına “halka gitmek” anlamına gelen hareket, 1908 sonrası Türkiye’de de aynen benimsenmiş, tekrarlanmış bir hamledir. Çernişevski’nin, otobiyografisini o alanda yazılmış en mükemmel yapıt olarak nitelendirdiğim Herzen’in başını çektiği hareket, 1879’da kurulan Nardnya Volya (Halkın İradesi/Talebi) partisinden kökleniyordu ve Rus Devrimi’ne giden yoldaki en önemli kurucu unsurlardan biriydi.
Türkiye’de Yeni Osmanlılardan Genç Türklere gelirken şiddetli bir içerik değişikliği yaşayan halk anlayışı 1930’lerde yeniden canlanacaktır. Cumhuriyet öncesinin, Kurtuluş Savaşı’nın en önemli belgelerinden biri, Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Eylül 1920’de TBMM’ye sunduğu ve esasında İcra Vekilleri Heyeti’nin programı olan, daha sonra anayasa tarihimizde ve devrim tarihinde Halkçılık Beyannamesi olarak bilinen metindir. 1930’ların ideolojik propagandist örgütlenmesi Halkevleri de yine halk kavramının romantik şekilde kabulünü en somut şekilde yaşayan Çekoslovakya modelinin bir replikasıdır. Halk, siyasal plana bu kapıdan girerken başka bir işlev daha yüklenir. Dil bakımından nasıl bir kaynak kabul edilirse halk, siyasal meşruiyetin kaynağı olarak da benimsenir. Ama unutmamak gerekir ki, cumhuriyetin ilk anayasası olan 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye kanunu halktan değil milletten söz eder ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” der. Bu tanım çok nettir: halk bir kaynaktır, örgütsüz güçtür ama eğer siyasal birlikten söz edilecekse o kitle millettir.
Böyle bir algılayış bizi çok kritik bir noktaya taşır. Cumhuriyet “cumhur” tarafından hazırlanmıştır. Ama 19. yüzyıl pozitivizminin halk bağlamında öğrettiği bir “gerçek” var: Kaynak, köken olarak benimsenen halk, siyasal örgütlenme birimi olmadığından güdümlenmeye açıktır. Dolayısıyla cumhuriyet halka rağmen halkçılık düşüncesini sadece pozitivizmin elit kuramı içinde değil siyasal bir gereklilik olarak da benimsemiştir. Halk, siyasal özne olan milletin özüdür. O takdirde cumhuriyet, cumhurun hazırladığı bir sonuçtur ama onunla, halkla değil milletle ilişkilidir. Millet, sonraki tabiriyle, “ulus” olarak tecelli eder. Unutmayalım ki millet teriminin Osmanlı hukuk sistemindeki karşılığı dindir. Ulusa gelince onunla hem Fransız Devrimi’nin getirdiği nation kavramı karşılanacak hem de milletin içerdiği dine ait anlam ertelenecektir.
Cumhuriyetin bu karmaşık ilişkiler düzeni içinde önemli bir sonuç öne çıkıyor: Cumhuriyet 1920’lerdeki karmaşa içinde sadece bir yönetim belirleme modeli olmakla sınırlı kalmayıp onu aşan önemli işlevler üstlenir. Bunların ilki, inkılapların gerçekleştirilmesidir. Özellikle hilafetin lağvı, Medeni Kanun’un kabulü ve nihayet laikliğin temellendirilmesi bir modernleşme projesi olarak cumhuriyetin sacayağını hazırlar. Yine de kritik nokta bunların hiçbiri değildir. Cumhuriyet, modernleşme projesi işleviyle bir yandan Batılılaştırmacı inkılapları gerçekleştirirken bir yandan da milleti oluşturma gayreti içindedir. Bir millet vardır ama o millet soyuttur. Kurucu iradedir ama bu sadece hukuk açısından önemli ve işlevlidir. Milletin “modern” manada oluşturulması gerekir. Daha doğrusu milletin, cumhuriyeti hazırlayan siyasal elitin zihnindeki kimlikle bütünleşmesi istenmektedir. Osmanlı’nın hazırladığı ama cumhuriyete devrettiği millet anlayışı, homojen ulus kavramıyla özdeştir.
Türkler, Osmanlı’dan kopan son etnik grup olarak ulus bilincini geniş ölçüde cumhuriyetle kazanır. İlk adım İT dönemi olsa da bu gerçek emperatiftir. Ulusu, daha küçük özne olan yurttaşlar meydana getirir. Cumhuriyet, yurttaşını Fransız Devrimi’nin yurttaşını esas alarak ve eksiksiz bir toplum mühendisliğiyle yaratır. Yurttaş, bilinciyle ulusu homojenleştirecek ve güçlendirecektir. Cumhuriyetin en önemli projesinin yurttaşlık yaratmak olduğu kesindir. Tanımlanan yurttaş; cumhuriyetine ve devletine sadık, değerlere sahip çıkan bir profil taşımalıdır. Halkevleri bir propaganda kurumu olarak yerleşirken mesela Halk Hatipleri Teşkilatı, “formasyonunu” kazanmış yurttaşın toplumun diğer kesimlerini biçimlendirme aracı olarak düşülmüştür. Değildir ama eğer bir ideoloji olarak kabul edilirse, “milli egemenlik” dışında doğrudan ve öncül kabul edilecek bir ideolojisi bulunmayan, III. Selim’den ama özellikle Jön Türklerden beri devam eden Batılılaşma hareketinin radikal aşaması olarak düşünülen ve tamamen pratikler etrafında biçimlenen, ideolojisini de bu oluşum içinde günden güne ulusal önderin açıklamalarıyla temellendiren cumhuriyetin, Halk Hatipleri Teşkilatı gibi bir örgütü kurması ve eylemini bu ölçüde bir kararlılıkla savunması ilginçtir.
Radikal dönem 1935-37 yılları arasında tamamlanır. Tek Parti-devlet bütünleşmesi sağlanır. Devlet parti devletine dönüştürülür. Kemalizm, CHP programına girer. Altı Ok, 1937 yılında anayasaya yerleştirilir. Valiler illerde, Tek Parti’nin il başkanları olur.CHP’nin kurucu parti olma sıfatıyla hazırladığı bu modelin bir örneği daha yoktur. SSCB deneyimi dahi bu ölçüde bir radikalizm içermez. İlginç olanı bu açılımın ve modelin, tam da bu sürecin hazırladığı siyasal yapının ve ideolojik çerçevesinin cumhuriyetle bütünleştirilmesidir. Cumhuriyet böyle bir siyasal oluşum sonunda, münferiten Türkiye’de devletle özdeşleşen ve öyle söyleyelim, kurucu ideolojinin toplumsal doğru olarak kabul edildiği bir sisteme dönüşür. Fransız Devrimi’nin de “değerleri” vardır. Bunlar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile özgürlük-eşitlik-kardeşlik gibi evrensel değerlerdir. Türkiye’de ise Tek-Parti döneminde, yerli inkılapların ulusal değerler olarak içselleştirilmesine ve yurttaşlığın bu bağlamda inşasına önem verilmiştir.
Sonuç olarak, cumhuriyet; Türkiye’de meşruiyet, milli egemenlik, yerel örgütlerle bütünleşen anayasal yaklaşım, medeni kanun gibi hukuki öneminden ziyade tamamen inkılapların önemiyle anılır olmuştur. Popüler dilde, elbette yanlış olarak, ifade edilen “Cumhuriyet değerleri” bunlardır.Cumhuriyeti kuran düşünce çerçevesini de aynı doğrultuda birkaç cümleyle tanımlayalım. Cumhuriyet, Türkiye’de somut bir modernleşme projesidir. Toplumun, yine aynı ifadeyi kullanayım, bir “mühendislik” anlayışıyla dönüştürülmesini ve modernleştirici olduğu kabul edilen değerlerle buluşturulmasını öngörür. Bu değerlerin bazıları biçimseldir ve yine inkılaplar olarak bilinir. Öte yandan modernleşme düşüncesinin özünü oluşturan bazı kavramlar Türkiye’deki cumhuriyet anlayışına içkindir. Bunların başında zaman anlayışı gelir.
Zamanın geçmişe dönük olarak ve ad infinitum olarak ele alınmasından ziyade, geleceğe dönük olması düşünülmüş ve teleolojik bir muhakeme kurulmuştur. Homo economicus anlayışına geçilmiş, üretim temelli ve büyümeyle kalkınma politikalarını öngören bir ekonomi modeline öncelik verilmiştir. “Kültür” kavramına başlı başına bir anlam yüklenmiş, kültürlü insan bir model olarak tercih edilmiş, onun ötesinde konservatuvar ve klasik düşüncesi kurucu değerler olarak görülmüştür.
Cumhuriyet, benim “Tarihsel Blok” dediğim ve Antonio Gramsci’den aldığım terimle, “ordu-bürokrasi-aydınlar”ın oluşturduğu blok tarafından kurulmuştur. 1908 devrimini de aynı blok yapmıştır. Ordu, bürokrasi ve aydınlar, daha gevşek ve kendiliğinden bir siyasal pratik haldeyken, İttihat ve Terakki’nin ikinci kongresinde somutlaşmıştır.
III
Tüm bu olumlu gelişmenin yanında cumhuriyetin yüz yıl boyunca devam eden zaaflarını özel bir değerlendirmeyle ele almak gerekir. Ve ne yazık ki işin bu yanı bir muhasebe kaydı olarak bile Türkiye’de ele alınmadı, alınmıyor. Siyasal polarizasyonun yarattığı popüler bir kiçleşme içinde ne cumhuriyet ve kurucu muhakemesi ne toplumsal planda ifade ettiği anlam üstünde düşünülüyor. Yüz yıllık bir cumhuriyete sahip olmak gibi yüceltici bir değerin ışığında cumhuriyetin kendisine özgü hususlarını, bazen yapısal özelliklerinden kaynaklanan bazen de cumhuriyet adına ona yön veren özelliklerini gelişmeye açık yönleriyle değerlendire bilseydik, bugün çok daha ileri bir cumhuriyet-demokrasi ilişkisi içinde bulunmak kabildi. Demokrasi, kurucu cumhuriyetin meselesi değildi. Olabilir miydi; bu, ayrı ve spekülatif bir soruydu ama değildi. Fakat aynı soru, daha sonraki kuşakların, hiç değilse 1960 sonrasının, ciddi problemidir ve maalesef bu soru, yüz üstü bırakılmıştır.
Demokrasinin gelişmesine ket vuran çok önemli nedenler vardır ve bu durum başka yazıların konusudur. Fakat en önemli nedenlerin başında, cumhuriyetin demokrasi zannedilmesini sağlayacak ve gerçek bir demokrasinin (dünyanın her yerinde) cumhuriyeti önceleyecek bir rejim olduğunun unutturulması gelir. Türkiye, cumhuriyeti ve inkılapları, “değerler” bütünü içinde demokrasi sanmıştır. Hala da öyle kabul etmektedir. Kurucu ideolojinin demokrasiyi ikame etmesinin çok ciddi bir sonucu var. Cumhuriyetten kalıcı ve köklü bir demokrasiye geçilememesine yol açan o sonuç bir ontolojik nedenden kaynaklanıyor: devletin toplumu ikame etmesi ve yüz yıllık dönemde bu gerçeğin hemen daima etkili olması. İzah etmeye çalışalım.
Cumhuriyet, benim “Tarihsel Blok” dediğim ve Antonio Gramsci’den aldığım terimle, “ordu-bürokrasi-aydınlar”ın oluşturduğu blok tarafından kurulmuştur. 1908 devrimini de aynı blok yapmıştır. Ordu, bürokrasi ve aydınlar, daha gevşek ve kendiliğinden bir siyasal pratik haldeyken, İttihat ve Terakki’nin ikinci kongresinde somutlaşmıştır. Söz konusu blokun temel güdüsü, devleti kurtarmaktır. Sadece bir bilinç dışı, dolayısıyla psikanalitik dürtü değil; son derecede somut bir pratiktir bu ve bu haliyle devlet blok için biraz da Lacancı terminolojideki nesne küçük a’dır; yani daima aranan fakat bulunamayan arzu objesi. Cumhuriyet, bu bloğun hazırladığı devletin içinden çıkmıştır. Bu tanım doğrudur. Önce devlet kurulmuş sonra cumhuriyet devlet başkanını seçmek, tayin etmek için politik pratik bir metot olarak ihdas edilmiştir.
Cumhuriyetin egemenlik sorunuyla ilgili boyutu bu gerçeğin dışında değildir. Egemenliğin millette olması, devlet başkanını da milletin seçeceği anlamına gelir ki cumhuriyet budur. Böyle bir değerlendirmenin ötesinde cumhuriyete atfedilen diğer anlamlar toplumların siyasal yapılarındaki özgüllükten kaynaklanır. Ama toplumsal zihindeki cumhuriyet inkılaplara bütünleşmiş, onların icrasından, ifasından sonra oluşmuş gibidir.Tarihsel blok Türkiye’de 1923 sonrası dönemin muhtemelen 2010’lara kadar kesiksiz, arasız devam eden hükümranlık odağıdır.
Darbeleri dahi gerçekleştiren bu siyasal merkez meşruiyetini devletten, onun kurucu ideolojisinden almıştır. Atatürkçülük adına yapılmamış tek bir anayasa olmadığı gibi, 1980’deki girişim de 1930’ların ihyasını öngörüyordu. 1980 darbesinden sonraki anayasa Kemalizm adına ayrıca ek “yeni” düzenlemeler yaparak bu ideolojinin bir kez daha hükümran olmasını gözetmiştir. Ortada, tıpkı 1930’larda olduğu gibi, okullarda okutulacak tarih kitaplarını yeniden yazdırtacak kadar ciddi bir iddia ve hırs vardır. Bu hırs, cumhuriyeti kuran ilerlemeci mantıkla taban tabana zıttır. Çünkü, eskiyle yeniyi, yeni görüneni bir arada bulundurmak, eskinin yeni olarak bir kere daha yerleşmesini sağlamak çabasındadır.
Bürokrasi ve asker elitinin yapısı çok önemli bir toplum kusurundan kaynaklanır ve onun aşılmasını engeller ki o da sivil toplumdur. 1920’lerde bir sivil toplumdan söz etmek olanaksızdı, tıpkı kurucu kadroların demokrasi getirmemekle suçlanmasının olanaksızlığı gibi.
IV
Siyasal elitin bir kesimiyle askeri elitin ittifakını, Hegel’in çok farklı bir anlam içinde kullandığı fakat daha iyisini bulamadığım bir tabirle aufhebung olarak nitelendiriyorum. Derrida’nın Fransızcaya relever şeklinde çevirdiği bu kelime, aynı zamanda, “ortadan kaldırma”, “yok etme”, “sona erdirme” anlamlarına geliyor- hilafetin sona ermesi gibi (sözcüğün kökeni aufheben’dir ve kesinkes iptal etmek, yok etmek anlamlarına geldiği gibi şaşırtıcı şekilde “muhafaza etmek” anlamlarını da içerir). Fakat Hegel, kavramı, iki zıt şeyin; mesela sona erişin ve yeniden başlamanın beraberliği, birlikteliği, eş-zamanlılığı olarak kullanılır. Cumhuriyet-devlet ilişkisi ve bunun “Tarihsel Blok”la sağlanması gerçekten de bu anlama gelir. Çünkü, her defasında eski olanın ortadan kaldırılması şeklinde sunulan doku, o eskinin yeni olarak sunulması ve yeninin yerine yerleştirilmesidir. Her darbeden sonra Kemalist revivalism’in, yeniden-doğuşun yaşanması başka türlü açıklanamaz ve bu anlayış, philosphia perennis’in devamından öteye gitmez. O da temel, kurucu ideolojinin sürekli olarak referans kaynağı oluşudur.
Bürokrasi ve asker elitinin yapısı çok önemli bir toplum kusurundan kaynaklanır ve onun aşılmasını engeller ki o da sivil toplumdur. 1920’lerde bir sivil toplumdan söz etmek olanaksızdı, tıpkı kurucu kadroların demokrasi getirmemekle suçlanmasının olanaksızlığı gibi. Tarihsel Blok, her darbe sonrasında gelen göreli demokratik dönemde, yani seçim döneminde seçimi kaybetmiş ama birkaç yıllık “müsaadelerle” yeniden devreye girerek iktidarı elde etmeye çalışmıştır. 1950’nin darbesi 1960; 1965’in darbesi 1971; 1973’ün darbesi 1980’dir. 1990’lardaki oluşumlar 1997’de, 2000 sonrasındaki gelişmeler de 2007’de karşılanmıştır. Bu darbelerin bulduğu ve bulmadığı karşılık, Türkiye’deki demokrasinin gelişmesiyle veya zaaflarıyla ilgilidir.
Şunu da belirteyim: siyasal çevre sürekli olarak daha sağa, daha muhafazakâr bir çizgiye kaymıştır. Menderes İnönü’den, Demirel Menderes’ten, Özal Demirel’den, Erdoğan Özal’dan daha sağ bir noktadadır. Buna karşılık, Erdoğan’a gelinceye kadar geçen süredeki siyasal oluşumların ve İslamcı Sağ’ın dışında kalan hareketlerin ilk felsefe ile hiçbir sorunu yoktur. Hatta bu damar o kertede güçlüdür ki zamanla çevrenin siyasal hareketi büsbütün güçlenince, AKP’ye gelinceye kadar ortaya çıkmış tüm siyasal partilerin elitleri üstünde tepki yaratmış ve o kadroların CHP’ye ve geleneksel Kemalist ideolojiye kaymasına yol açmıştır. İkililik, yani bir tür aufheben burada da kendisini gösterir.
Demokrasiden söz ediyoruz ama demokrasinin yaşadığı evrensel krizlerin farkındayız. Bugün elzem olan biçim şartlarıyla işleyen bir demokrasi değildir. Kozmopolit demokrasiye Türkiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Cumhuriyetin kendisini doğrulayacak olgularından biri olan laiklik ancak bu çerçeve içinde gerçek anlam ve işlevini kazanabilir.
IV
Böyle bir gelişmenin, Türkiye’nin 100 yıllık cumhuriyeti bakımından çok önemli bir sonucu var: cumhuriyetin, bir türlü, adını aldığı cumhura ait olamaması. Cumhur, sadece bir ad ve kitle değildir. Cumhur, çok karmaşık bir mekanizma olan sivil toplumla ilgilidir. Sivil toplum, dernekler ve örgütlerden çok fazlasıdır. Onları kapsar ama elbette ötesidir. Bir sınıfsal kütle (“kitle” değil) olarak tasavvur edilmeyen sivil toplumun mevcudiyetinden söz edilemez. Papaz Sieyés’in Tiers-état yani üçüncü sınıf kavramı genel olarak halk demektir ama burjuvaziyi da ima eder. Türkiye’de üçüncü sınıf olacak bir burjuvazi 1908’den bu yana hala oluşmadı mı? Oluştu. Fakat büyük kentlerde yerleşik o sınıf ilksel felsefe ile hem de en muhafazakâr hatta zaman zaman kiçleşecek şekilde irtibat kurmayı yeterli görüyor. Hala devletle çok yakın ilişkisi bulunduğu için onu aşacak herhangi bir model üretemiyor. Burada devleti o sınıfın en zıttı olan bir partinin yönetmesi de önemli değildir. Devletin soyut bir kavram halinde bizatihi kendisi yeterince kapatıcı ve boğucudur. Mesele devleti aşacak, ona hâkim olan iktidarı öteleyecek bir toplumsallık üretmektir. Maalesef cumhuriyet henüz bu pratiğe ulaşamamıştır.
Cumhuriyet'in bu iki kısıtlamadan hala olağan üstü derecede kuvvetli bir devlet ve hala çok yetersiz bir sivil toplum nedeniyle aşamadığı iki sorunu zikrederek bitirelim.Birincisi şu: Cumhuriyet hala bir ulus ve ulus-devlet yaratma projesi, organum’u yani aracı ve organon’u yani mantığı olarak cereyan ediyor. Burada da karşımıza aynı sorun çıkıyor: ulusu devlet hazırladığı için ulusun ulusluk hali bugün bile yeterince teşekkül edememiştir. Türkiye’de bulunan hâkim etnik orijinin dışında kalan çevrelerin demokratik hak taleplerinde henüz bir ilerlemenin olmaması, tüm “gelişmelerin” devlet kontrolü altında kalması bu bakımdan çok önemlidir.
Sivil topluma bir kere daha çok ciddi ihtiyacın duyulduğu bu kısıtlamayı, Türkiye behemehal aşmalıdır. Demokrasiden söz ediyoruz ama demokrasinin yaşadığı evrensel krizlerin farkındayız. Bugün elzem olan, biçim şartlarıyla işleyen bir demokrasi değildir. Kozmopolit demokrasiye Türkiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır.Cumhuriyet'in kendisini doğrulayacak olgularından biri olan laiklik ancak bu çerçeve içinde gerçek anlam ve işlevini kazanabilir. Özellikle Kürtlerin ve Alevilerin kapsanmadığı ve diğer (nitelik değil nicelik olarak) “azınlıkların” çoğunlukla eşit haklara sahip olmadığı bir ülkede cumhuriyetten bile söz edilemez değil ki demokrasiden bahis açılsın. Türkiye’nin daha güçlü bir demokrasi hatta cumhuriyet yaratabilmesi için aşması gereken ilk engeller bunlardır. Çoğulcu, insan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğünü benimsemiş, çok-kültürcü bir toplumsal yapıyı kurmuş gerçek anlamda demokratik toplum ancak bu çerçevede hazırlanabilir.
Türkiye’nin son yüz yılda en büyük eksiği hatta ihmali budur ve dolayısıyla daha işlevsel bir demokrasiye geçilmemesi hatta bu çabanın sürekli olarak ertelenmesi, bastırılması, ezilmesidir.İkincisi, Cumhuriyet'in 1908’den devralarak sürdürdüğü ulus ve ulus-devlet inşa etme modelinin önemli ölçüde nüfus ve mülkiyet politikalarına dayalı olmasıdır. Belki başlangıç dönemindeki kadar etkili olmadığı sanılan bu iki politika ki Foucaultcu anlamda bir “toplum mühendisliği” yapmanın en somut araçlarıdır, muhakkak yeni bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Az önce belirttiğim olguyla bu olgu arasında sürekli ve çok etkili bir iletişim söz konusudur. Türkiye’de sivil toplumun gelişmesine yol açacak bu aşma mekanizmasını muhakkak geliştirmesi gerekir. Demokrasisiz bir cumhuriyetin damarları kesiktir. Cumhuru ifade eden res publica’nın demokrasinin kökeni olan demos’la yeni bir contrat social yapması gerekir. O da ancak devlet-dışı bir sivil toplum hareketiyle sağlanabilir. Unutmayalım: Cumhuriyetin devleti, Fransız Devrimi’ni kendisine örnek ve kaynak aldı. Güzel! Ama o devrimin yazarlarını, mesela Babeuf’ü yasakladı. O yazarı diğer devrim yazarları Saint-Juste, Marat ve Danton’la birlikte çevirenleri (Vedat Günyol) hapse attı. Bu mantığın içe dönük yapısı aşikardır; şimdi onu dışa çevirirken mülkiyet ve nüfus politikalarını da anadil ve diğer haklarla desteklemesi gerekir.
Tüm bu çıkmazları doğal karşılamak da gerekir ama aufhaben kavramıyla birlikte düşünürsek cumhuriyetin iki boyutunun olduğunu vurgulayarak bitirelim. Cumhuriyetin düalist yapısının bir kanadını belirttiğim kısıtlamalar meydana getiriyor: Fransız Devrimi’nin yazarlarını yasaklayan cumhuriyet mantığı. Buna tutucu cumhuriyet anlayışı diyelim. Buradan Sağ Kemalizm türemiştir. Öte yanda, işte doğrudan doğruya o yazarları çeviren ve öneren özgürlükçü cumhuriyet mantığı yer alıyor. Sol Kemalizm o kökten gelişir. Maalesef sol Kemalizm’in de kendi içinde çok kapsayıcı değil kapatıcı nitelikleri olduğunu belirtmeliyim. Ama yine de cumhuriyetin asıl anlamını bulacak olan demokrasi o anlayıştan kaynaklanacaktır.
Cumhuriyetin ikinci yüz yılı kutlu olsun.
Yazarlar
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.06.2025
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024