Hasan Bülent KAHRAMAN
Öyle anlaşılıyor ki, CHP, üstünden henüz sekiz ay geçmiş ama insanlara bin yıl önce yaşanmış gibi gelen şu seçimlerden sonra, elde ettiği büyük birikimin ne olduğunu yeterince kavramıyor. Belki kavrıyor ama daha önceki yazılarda dile getirdiğim üzere o birikimi çok özel amaçlar için kullanmaktan ötesini görmüyor. Yoksunluk diye nitelendirdiğim durumun önemli bir nedenini bu mecrada yayınlanan bir önceki yazımda ele aldım. O ayrıntılara dönmeyeceğim. Bu yazıda CHP’nin temel kısıtlamasını nasıl aşabileceği sorusu üstünde duracağım.
CHP’nin birçok sorunu var ama yine de bir tek sorunu var, o da bir siyasal partinin üstünde çok düşünmesi gereken, bir varoluş problemi: CHP tarihi boyunca, yani 100 yıl içinde, 1973 ve 1977’de iki kez birinci parti olmak dışında hiç genel seçim kazanamadı. Bir partiyi tanımlamak için daha ileri bir açıklamaya, sıfata gerek yok, bu son derecede trajik olgu her şeyi yerli yerine oturtuyor. CHP, daha önce de yerel seçim başarıları kazandı. Akılda en çok kalanı 1989 sonuçlarıdır. Fakat hemen ertesinde o başarıyı yele verdi. Bu defa Türkiye’nin ürettiği çok daha farklı ve ilginç bir sosyoloji içinde sağladığı yerel seçim başarısını genel seçim başarısına dönüştürmek istiyorsa CHP bambaşka bir siyaset üretmesi gerekiyor. Bu yazıda özellikle onları ele alacağım.
2024 seçimleri CHP’ye halkın armağan ettiği, onu sınamak için verilmiş bir olanaktı. CHP bu ölçüde bir sonucu muhtemelen beklemiyordu. Olabilir. Siyaset bazen de bu türden başarılar armağan eder partilere. Durumun adı yer kaymasıdır. Önemli olan teveccüh gösterilen, tercih edilen partinin o imkânı kullanması veya kullanamamasıdır.
Oysa CHP, son yazımda belirttiğim gibi belediyeleri, neredeyse içgüdüsel denebilecek bir yaklaşımla ve bir daha belirteyim sol bir parti olmanın neredeyse hiçbir koşuluna sahip olmaksızın yönetiyor. Önemli işler de yapılıyordur ama bir siyasete bu büyüklükte bir yerel yönetim imkânı ancak onu o ölçekte sınamak ve başarırsa genel yönetime taşımak maksadıyla verilir. Eğer bu önerme doğruysa o takdirde CHP’den daha fazlasının beklenmesi hem doğaldır hem şart hem zorunluluktur.
CHP’nin bugün sahip olduğu gücü kullanmasının tek aracı, son yerel seçim başarısı elde ettiği 1989’dan bu yana geçmiş 45 yıldaki (yani yarım yüzyıldaki) toplumsal dönüşümü kavramasıdır. O da bir bilinç ve teori meselesidir. Bilincin ve teorinin geliştirdiği gerçeğin, yani sorunları somut şekilde kavrayan ideolojinin politikaya dönüştürülmesidir. CHP için en ciddi yetersizlik bu ilişkinin kurulmamasıdır.
Şimdi bu iki olgunun üstüne oturduğu koşulları ele alayım. İki temel koşul var. Birincisi, sosyo-ekonomik yapıdır. İkincisi, demokrasi bağlamındaki beklentilerdir. Öce birini sonra diğerini ele alayım.
Mevcut göstergelerden hareketle başka bir değerlendirmede bulunayım. Türkiye’de oy dağılımını ve siyasal partilerin konumunu daima ideolojik açıdan ele alıyoruz. Elbette öyle olacak. O ideolojinin sosyo-ekonomik çözümlemesini de yapıyoruz. Ama kimse ekonomi-sosyolojik açıdan bakmıyor.
I. ALTYAPI YİNE ALTYAPI
1. Siyaseti bölgelerin zenginliği tayin ediyor
Önce şu ‘büyüklük’ dediğim hususu açıklayayım. CHP, son seçimlerde, çok kez vurguladığım adlandırmamla Büyük L dediğim coğrafyayı kazanmıştır. Büyük L, Çanakkale’den Hatay’a kadar olan sahil şerididir ve bu şerit Hatay dışında eksiksiz şekilde CHP’ye oy vermiştir ki, o kentte de oy farkı binde 5 civarındadır. Dahası da var. CHP, şimdi, Orta Anadolu’yu silip süpürmüş, Isparta ve Konya’nın kuzeyinden Ankara’yı aşıp Kırıkkale’ye, Kırşehir’e uzanmıştır. Kırşehir gibi geleneksel milliyetçi sağla bütünleşmiş bir şehirdeki oy farkı CHP lehine %15’tir. Bu sonuçlar, bu durum, son çeyrek yüzyıldaki siyasal tarihin en önemli, en çok hayret uyandıran sonuçlarıdır.
Bahsettiğim bölge yani Büyük L öncelikle ekonomik açıdan Türkiye’nin başka hiçbir bölgesiyle, hatta geriye kalan Anadolu’yla mukayese edilemeyecek zenginlikte bir bölgedir. Ekonomik olanaklara dileyen herkes dilediği sosyolojik unsuru katabilir, sonuç CHP lehine değişir. Bu bölgeyle birlikte düşünülebilecek ikinci bir bölge Türkiye’de mevcut değildir. Büyük L bölgesi, Orta Anadolu’yla birleştirilirse Anadolu yarımadasının neredeyse yarısını meydana getirir. Bırakın Anadolu illerini sadece İstanbul’un nüfus toplamı Balıkesir, Çanakkale, İzmir, Bursa, Antalya, Mersin, Muğla’nın toplamına eşittir. İzmir’i çıkarsanız durum daha da vahimleşir. Anadolu’nun AKP’ye kalan kısmı çorak ve boştur. Buna Konya, Sivas, Kayseri dahildir. Kaç Erzurum, Muş, Bayburt, Gümüşhane bir İstanbul, bir İzmir, bir Adana, bir Antalya eder nüfus olarak?
Mevcut göstergelerden hareketle başka bir değerlendirmede bulunayım. Türkiye’de oy dağılımını ve siyasal partilerin konumunu daima ideolojik açıdan ele alıyoruz. Elbette öyle olacak. O ideolojinin sosyo-ekonomik çözümlemesini de yapıyoruz. Ama kimse ekonomi-sosyolojik açıdan bakmıyor. Aynayı ters çevirince şaşırtıcı bir noktaya geliyoruz. Türkiye’deki partiler bölgelerin zenginlik durumuna göre ayrışıyor. Son seçimlerde Türkiye’nin her bakımdan en zengin, ileri, önde gelen bölgesi CHP’ye büyük fark ve ağırlıkla oy vermiştir. Bir kere bu gerçeği saptayalım. Aynı bölgeden vakti zamanında AKP’nin aldığı oyları da bu gözle yeniden değerlendirmek gerekir.
Öne sürdüğüm saptamanın doğruluğunu kanıtlayacak ikinci bir bulgu var. Son seçimlerde AKP, Anadolu’da şu bahsettiğim ve kıyı zenginliği dediğim imkanlardan yoksun kalmıştır veya yoksun bırakılmıştır. Ama ikinci zengin halkayı kazanmıştır. AKP’nin kazandığı iller gerçekten de Türkiye’nin en yoksul kesimi değildir. O kesim, en yoksul Anadolu bölgeleri İyiP ve DEM’e kalmıştır. Tablonun bize üreteceği sonuç şudur: Türkiye’de en zengin bölgeyi elinde tutan operasyonel olarak ülkeyi yöneten partidir. İkinci zengin halka muhalefete tekabül eder. Sağ-sol ayrışmasına bu açıdan bakmak gerekiyor ki, o da Türk siyasetinin yeniden yorumlanması demektir.
En zengin bölgeler ‘gerçeğini’ biraz daha irdeleyelim. Anadolu bugün bomboştur. AKP, Cumhuriyet tarihinin en önemli göç hamlelerinden birini başarıyla sonuçlandırmıştır. 1950’lerin, 1960’ların göçlerinden sonra 2000’lerin göçleri çok daha zor bir projeydi ve başarılmıştır. AKP, daha AKP ve Türk Sağı kitabımdan başlayarak sürekli olarak vurguladığım üzere, Anadolu’yu büyük kentlere taşımış, uydu kentler kurarak suburbia’yı, kentlerdeki taşrayı yaratmış, onları ilçe haline getirerek mukimlerine iş, aş, gelecek hayali vererek, yoksulluklarını unutturarak oy almıştır. Bu bir kapalı sosyolojidir. Seçmen kendisine doğrudan çıkar sağlayan siyasetle, doğru ve rasyonel şekilde bütünleşmiştir. Bu hamle daha ileriye doğru da açılmıştır, sadece İstanbul’la sınırlı değildir. Bir türlü bitmeyen ‘batıya doğru göçümüz’ içinde İstanbul odaktır ama Batı tümüyle Anadolu ‘hurucuna’ zemindir. Göçerlerin beklentileri değil de kırgınlıkları CHP’yi tercihlerine yol açmıştır. Herhangi bir siyasi parti bakımından bu gerçek yönetilmesi daha da zor bir durum meydana getirir.
Şimdi mesele CHP’nin bu kitleyi nasıl taşıyacağıdır. Cevabım sol bir tahayyül geliştirerek olacaktır ama bu mümkün müdür, mümkünse nasıl?
Vakti zamanında sanayileşme diyerek küçük köylülük üstünden siyaset yapan Demirel, o köylüler büyük kentte fabrika işçisi olduğunda ve doğru şekilde, kendisine değil, dönemin gerçek sol partisi CHP’ye yöneldiğini hazin şekilde idrak etmişti. Bugün de aynı şey oluyor. AKP’nin kente taşıdığı seçmen şimdi AKP dışı bir tercihte bulunuyor. Bunu siyasal erginliğin bir tezahürü diye görmek gerekir.
2. Siyasal dönüşüm ve dinsel muhafazakârlıktan kültürel muhafazakârlığa
Fakat şimdi ortaya çıkan durumu nasıl açıklayacağız? Ne değişti, ne kırıldı da ortaya CHP’ye dönük bu teveccüh çıktı?
Cevap, siyasal sosyolojinin işleyen temel kuralıdır. Türkiye 1990’lardan başlayarak, kendisini solda gören esasen doktriner ve muhafazakâr olan çevrelerin gözünü kapayıp kulağını tıkadığı modern sonrası döneme geçti. Belki modernleşmesini tamamlamadan o atılımı yaptı ama evrensel gelişmelerin takdim-tehir gibi bir şansı olmuyor. Berlin Duvarının çökmesi ve son modernist devlet olan SSCB’nin dağılmasından sonra klasik siyasal modernleşmenin kurum ve kuralları tartışmaya açıldı. İstesek de istemesek de iki temel toplum kimliği, Kürtlük ve Müslümanlık bu kapıdan içeri girdi. Benim ‘yüz yıllık parantez’ dediğim ve Cumhuriyet dönemini kastettiğim, özü itibariyle Tanzimat’tan başlatarak ‘iki yüz yıllık parantez’ demem gereken tarih bu hamleyle başka bir düzleme çekildi. O düzlem adını koyarak söyleyeyim, kimlik politikaları düzlemidir. AKP bu temel üstünde yükseldi. Klasik Türk sağının kalkınmacılığını, hiçbir dönemde görülmeyen bir din söylemiyle bütünleştirince 1990’lardan bugüne kadar yeni bir cumhuriyet dönemi hazırladı.
Bu tarih bir noktada yavaşlayacaktı, yavaşladı. Çünkü, bir kere daha sosyolojinin iki kuralı işledi. Birincisi, kapalı sosyoloji zamanla gelir artışı, sosyal ilişkiler ağının genişlemesi, bölgesel/yerel coğrafi, kentsel dönüşümler gibi unsurlarla bütünleşince yerini yeni ideolojilerin kabulüne bırakır. Hızlı olmasa da bu damar işler ve sonuç bir dönüşümdür. Türkiye’de nüfusun, ekonominin ve insan kaynağının ‘yığıldığı’ sahil şeridinde tamı tamına bu olgu yaşanıyor. Zamanında devletten koparak kendisine ticaret yoluyla siyasal özerklik kazandıran çevreler bugün büyük kentlerde dış dünyayla bütünleşerek bir kere daha siyasal özerkleşme yaşıyor. Seçmen çok somut bir şekilde rasyonel seçmen davranışı sergiliyor ki, 1950’den beri bu tutumunu sayısız kere kanıtlamıştır.
Mevcut sonucu doğuran ikinci unsur da aynı kökten türemiştir: muhafazakârlık ideolojik dindarlık üstünde gelişmez, kültürel dindarlık üstünden gelişir. Türkiye’de aristokratik muhafazakârlık dinsel değildir, Batılı, laik ve Kemalisttir. Bu bakımdan büyük kent, dindarlığı/Müslümanlığı küçük görür ve onu ‘kapı önündeki ayakkabılar’, ‘yere kadar pardösü’, ‘başörtüsü’, ‘kurban kesmek’ gibi bazı sembollerle tahkir eder. Oysa ‘halk muhafazakârlığı’ dinseldir ve bütünüyle şu andığım sembolizmaya dayanır. Ne var ki, çok önemli bir nokta sürekli şekilde ihmal ediliyor: muhafazakâr çevre de Türkiye’nin iki yüz yıllık tarihi boyunca Batılılaşmaya kapalı ya da uzak kalmamıştır.
1990’lar bu bakımdan iki önemli gerçeği barındırır. Birincisi o yıllarda Müslüman burjuvazi kent alanına taşınır ve görünür hale gelir. (Attila İlhan daha 1960 ve 1980’lerde o çok meşhur TV dizilerinde ve romanlarında bu gerçeği saptamıştı.) Bugün kentli bir Müslüman-muhafazakâr sosyolojimiz var.
İkincisi, kimlik politikalarını tayin edecek şekilde 1990’larda yaşadığımız dönüşüm dinin sadece kentlileşmesini değil kamu alanında da bir Anayasal hak faktörü olarak görünmesine yol açmıştır. Kırsal alan kentliliği dikkat çekecek şekilde en yoksul kesimdeki seçmenle bütünleşmiştir. Bu nedenle İYİP ve DEM diğer partilerden çok farklı bir seçmen tabanına sahiptir ve zaten İyiP diye bir parti artık söz konusu edilemez. Muhtemelen o çevre zamanında kurulan o partiyi ANAP’laştırmak şeklindeki boş hayallerin zıddına yeniden AKP’ye akacaktır.
İlginç olan, sermayeyle bütünleşmiş dindarlık ilişkisinin yarattığı Müslüman burjuvazinin bir bölümünün AKP dışındaki bir siyasete yönelmekte beis görmemesidir. Aynı durum alt gelir gruplarındaki kitleler için de geçerlidir. Daha doğal bir tepki olamaz. Vakti zamanında sanayileşme diyerek küçük köylülük üstünden siyaset yapan Demirel, o köylüler büyük kentte fabrika işçisi olduğunda ve doğru şekilde, kendisine değil, dönemin gerçek sol partisi CHP’ye yöneldiğini hazin şekilde idrak etmişti. Bugün de aynı şey oluyor. AKP’nin kente taşıdığı seçmen şimdi AKP dışı bir tercihte bulunuyor. Bunu siyasal erginliğin bir tezahürü diye görmek gerekir.
Şimdi mesele CHP’nin bu kitleyi nasıl taşıyacağıdır. Cevabım sol bir tahayyül geliştirerek olacaktır ama bu mümkün müdür, mümkünse nasıl?
Türkiye, çok uzun yıllar, neredeyse bir yüzyıl boyunca kültürel hamlesini siyasal hamle zannetti. CHP başından beri o zannın zeminidir. Sadece 1965-1980 arasında toplumsal bilincin yükselmesiyle birlikte Ecevit bu gerçeği gördü, daha doğrusu o gerçeği sezdi ve ‘devlet partisinden halk partisine’ görüşünü geliştirdi.
II. SOL TAHAYYÜLÜN TEMELLERİ
1. Solu yeniden tanımlamak
Böyle bir problemin yanıtını evet-hayır şeklinde vermenin abesliğini bir yana bırakalım ama CHP’nin, yeni bir cevabın öngöreceği en önemli unsurdan yoksun olduğunu belirterek başlayalım ki, o da sol ideolojinin eksikliğidir. Niyet olarak, heves olarak hatta ‘zan’ olarak bu kavram, sol kavramı, CHP’de mevcuttur. Sol CHP’de sadece gerçek olarak eksiktir. O boşluğun ana nedeni, CHP’li kesimin ve bilhassa partinin felaketini hazırlayan şey, Beyaz Türklerin sol zannettiği değerlerin sola ait olmamasıdır. Ilımlı, aristokratik bir liberal sağ partinin hatta Batılı anlamıyla bir muhafazakâr partinin savunacağı kültürel değerlerle sol olmaz. Öncelikle bu tarih ve sosyoloji gerçeğini tespit etmek gerekir.
Türkiye, çok uzun yıllar, neredeyse bir yüzyıl boyunca kültürel hamlesini siyasal hamle zannetti. CHP başından beri o zannın zeminidir. Sadece 1965-1980 arasında toplumsal bilincin yükselmesiyle birlikte Ecevit bu gerçeği gördü, daha doğrusu o gerçeği sezdi ve ‘devlet partisinden halk partisine’ görüşünü geliştirdi. CHP ne yazık ki, hala, ‘devleti kuran parti’ sloganıyla hareket ediyor. (Doğrusu ‘devletin kurduğu parti’ olmasıdır. Üstünde çalıştığım 2205 güzünde yayınlamayı umduğum Türkiye’de Modern Siyasetin Oluşumu: CHP 1922-2002 başlıklı kitapta bu tefriki ele alıyorum.) Oysa, ekonomi-sosyoloji analizini yukarıda verdiğim zemini CHP kendisine yeni ve gerçek bir solun zemini olarak kurgulayabilir.
2. Aleviler, Kürtler ve sol bileşenler
İkincisi, CHP’deki ‘sol eksikliği’ partinin doğal taşıyıcıları olan Alevilerden, Kürtlerden ve gerçek sol unsurlardan kopmasıyla başlamıştır. Bugünden sonra da CHP’nin Kürtlerle ittifak kurmasındaki güçlük açıktır. Kürtler kendi partileri ve talepleriyle siyaset yapacaktır. Fakat Alevilerle yeni bir konsensus denenebilir ve çok önemlidir. Ne var ki, o ilişki CHP-Aleviler yönlü değil ancak Aleviler-CHP yönlü olursa etkinlik kazanabilir. Diğer seçenek, Alevilerin bu parti içinde asimilasyonu anlamına gelir ve fazladan bir önem ve anlam ifade etmez. Alevilerin CHP’yle bütünleşmesinin sayısız yararının olacağı muhakkaktır. Hepsinden önemlisi artık unutulmuş olan laiklik tartışmalarının daha gerçekçi bir zeminde yeniden ele alınmasıdır. Laikliğin yeniden konuşulması az sonra değineceğim toplumsal uzlaşma/mutabakat bakımından ayrıca değer taşıyor. Yoksa din-devlet işlerinin ayrıştırılması şeklindeki bir tanımla Türkiye’nin daha fazla ilerlemesi olanaksızdır ki, şu sıralarda yaşanan Sünni Müslüman siyaset başka türlü aşılamaz.
CHP’nin elindeki yerel yönetim imkanıyla sorun odaklarında ve çözüm olanaklarında sivil toplumu örgütlemesi, toplumsal ve siyasal iradenin aşağıdan yukarıya örgütlenmesini temini gereklidir. Partinin toplumsal talepler çerçevesinde siyaset üretmesinin yolu budur. Böyle bir örgütlenme ve iletişim modeli içinde CHP’nin siyaseten hata yapma olasılığı kaybolacaktır.
3. Sivil toplumsuz asla...
Üçüncü önemli husus sivil toplumdur. Sivil toplum kavramını bir kere daha Hegel’den başlayarak ele almanın anlamsızlığı ortada. Yerel yönetimler çağdaş siyaset içinde sivil toplumu meydana getirir. Sivil toplum kesin bir şekilde devlet dışlı alandır. Devlet bir bakıma içimize çektiğimiz havada da mevcuttur, o nedenle bu ifade abartılı veya ihmalkâr görülmemeli. Ayrıca devlet-dışı alan demek kayıtsız koşulsuz ve kuralsız bir alan anlamına da gelmez. Tersine kural, koşul ve kayıtların özünde demokratik bir kurum/yapı olmayan devlet tarafından değil, onun kontrolündeki üst otorite ve bürokrasi tarafından değil, doğrudan doğruya özneleri tarafından yerleştirilmesidir. Sivil toplum tümüyle bu niteliği taşıyan yönetim iradesinin adıdır. Sivil toplum kendi kararını kendisi alan, bunun için örgütlenen toplumdur. Bu kadar basit ve bu kadar karmaşık.
CHP’nin elindeki yerel yönetim imkanıyla sorun odaklarında ve çözüm olanaklarında sivil toplumu örgütlemesi, toplumsal ve siyasal iradenin aşağıdan yukarıya örgütlenmesini temini gereklidir. Partinin toplumsal talepler çerçevesinde siyaset üretmesinin yolu budur. Böyle bir örgütlenme ve iletişim modeli içinde CHP’nin siyaseten hata yapma olasılığı kaybolacaktır. Türkiye çok uzun zamandır, bir vakitler SHP’nin sloganı olan ‘demokratik devlet örgütlü toplum’ kavramını unuttu. Yakınılan başkanlık sistemi sadece birisi istediği için sürmüyor, toplumun kendi kendisini örgütleme iradesi ve imkânı ortadan kalktığı için devam ediyor. Yerel yönetimlerin toplumu örgütlemesi, yaşanan tüm sorunların, o arada da demokrasi kısıtlarının aşılmasındaki tek olanaktır.
CHP önce sol yani sosyal demokrat ideolojiyi içselleştirmeli, sorunları ve olguları bu açıdan değerlendirmeli, ardından kendisini ve ideolojisini kitlelere taşımalıdır. Zincir budur. Bugünkü yapısıyla sol, gerçek sosyal demokrat bir ideolojinin kurmanın önündeki en büyük engel bizatihi CHP’nin kendisidir.
III. SOLUN SOLLLUĞU, ÖNCELİĞİ, ÖNCÜLÜĞÜ
CHP’ye ilk gününden beri hâkim olan kültür-siyaset yanılgısı bir yana, çünkü o sadece bu partiye ait ve özgüdür, diğer unsurları ele almak ve işlemek sadece sol siyasetle ilgili olamaz. öncesiyle birlikte düşünüldüğünde siyasal İslamın Türkiye’de devam eden 30 yıllık iktidarı da bir çevre ve taban hareketidir. AKP’de kadınların etkinliği malumken tüm siyasetler sivil toplumu dilediklerince kullanabilir. Buradaki ayrım, araçların sol bir zihniyetle ele alınmasıdır. Sol, burada bir düşünce ve önerme olarak gerçekliğe öncüldür. Koşullar solu önermez. Sorunlar sol bir bakış açısıyla okunur, yorumlanır ve değerlendirilir. Koşullar sol bakış açısıyla ele alınır. Bir kere biz bu gerçeği hatta olguyu yerli yerine oturtalım CHP de bu gerçeği öncelikle öğrensin.
Devam edeyim: sol, ideal koşullar oluştuğunda ortaya çıkan bir ideoloji değildir. Koşulları idealleştirme maksadını güden bir anlayıştır. İdealleştirme derken hayalden, ütopyadan bahsetmiyoruz. Hayatı insana, insan haysiyetine yakışır şekilde düzenlemekten, hayata ve somut altyapıya doğrudan ve somut müdahaleden bahsediyoruz. ‘Jenerik’ bir sol kabul, hatta ön-kabul, dünyayı yeniden biçimlendirmeyi öngörür. Sol, sınıfsal varoluş gerçeğinden yola çıkar ama solun değerler sistemi, kaba Marksizmin fazlasıyla radikal bazı önermeleri dışında, herkese içkindir. Zaten Leninci bir ihtilal mantığından değil sosyal demokrat bir yönelimden söz ediyoruz. 21. Yüzyılın hiçbir sorun odağı sol bir muhakemenin dışında değildir. Hareket noktası daima ekonomi ve sosyolojik dönüşümdür. O iki zemin sağlamlaştırılırsa diğer unsurlar kendilerini çok daha fazlasıyla somutlaştırabilir.
Böyle bir çerçevenin çatılması bir reddiyecilik içermez, toplumsal konumunu farklı bir ideolojiyle bütünleştirmiş çevrelerin dışlanmasını gerektirmez. Aksine, onları kapsar. Bugünkü dünyada ve Türkiye’de kimlik politikası sosyo-ekonomik kökenli yönelimlerin önündedir. Ne var ki, solun tarih boyunca en önemli işlevi, tartışmasız şekilde en güç işlevi, o toplumsal çevreye kendisine ait gerçeği anlatmaktır. Yani, siyasal konumunun, tabanına sıkıştığı siyasette değil başka bir siyasette bulunması gerektiğine o çevreleri ikna etmektir. Kırsal ve yoksul kesim öncelikle kültür ve kimlik temelli siyasete yönelir. Politik bilinci arkadan gelir ve onu başka bir zemine taşır. Türkiye’de bu gerçeğin hatırlanması ve uygulanması gerekiyor. CHP’nin, son yirmi yılın iktidarı karşısında bu politik perspektifi ortaya koymadığını söylemek için alim olmaya gerek yok. Maalesef popülist bir söylemin eşliğinde CHP, 1990’lardan beri benimsediği sekter ve kendisini eriten o çok yanlış merkeze kayma politikasını sürdürüyor. Bu suretle kendi kazanımlarını korumakta dahi yetersiz duruma düşüyor.
CHP’nin kendisini dönüştürmesi ve dört gözle beklediği ve umduğu ama sadece beklediği ve umduğu siyaset bu muhakemeyi anlayıp tanımadıkça ve uygulamadıkça tek bir adım ilerleyemez. Daha da somutlaştırayım: CHP önce sol yani sosyal demokrat ideolojiyi içselleştirmeli, sorunları ve olguları bu açıdan değerlendirmeli, ardından kendisini ve ideolojisini kitlelere taşımalıdır. Zincir budur. Bugünkü yapısıyla sol, gerçek sosyal demokrat bir ideolojinin kurmanın önündeki en büyük engel bizatihi CHP’nin kendisidir.
Türkiye’nin yurttaşlık tanımı, yönetim mekanizmaları, sınıf ilişkileri ve devlet tanımından başlayarak geliştirilecek yeni toplum-devlet düzenlemesinin çerçeveleyeceği bir sözleşemeye acilen ihtiyacı bulunuyor.
IV. DEMOKRASİ, YİNE DEMOKRASİ
Ama bu aşamada üstünde durulacak ve CHP’yi bulunduğu ‘dar hendese’den kurtaracak çok önemli bir olanak var: demokratikleşme. Gerçek bir demokrasi bilinci CHP’nin içine hapsolduğu tüm kısıtlamaları aşmasına yeter. Gerçek merkez ancak yüksek ve ödünsüz bir demokrasi bilinciyle tertip edilebilir. Bugünkü Türkiye’nin merkezi ise demokrasi bilincinin tahribiyle özdeştir. Bu çapraşık, ters ilişkinin öncelikle dönüştürülmesi gerekir. Demokrasi ve merkez siyaseti kavramları gündelik olaylarla sınırlı tutulacak kadar sığ değildir.
Bir ülkenin demokratik dönüşümü, yeni bir toplum modelinin inşası demektir. Şu veya bu eksiklik mutlaka demokratik eksikliğe veya demokrasi eksikliğine tekabül etmez. Demokratik dönüşüm, bahsettiğim yeni toplum modelinin kurulmasını sağlayacak olan toplum sözleşmesinin oluşturulmasıdır. Bugün Türkiye’nin en büyük eksiği budur. Türkiye, sözleşmesi olmayan, bulunmayan bir ülkedir ve buna Anayasası dahildir. Her zaman söylediğim ve şimdi de ayrıntısına girmeyeceğim üzere, Türkiye’de anayasa bir toplum sözleşmesi olma niteliğini taşımaz. Anayasanın gerçekçi bir sözleşmeye dönüşmesi kapsamlı bir diyalektik ilişkiyi, ikna süreçlerini gereksinir. Kimse hatırlamasa bile, 1990’larda çok konuşulan bu olgunun şimdi uygulanması şarttır.
Şunu unutmayalım, Türkiye’nin yurttaşlık tanımı, yönetim mekanizmaları, sınıf ilişkileri ve devlet tanımından başlayarak geliştirilecek yeni toplum-devlet düzenlemesinin çerçeveleyeceği bir sözleşemeye acilen ihtiyacı bulunuyor. 15 milyon çalışanın sadece %15’inin sendikalı olduğu, sadece %25’inin kırsal alanda, %75’inin kentlerde yaşadığı, tarım dışı sektörlerde çalışan ücretlilerin yaklaşık yüzde 45’inin asgari ücret ve altı çalışanlardan oluştuğu (6 milyondan fazla insandan söz ediyoruz) ve sektörlere ayrıştırıldığında durumun büsbütün vahimleştiği bir dönemde Türkiye’nin mevcut yapıyla daha fazla devam etmesi olanaksızdır. Bu yapının muhafazası ancak git gide artacak bir popülizmle mümkündür ki, iktidarın da muhalefetin de yönelimi bu doğrultudadır. Popülizm Türkiye’de statükoyu korumanın en keskin ve fonksiyonel aracıdır. Gerçekten ‘yeni’ bir Türkiye bulunuyor karşımızda. Sosyal ve ekonomik açıdan bu derecede şaşırtıcı olgularla yüz yüze olan bu ülkede muhalif söylemin çok daha keskinleşmesi gerekir. Siyaset topluma karşı böyle bir borç içindedir. O borcunu ancak güçlü ve somut bir sosyal demokrat ideoloji üreterek karşılayabilir. Sosyal demokrasi bu manasında ne hayaldir ne passé, gelmiş geçmiş, eskimiş, erimiş bir söylemdir. Gerçektir ve uygulanabilir. Üstüne üstlük henüz hiç denenmemiştir ve o derecede taze ve yenidir.
Pierre Clastres, yaptığı derin araştırmada kabile topluluklarının (tribal societies) iktidarın merkezileştirilmesine karşı çıktığını kanıtlamıştı. Öylelikle de toplumlarda gücün merkezileşmesine dönük bir evrim olduğu görüşünü reddetmişti. Genç yaşında ölen Clastres’nin düşüncesi demokrasinin yapısına dönük bir anlayışı yansıtır. Başladığım yere dönersem, evet, demokrasi muhalefettir. CHP, tanımladığım kısır döngüyü kıracak bir olanaktır ama bu da galiba onun kendi içinde dönüşmesiyle ve muhalefet partisi olduğunu idrak etmesiyle mümkündür. İktidara ancak muhalefet edilerek varılır. Muhalefeti, CHP ya volens nolens yapar ya da toplum onu da aşarak yeni bir siyasal güç odağı inşa eder.
Mesele, CHP’nin bu gerçeği kavrayarak hareket etmesi, kendisinden başlayarak toplumu sosyal demokrat bir anlayışla dönüştürmesidir. Yoksa koşullar CHP’yi dönüştürür ki, onun da ne anlama geldiğini bilenler bilir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024
8.10.2024