Hilâl KAPLAN

'Öteki mahalle'nin yardıma ihtiyacı var*
24.06.2013
2238

 Gezi'de ilk günlerde yaşanan, hükümetin halkı için en iyisini düşündüğü varsayımı ve etkili bir muhalefetin yokluğu ile sağırlaşan bir kent siyasetine olan haklı itirazdı. Hükümet, önümüzdeki belki yüz yıl boyunca içinde yaşayacağımız ortak büyük evlerimizin karakterini kökten değiştirirken, bunun ideolojik derin bir anlamı da olduğunu gözden kaçırmıştı.

Bu hatalar zinciri, ilk günkü polis ve zabıta şiddeti ile meşru bir itirazın açığa çıkmasını sağladı. Çok değil, üçüncü günden itibaren diğer parçaların sahaya inmesi ile hükümet –Erdoğan- karşıtı bir harekete dönüştü. Aslında toplumsal-sınıfsal bir sembol olan Erdoğan'a hıncı olan hangi kesim varsa, alana çıkan bu heterojen kitleleri gazlamaya başladı. Polis ve aydın gazı birbiri ile yarıştı. Gezi'nin ilk safhasının küresel bir operasyon olduğu varsayımı ne kadar yanlışsa, daha sonraki günlerde bu fırsatın Erdoğan'ı hal etmek için operasyonel bir hale geldiği de o kadar doğruydu.

On bir yıllık yavaş devrime itirazı olanların, bundan sonraki bir on yılda da AK Parti'den başka bir seçenek olmamasına aba altından gösterdikleri bir sopaydı; bunu anlamıştık. 'Evet, sandıkta size bir şey yapamayız ama, sizi ülkeyi yönetemez hale getirebilir, partiyi bölebilir, ekonomik kriz çıkarabilir, gemiyi ateşe verebiliriz'; söylenen buydu.

Bu, siyaset değil, ahlaksızca bir tehdittir ve evet, bir darbe teşebbüsüdür. Böyle bir tehdide destek vermem düşünülemez bile.

Bu darbenin, ilk günlerinde meşru olan bir halk hareketinin üzerine bina edilmesi, bir iç savaş çıkarılması ve ekonominin çökmesi için elden gelen her şeyin yapılmış olması, hükümetin hatalarıyla, polisin gazıyla örtülecek bir olgu değil. Böyle durumlarda, aydınların görevi, ateşe benzinle gitmek, eleştirinin namusunu kaybetmek değil, sağduyulu davranmak ve doğruları göstermektir. AK Parti yalnızdı, iş dünyasının elitleri hala beyaz Türklerden oluşuyordu, medya da fabrika ayarlarına hemen dönüvermişti. AK Parti'nin medya siyasetinin de ne kadar kof olduğu ortaya çıkmıştı. Vesayet medyasını onun silahıyla vurmak değil, reformlarla özgür basını destekleyerek, engelleri kaldırarak, halkın karşı koyması esas olmalıydı.

Bu süreçte mahalle baskısının âlâsını, mütedeyyinler değil, laikler yaptı. Laikler, mütedeyyinleri hep cemaatleşmekle itham etmişlerdi ama, cemaatleşmenin laik mahallede de ne kadar baskın olduğunu gördük. İlk günlerdeki haklı taban itirazı 'özgürlük' temasından, sınıf üstünlüğü temasına hızla kaydı. Apolitik olduğu denli politik bir durum yaşanıyordu. Laik aydınların verdiği gazla bir özgürlük hareketi başlattıklarını düşünen gençler, aslında, çeperin merkeze yerleşmesine duyulan nefretin ve iktidar savaşının dinamosu oldular. Batı'nın buna sempati ile bakması biraz da paylaşılan bu sınıfsal paydaşlıktan kaynaklıydı. Zamanla bunun bir özgürlük mücadelesi olmaktan çıktığı anlaşılacak.

Bu dönemde aldığım 'eleştiri'ler –tırnak içinde yazdım çünkü çoğu tehdit ve hakaretti aslında- ya Ermeniliğimden istifa ettiğim, ya da kalemimi –afedersiniz- 'sattığım' yönündeydi. Bu 'eleştirileri' birer veri olarak kullanıyorum ben. Çoğuna göre, bu analizleri yapmam için bu ikisinden birisi gerçekleşmiş olmalıydı. Ermenilerden beklenen, bağımsız davranmaları değil, laik-ulusalcı şemsiyenin altına girmeleriydi herhalde. Ermeni cemaatinin, Ermeni olmakla kategorik olarak AK Parti karşıtı olması gerektiği baskısı, ırkçılık değildi de neydi peki? Sık sık, sanki benim kefaletime ihtiyaç varmış gibi, Erdoğan'ın 'Afedersiniz bana Ermeni, Rumi Yahudi dediler' sözünü sık sık gözüme sokarken, çağrının altında 'vesayetimizden çıkma' tehdidi vardı. Sanki kolektivizmlerden birisini tercih etme zorunluluğumuz varmış gibi. Hayır, biz özgür bireyleriz. Anlaşılmayan sanırım bu.

Gezi krizi de, hem Erdoğan nefreti, hem de 'biz aslında onlardan değiliz' demek için fırsat kollayan beyaz aydınlarımız için bir şölen oldu. Akıllarını o kadar kaybettiler ki, 'Gezi'den sonra tufan' diyerek, hepimizi ateşin içine atacak denli büyük bir savrulma sergilediler. Her şey göz önünde oldu. Hasılı, gördüğünüz gibi, aslında laiklik tehlikede değil, laik kibir artık büyük bir sorun Türkiye'de. Bunu da zamanında vesayet yanlılarının 'Şeriat' tehdidi gibi algılamamak, bize dair bir sorun olarak iyileşmenin çarelerini bulmak gerek. Mütedeyyinlere ve hükümete yine çok iş düşecek anlayacağınız. Yoksa eski hataları sürekli tekrarlarız.

* Gezi süreci başladığından beri en âkil yazıları kâleminden okuduğum sevgili Markar Esayan'ın blogundan alıntıdır. Nerdeyse tüm Taraf ekibi, Markar da zorla tasfiye edildiği  için yazılarından mahrum kalmanızı istemedim. Yazının tamamına şuradan ulaşılabilir: http://www.markaresayan.com/?p=1991

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar