Levent Gültekin
Diyanet işleri başkanının eşcinseller ve nikahsız birliktelikler üzerinden başlattığı tartışma tuhaf bir durum çıkardı ortaya.
Öncelikle, bu konu iktidar çevreleri tarafında her ne kadar bir inanç tartışması gibi gösterilmeye çalışılsa da esasında konu inanç meselesi değil.
Yapılan tartışma temel hak ve özgürlükler tartışmasıdır.
Yani asıl tartışılan konu devletin yapısını, toplumun temel hakları belirlenirken bir inancın referans alınıp alınamayacağı meselesidir.
Çünkü bir din adamı kendi inancı bağlamında her konuda görüşünü dile getirebilir, o din adamına farklı kesimlerden cevap verenler olur ve bir tartışma yürütülür, burada sıkıntı yok.
Asıl sorun o din adamının devletin bir bürokratı olmasıdır.
Yani ülke yönetiminde ve toplumsal yaşamı kurgulamada bir din, mezhep referans alınacak mı, alınmayacak mı tartışmasıdır.
Kısacası ortadaki asıl tartışma din, inanç değil, laiklik tartışmasıdır.
Şimdi gelelim esas konuya.
Dindar-muhafazakar siyaset anlayışına sahip veyahut o kültürden gelen muhalif siyasetçiler bu tartışmada tuhaf bir tavır aldılar.
İlk önce Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, sonrasında da Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, “İnanç meselelerini tartışma konusu yapmayalım, ailenin kutsallığına saygı gösterelim, gereksiz kutuplaştırıcı söylemlere kapılmayalım” mealindeki sözleriyle bu tartışmada üstü kapalı olarak Diyanet başkanının, dahası mevcut iktidarın yanında yer aldılar.
Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ise gördüğüm kadarıyla bu konuda henüz konuşmadı.
Ortada çok ciddi bir sorun var.
İktidarın anayasada da yazılı olan laiklik ilkesini hiçe sayması, devlet yönetiminde ve toplumsal yaşamda dini belirleyici bir faktör haline getirmesi, bana göre Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında geliyor.
Çünkü devlet yönetiminde, temel hak ve hürriyetlerin belirlenmesinde inancın referans alınması demek bir kişinin, bir zümrenin din yorumunu, anlayışını devlet eliyle bütün bir topluma dayatması demektir.
Bunun ne tür sorunlar doğurduğunu, toplumsal çatışmalara zemin yarattığını ve o ülkeleri nasıl bir yıkıma sürüklediğini hepimiz biliyoruz.
Konu bu kadar açıkken AK Parti tecrübesinden ağzı yanmış, tam da bu nedenle o partiden ayrılıp yeni parti kurmuş, kurdukları partilerin programlarında laiklik gibi, insan hakları gibi değerlere ciddi vurgu yapmış muhafazakar, dindar çevrelerden gelen muhalif siyasetçilerin bu tartışmada net bir tutum takınmamış olmaları anlaşılır gibi değil.
Esasında Saadet Partisi’nden ve lideri Temel Karamollaoğlu’ndan farklı bir yaklaşım bekleyenlerden değildim.
Çünkü Saadet Partisi’nin kadrosu, siyaset anlayışı, parti programındaki vurguları, siyaset alışkanlıkları… Bütün bunlar Saadet Parti’sinin özgürlükçü laiklikten yana bir siyaset anlayışını benimsemesine, sürdürmesine müsaade etmediğinin farkındayım.
Bu nedenle asıl dikkati Ali Babacan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun durumuna çekmek istiyorum.
Müsaade ederseniz Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’a ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na bir çağrıda bulunmak istiyorum.
Kıymetli genel başkanlar;
İnanca dayalı siyasetin nelere mal olduğunu, iktidarı nasıl yozlaştırdığını, bu siyaset anlayışının ülkemizi içinden çıkılmaz bir girdaba nasıl sürüklediğini hepimiz yaşayarak gördük.
Bunun en yakın tanıkları da sizlersiniz.
Çünkü ‘bu yıkıma ortak olmak istemediğinizi’ söyleyerek AK Parti’den istifa edip, yeni partiler kurdunuz.
Hem kurucular kurulu tercihleriniz hem de parti programlarınızdaki vurguladığınız değerler AK Parti tecrübesinden önemli dersler çıkardığınızın da göstergesi.
Parti programlarınızda laiklik vurgusu yaptınız. Temel insan haklarına, özgürlüğe, eşitliğe dayalı yaşam tercihlerine saygıyı esas alan cumhuriyet felsefesi ile barışık bir yönetim anlayışını benimsediğinizi söylediniz.
Bütün bunlar parti programlarınızda var. Sadece programlarınızda değil bütün konuşmalarınızda da bu değerlere, bu siyaset anlayışına vurgu var.
Şimdi yaşanan bu son tartışma bir inanç tartışması değil. Bir dinin neyi yasaklayıp neyi serbest bıraktığı tartışması hiç değil.
“Dinimiz şunu emrediyor, bunu kabul mü edelim, yoksa ret mi edelim” tartışması da yapılmıyor.
Apaçık bir laiklik tartışması yaşanıyor.
İktidar Diyanet eliyle inancı esas alan bir devlet ve toplum oluşturma çabası içinde ve buna karşı duran, itiraz eden insanlar var.
Hal buyken her ikiniz de böyle bir konuda esaslı bir tutum almadınız.
Bu tartışmaya istinaden vermeniz gereken tepkiyi vermediniz.
Parti programlarınıza uygun bir yaklaşım ortaya koymadınız.
Ya sustunuz ya da parti programlarınızdaki değerlere aykırı bir şekilde Diyanet başkanını desteklediniz.
Değerli genel başkanlar;
Yaşadığınız zorluğun farkındayım. Dindar, muhafazakar bir insanın siyasete bakışını, siyaseti hangi misyonla yaptığını, bunun nasıl bir alışkanlık olduğunu yakından bilenlerdenim.
Bütün bunları bir çırpıda değiştirmenin, yeni bir siyaset anlayışı oluşturmanın kolay olmadığını, bu değişim için ciddi bir zamana ve çabaya ihtiyaç olduğunun da farkındayım.
Dahası muhafazakar/dindar mahallenin hassasiyetlerini hesaba katmanın sizi bu konularda çekingen yaptığının da farkındayım.
Ama şunu bilmelisiniz ki geldiğimiz durumda artık mahalleler yok, ülkemiz var.
Bütün toplum kesimlerinin hassasiyetlerini hesaba katmadan bir politika üretmek de yeni bir siyaset anlayışı ortaya koymak da mümkün değil.
Yukarıda da dediğim gibi özgürlükçü bir laiklik anlayışının, eşitliğin, demokrasinin, özgürlüğün, dahası evrensel değerlerin esas alındığı bir yönetim anlayışının ülkemiz için ne kadar hayati bir konu olduğunu hepimiz yaşayarak gördük, görüyoruz.
Bu nedenle burada size daha büyük bir sorumluluk düşüyor.
Çünkü iktidarın manipüle ettiği muhafazakar kesime bu meselenin ciddiyetini, esas yapılmak isteneni ancak siz anlatabilirsiniz.
Yani bu yaptıklarının dine uymak değil, tam tersine dini kullanarak, değersizleştirerek, itibarsızlaştırarak iktidarlarını korumak olduğu gerçeğini dindar insanlara siz anlatabilirsiniz.
Özgürlükçü laikliğin en çok da dindar insanların, istedikleri gibi inanma ve o anlayışa göre yaşama özgürlüğü sağladığına, dahası dinin değerini, itibarını korumak için vazgeçilmez olduğuna o insanlara siz anlatabilirsiniz.
Kimsenin yaşamına, inancına, tercihine, giyimine müdahale edilmeden herkesin özgürce, dostça, kardeşçe yaşamın ancak evrensel değerlerin esas alındığı ülkelerde mümkün olduğu gerçeğini muhafazakar kesime en iyi siz anlatabilirsiniz.
Zaten dindar muhafazakar kesimin büyük bir çoğunluğunun özgürlükçü laiklikle sorunu yok.
Böyle olmadığını siz de biliyorsunuz.
Fakat buna rağmen bu tür tartışmalarda net bir tavır alamıyorsunuz.
Üstelik parti programlarınızda yazmanıza, her konuşmanızda değinmenize rağmen bu değerlerin yok edilmesine yönelik tartışmalarda açık bir tutum alamıyorsunuz.
Ülkemiz ağır bir tahribat altında. Toplumsal barış ciddi yara aldı.
Buradan çıkmak, herkesin özgürce, eşit, adil yaşadığı bir ülke kurmak için size büyük sorumluluk düşüyor.
Cesarete ihtiyacımız var.
Kararlılığa ihtiyacımız var.
Samimiyete ihtiyacımız var.
Dirayete ihtiyacımız var.
Risk almanıza ihtiyacımız var.
Dini görüntülü bir tartışma başladığında “Yanlış anlaşırız” endişesiyle susmak veyahut iktidarın yanında durmak ne size ne de ülkeye bir yarar sağlamaz.
Tam tersine sizin de artık konuşamayacağınız, siyaset yapamayacağınız dahası giderek inancınızın kolayca sorgulandığı bir ortama doğru sürükleniriz.
Bugünlerdeki sessizliğiniz, taban hassasiyetine dayalı tedirginlikleriniz hem ülkemizin yıkıma sürüklenmesini hızlandırıyor hem sizin demokratik bir siyaset yapma imkanınızı ortadan kaldırıyor hem de toplumun farklı kesimlerinin size olan güvenini zedeliyor.
Hepimizin geçmişte hataları oldu.
Bu hatalarımız neticesinde ülkemiz bu halde.
Bundan dolayı hepimizin bu ülkeye karşı sorumluluğu var dahası gençlere, çocuklarımıza borcumuz var.
Bundan dolayı susmamalısınız, mahalle, taban oy hesaplarına girmemelisiniz, parti programlarınızda vurguladığınız değerlere uygun bir siyaset anlayışı, bir tutum, bir tavır belirlemek zorundasınız.
Doğru olanı zamanında, cesaretle söylemez, alınması gereken riski almazsanız hem siz hem de ülkemiz kaybedecek.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.09.2023
19.08.2023
19.08.2023
14.08.2023
6.08.2023
8.07.2023
3.07.2023
27.06.2023
23.06.2023
19.06.2023