Markar ESAYAN

Aydının mahallesi Cihangir değil, hakikattir
24.03.2014
2353

 Demokratikleşme süreçlerinin yumuşak karnı, reformcu aktör ülkeyi demokratikleştirdikçe, reform karşıtı blokun takiye malzemelerine daha çok kavuşuyor olması. Baskın bir reform sürecinde söylem üstünlüğü gittikçe demokratik koalisyona geçiyor. CHP'nin eskisi gibi irtica tehdidi sopasını kullanamaması, başörtülü vatandaşlarımızın kamuya, Meclis'e gelişlerine itiraz edememesi, reform sürecinin sağladığı yüzleşme-deşifre-değişim baskısından kaynaklanıyor. Siyaset güçlendikçe, sandık, dolayısıyla halkın ikna edilmesi meselesi gittikçe hayati hale geliyor.

Temel strateji-amaç aynı kalmakla birlikte reform sürecinin ruhuna daha münasip bir algı mühendisliği yapmak zorunlu. Kamuoyunun büyük resimden gözlerini kaçırmasını ve kafaların karışmasını sağlamak için sahte demokrasi söylemleri devreye sokuluyor.

Bunun için de münasip 'aydınlara' ihtiyaç var.

Öte yandan, reformcu aktör, kendi işlevi ile ters düşmemek için, vesayetçi blokun saldırılarına, darbe girişimlerine antidemokratik usullerle karşılık vermemek zorunda. Yoksa vesayet ittifakı ile arasındaki hayati farkın belirsizleşmesine yol açabilir.

Bununla birlikte, kavga çok kirli, zorlu ve şiddetli. Her darbe girişimine çok ağır tokatlar indirilmelidir. Bu noktada zafiyet, hayati bir kırılmaya yol açabilir. Reformcu aktör, adeta iki tarafı keskin bir bıçağın üzerinde yürümektedir. Bir yandan demokrasi iddianıza halel getirmeyecek, bir yandan da her yolu mubah gören ahlaksız, acımasız, ilkesiz vesayet ittifakına hiç göz açtırmayacaksınız.

Reformcu aktör aslolarak deplasmandadır. Adı üstünde, statüko evsahibidir ve bir evsahibinin tüm avantajlarını -17 Aralık'ta yargının suiistimaline benzer- kullanır. Bürokrasi ve devlet aygıtının dönüşmesi, bir transatlantiğin rotasını 180 derece değiştirmesinde olduğu gibi, zaman alan, netameli bir süreçtir.

Bu durum, 200 km hızla giden bir arabanın, seyir halindeyken patlak tekerleğini değiştirmesine, kaportasını, motorunu yenilemesine benzer.

Başbakan Erdoğan ve AK Parti'nin temel sınavı budur.

Başbakan Erdoğan'ın 'vesayetin vesayetine' uygun davrandığında kahraman, vesayeti Çözüm Süreci ve MİT'in millileştirilmesi üzerinden reddettiğinde ise diktatör ilan edilmesi de bu nedenledir.

Vesayet blokunun bugünkü algı motorları, Erdoğan tercihini onların dilediği gibi yapması durumunda köprüleri atmayacak, mesela Gezi bu kadar şiddetli geçmeyecek, 17 Aralık operasyonları ise asla yaşanmayacaktı. Berkin Elvan'ın adını bile duymayacaktık. Zamanında Ceylan'ı üçüncü sayfalarına bile almamışlardı.

Mesele, temel olarak Erdoğan'ın şahsı ile değil, onun siyasi tercihleri ile ilgilidir. Mesela sözde aydınların onunla köprüleri atmasından çok önce, Erdoğan'ın diline, icraatlarına dair bugünkülere benzer hatta onlardan daha sert birçok örnek verilebilir. 2006 yılında TMK'da yapılan güvenlikçi değişiklikte Türkiye'nin altüst olması gerekirdi. Veya 2008 yılında başlayan, artarak devam eden kitlesel KCK tutuklamalarında Erdoğan'ın 'tefe konup gerilmesi' beklenirdi. Üstelik bu coğrafyanın 200 yıllık en büyük demokrasi projesi olan Çözüm Süreci ortada dahi yoktu.

Murat Belge'nin ortaya attığı, Hadi Uluengin'in sahiplendiği 'Erdoğan demokrasiden vazgeçti diye, bizim de demokrasiden vazgeçecek halimiz yoktu' gibi bir iddia, eforik, popülist bir örtüden, çocukça, mahcup bir eyyamdan ibaret.

Bu 'bilgili' insanlar, yaşananın bal gibi bir darbe olduğunu görmekten aciz kişiler değil. Bu bir yol ayrımı ve bu ayrımda durdukları yerin bozuk ahlakını böyle sloganlarla örtmeleri mümkün değil. Cengiz Çandar'ın 'Niçin Gülen cemaatini eleştirmiyorum' yazısı ise, ancak bulantıyla okunabilecek bir dip noktasını ima ediyor.

Oysa yapmaları gereken, siyaset dışı her türlü ittifakın dışında kalarak büyük resmi anlatmaları, darbecileri ve Erdoğan'ı sert şekilde lakin tehdidin hiyerarşisini ıskalamadan eleştirmeleriydi. Tarihi bir fırsatı sınıfsal, zihinsel darlıkları yüzünden kaçırdılar. Bunun nedeni Öcalan'ın mektubunda fevkalade iyi anlatılan pozitivist-modernist paradigmadan çıkamamaları. Modern ötesini tahayyül edememeleri, Erdoğan'ın kendilerini aşması ve dindarlarla kurdukları sorunlu ilişkiydi.

Genç bir okuyucu bana gönderdiği mailde şöyle izah ediyor bu aydın tipini:

'Her zamankinden zor günler geçiriyoruz. Gerçekten özgür ve demokratik bir ülke olma yolunun keskin virajlarından birindeyiz. Her virajda olduğu gibi savrulan savrulana yine. Milletçe yarı yolu geçtik büyük ihtimalle ama aydın bilip peşine takıldıklarımızdan maraton koşabilecek çok azı kaldı yanımızda. Gördük ki aydınlarımızın pek çoğu maratoncu değil 100 metre koşucusu, bazıları da anca 400 metreciymiş. Nefesleri yetmedi, tıkanıp kaldılar. Daha gidecek çok yol olduğunu görenler cepheden esen her rüzgârda, adımlarını yavaşlatan her yokuşta, yolu uzatan her virajda bir bahane bulup kendilerini yolun kenarına atmaya başladılar. (...)

Daha müreffeh, özgür ve demokratik bir toplumun inşası için yükün tamamını hepimiz gibi kusurlarıyla malul tek bir ademoğlunun sırtına yükleme kolaycılığına kaçan ve her tökezlemesinde yüke bir el atmak yerine, uzaktan 'o yük öyle mi taşınır adam!' gibi şımarıkça reaksiyonlar gösteren bir aydın tipiyle karşı karşıyayız maalesef.'

Hasılı, aydının mahallesi Cihangir, Nişantaşı değil, hakikattir.

Bedeli ne olursa olsun.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar