Markar ESAYAN

Erdoğan bir Ekmel Bey olsaydı...
9.07.2014
1819

 Çözüm Süreci tamamlanıp, ilk halk anayasası yapılmadan seçkin oligarşik devlete geri dönmek isteyen gerici ittifak ile yaşanan egemenlik kavgası nihayetlenmeyecek. Adı üstünde bu bir egemenlik kavgası ve hiçbir kesim egemenliğini yitirmek istemez. Egemenliğin halka geçmesine yönelik bir direnç var ve bu direnç nihai yenilgisini zamanla değil, doğru siyasi hamlelerle alacak. Demirel gibi aksanlı konuşmakla halk lideri olunmuyor. Erdoğan toplumdaki bu talebi karşıladığı ve öteye taşıdığı için değerli. Yoksa Demirel ve Ecevitlerle kifayet edilirdi.

Ergenekon ve Balyoz'da, oldukça zayıflamış, tarih dışı kalmış bir zihniyetin yargı zemininde simüle edilen büyük bir kavgayla tasfiye edilmek istenmesine neden ihtiyaç duyulduğunu merak ediyoruz. Mesela 2002-2003 tarihlerinde Yakamoz, Ayışığı, Eldiven, Sarıkız gibi darbe girişimlerinin ve Balyoz'un neden 1980 veya 1997 yılındaki gibi kuvveden fiile geçemediği incelenmeye muhtaçtır. Bu durumu Özkök Paşa'nın her darbe girişimine deva demokratlığı ile estetize etmek belki de bu soruyu sordurtmamak içindi. En yakın darbe planı bile Ergenekon veya diğer darbe soruşturmalarından çok önceydi. Cunta bu darbeleri yapamamıştı. Buna engel olan şey ne ise, en azından bu davalar değildi. Kronoloji açık.

Belli ki, zaten son kullanma tarihi geçmekte olan bir zihniyetin sadece siyasetle tasfiye edilmesi, bu şekilde egemenliğin doğal olarak siyasi iktidara geçmesi murad edilmemişti. Yargının burada olağanüstü şekilde öne çıkması, bürokratik egemenliğin yeni bir yapı tarafından üstlenilmesini, bunun da bir demokrasi devrimi olarak pazarlanmasını ima ediyordu. Kabul edelim ki çoğumuz bunu böyle değerlendirdik; çünkü kendisiyle mukayese edilebilecek geçmişte böyle bir dönem yaşanmamıştı, gündemi ise savcı, hakim ve polislerin verdiği 'özenli' bilgiler belirliyordu.

Her şey masa başında hesaplanamaz, değişen şartlara göre yol üzerinde değişiklikler olabilir, yeni stratejiler ve ittifaklar kurulabilir. Olayların gelişimini kimse yüzde yüz tahmin edemez, tam belirleyemez, ama uyum gösterebilir, planda tadilat yapabilir.

Bence öngörülemeyen en önemli etken, Erdoğan'ın tercihleri ve gücü ile alakalıydı. Aynı zamanda tabanın da istendiği gibi yönlendirilebileceğine dair mühendislik kibri yine ortaya çıkmıştı.

Bu dönemde Türkiye'yi tarihsel kapanda tutacak, 21. Yüzyıl'a uygun demokratik kılıfta bir vesayet düzeninin bu sefer dindarlar üzerinden tesis edilmeye çalışıldığı ortaya çıkıyor. Seçkin beyaz Türkler ve dindar karşıtlığı artık miadını doldurmuştu ve buradan 28 Şubat sonrası görüldüğü üzere bin yıllık bir vesayet çıkmıyordu. O zaman gelmekte olan dindarların iktidarını dönüştürmek, onun eliyle atıl kalmış eski paşaları tasfiye ederken, vesayeti ılımlı İslam üzerinden güncellemek mümkündü.

Yani, Erdoğan 'arıza' yapmayıp bir Ekmeleddin İhsanoğlu modeline bürünmeye razı olsaydı, bugün replikasına başvurmaya hiç gerek kalmayacaktı. Bürokrasi paralel yapı üzerinden dönüşümünü tamamlayacak, hükümete de muhtemelen olsa olsa duble yol yapmaya devam etme görevi düşecekti. PKK ile savaşa kaldığı yerde devam edilirken, yeni Türkiye iddiası, seçkinlere light dindarlardan oluşan bir halka daha eklenmesiyle sınırlı kalacaktı. İsrail'den özür dilenecek, Sisi'ye göz kırpılacak, ATAK, TANAP, TAP projeleri söz konusu bile olmayacaktı. Ekmel Bey'in dün dediği gibi, Esed'den kaçan bir milyona yakın mültecinin katline göz yumulacak, sınırlar kapatılacaktı. Bir milyon garibana kucak açmak adına Kadıköylü bir hanımın göz zevkini bozacak türden bir dış politika çizgisi izlenmeyecekti.

17-25 Aralık'a 'Tekdirle uslanmayanın hakkı kötektir' denerek karar verildi. Kendilerine göre geçici ve kısıtlı bir rol biçtikleri Erdoğan çok oluyordu. 7 Şubat MİT krizinde yapılan uyarıyı kaale almamış, bir de Çözüm Süreci'ni başlatmıştı. 17-25 Aralık operasyonlarına dair soruşturmanın tarihi ise ilginç bir şekilde 14 ay önceye, yani MİT'in Çözüm Süreci için İmralı'ya gittiği günlere denk geliyordu. 26 Eylül 2012'de Erdoğan 'İmralı ile görüşmeler yeniden olabilir' dediğinde, muhtemelen bu soruşturmanın da düğmesine basmıştı.

Hasılı, dananın kuyruğu MİT'in teslim edilmemesi ve Çözüm Süreci'ne karar verilmesi ile kopmuş oldu. Bu ise zaten Erdoğan'ın halk adına vesayet ile köprüleri atması anlamına geldi. Sonrasında bugüne kadar yaşanan hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmedi veya bu mücadeleden bağımsız işlevselleşmedi.

Çatı adayı sürecinin ve AK Parti'yi Erdoğan'ın elinden kapma niyetlerinin de bu mücadeleden ayrı düşünülmesi mümkün değil. Mücadele Erdoğan'ın arka arkaya nakavtları ile 10 Ağustos'a doğru ilerliyor.

Ancak AK Parti'nin bu geçişi iyi yapamaması ve Erdoğan ile yukarıda özetlediğim mücadelede aynı fikirde olmayanların, yani potansiyel Ekmellerin partiyi kontrolleri altına alması halinde bunca zamandır verilen mücadelenin ve elde edilen zaferlerin hiçbir anlamı olmayacak.

Bu olasılık düşük, ama dikkatli olmakta azami fayda var...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar