Markar ESAYAN

AK Parti fabrika ayarlarına döner mi
26.07.2012
4464

 Geçen yazıda Diyanet Başkanı Sayın Mehmet Görmez ve Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkökarasında geçen bir diyalogdan hareketle bir Siyah-Beyaz Türkler analizi yapmıştım. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aradılar ve Sayın Görmez’in Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin duyurulması amacıyla sadece Özkök’ü değil, kırka yakın muteber, saygın, kamuoyunda karşılıkları olan köşe yazarını aradığını, bunun şahsa özel bir durum olmadığın belirttiler. Zaten bu “ricanın” nedenlerinin başka neler olabileceğini o yazımda belirtmiştim. Diyalog, çok sembolik iki kişi arasında geçtiği için konuyu açarken bu örneği kullandım. Bunun dışında, Ertuğrul Özkök’ün diğer kırk saygın yazar arasında görülmüş olmasını anlamam mümkün değil. Türkiye demokrasisi, hem devlet, hem halk nezdinde olgunlaşmış olsaydı, sadece Özkök değil, birçok genel yayın yönetmeni ve köşe kadısının insan içine çıkamıyor olması gerekirdi. Diyanet Başkanı Görmez de, bulunduğu makamın tasarruflarının ne anlama geldiğini bilseydi, bilebilseydi, Özkök tarzı insanlara yaptığı bu ricanın nasıl bir meşruiyet yarattığını da hesaplayabilir, o kırk “saygın” yazarı seçerken uyguladığı kriterleri, Türkiye’nin içinde bulunduğu yüzleşme sürecine münasip tayin edebilirdi.

Türkiye’nin bu yüzleşme sürecinde en zorlandığı konu, eski Türkiye ile ahlak ayrışmasını gereği gibi yerine getiremiyor oluşudur. Reformcu parti olarak hükümet ve ondan nemalanan kesimler açısından bakıldığında böyle bir sorun var. AK Parti’nin ustalık döneminde iyice yalpaladığını gören bir kişi olarak, henüz dindar bir İttihatçılık boyutuna vardığını düşünmesem de, gidişat o cihette ilerlemekte. Bunun nedenlerini birkaç yazıdır irdelemeye çalışıyorum. Eksik kalan kısım, bu ahlak ayrışmasının tamamlanmadığı konusuydu.

İlk defa burada dile getireceğim. Ama bu tesbitin müsebbibi ben değilim; yazacağım öngörünün bugün kanıtlanıyor olmasının da...

Öngörüm şuydu: AK Parti, Türkiye geri dönülemeyecek kadar değişene, ülkede kemalizm ve derin devlet tasfiye olana değin, vesayet, azalan ivmeyle mücadelesini sürdürmeye devam etmeliydi. Neden böyle düşünüyordum? Çünkü AK Parti’nin evrensel veya en azından tabanına koşut bir demokrasi bagajı yoktu. Bu durum, partinin reformcu zamanında bile TMK, Sayıştay, Kamu İhale Kanunu, Şike, Şemdinli, Dink davalarında tercih veya tercihsizliklerinde aradan bizlere sık sık sırıtıyordu.

Birkaç şey olabilirdi. Sanırım olabileceklerin en kötüsünü yaşıyoruz. Vesayet akıllandı. AK Parti’yi ortak ahlaktan yakaladı. Belli oranda güç kaybetmiş olsa da, vesayet asla bu ülkeyi tekrar ele geçirme gücünden aşağı düşmüş değil. Çünkü gücünü artık AK Parti’nin yanlışlarından ve paylaştığı ahlakından tahkim ediyor: Kibir, totaliterlik, muhafazakâr kemalizm, devletçilik, teklik, mezhepçilik, akçeli işler...


AK Parti, kemalizmden neşet eden “ahlakın” muhafazakâr bir türünü ustalık dönemi diye bizlere sunuyor.
 Bunu 80 milyon liralık dev camilerle bir süre daha gizleyebilirler. Diğer yandan, Taraf’ta çıkan Andrew Finkel’ın Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı söyleşiden anladığım kadarıyla, CHP’nin siyasete alışma sürecinin belirsizliği, BDP’nin siyaseten gönüllü mahkûmluğu ve MHP’nin âtıl durumu, AK Parti’yi uzun süre güçlü tutacaktır.

Oysa tam da bu durum, kemalist devlet kurumlarının hızlıca reformdan geçirilmesi için belki yüzyılda bir gelebilecek bir imkânı ima ediyor. CHP’nin laiklik sömürüsü siyasetini terk etmek zorunda kalması ve Kürt sorununda her kıvama uyabilir hâle gelişi, halkın ciddi anayasa ve reform talebi, dış konjonktür, Sayın Erdoğan’a “yürü ya kulum” der gibi. Ancak o bunu yapmak yerine, kendisi ve partisinin geleceği ile meşgul oluyor. Enerjisini buna verdiği için Uludere gibi sürekli gol yiyor.Siyaseten rakipsizliği, demokratik sermayesinin yetersizliği, kadim kibir, onu üreten aşağılık kompleksi ve aşırı güç birleştiğinde, bugünkü resim ortaya çıkıyor. Ne yazık!

Yazık, çünkü hayat kalitemiz daha hızlı yükselebilir, bizler de daha özgür ve daha müreffeh bir ülkede yaşayabilirdik. Sadece ideolojik olarak değil, her gün iki işçinin öldüğü, her saate bir vatandaşın trafik kazasında hayatını kaybettiği, bir ananın, bir oğlunun dağda, bir oğlunun hapiste, bir oğlunun da mezarda olduğu bir ülkede mutlu olabilmek bir insan için zor olmalıdır.

Şimdilik nokta koymayı düşündüğüm AK Parti analizlerinde nihai sorum şu, özetle: Bu kadar mücadele, kemalist laikler yerine kemalist muhafazakârları, kemalist elitler yerine de muhafazakâr elitleri yerleştirmek için mi verildi? Evet, bir 10 yıl daha, belki daha da fazla bu ülkeyi AK Parti yönetebilir. Ama büyük Türkiye’nin tarifi bu mu olacak? MGK, YÖK, Diyanet gibi kurumlarla yaşamayı hiç mi zul kabul etmeyecekler? Artık tüm bunlardan kurtulma imkân varken, bu fırsatı kaçırmış olmaktan hiç mi pişmanlık duymayacaklar?


Fabrika ayarlarına dönmeyi düşünürler mi? Yoksa oraları çoktan geçtik mi?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar