Münir AKTOLGA
KÜRESEL FIRTINA, YA DA küresel DIŞ DİNAMİK
“Günümüzün elektronik sürüsü iki temel gruba ayrılır. Birinci gruba ben „kısa boynuzlu sığırlar“ diyorum. Bu grupta, dünyanın her yanında hisse senedi, tahvil ve döviz alım-satımıyla uğraşan ve paralarını çok kısa dönemli olarak oradan oraya taşıyabilen-ve genellikle taşıyan- herkes yer alır. Kısa boynuzlu sığırlar döviz takasçıları, belli başlı yatırım ve emeklilik fonları, güvence fonları, sigorta şirketleri, bankaların menkul kıymet alım-satım departmanları ve bireysel yatırımcılardır. Merrill Lynch’den Credit Suisse’e, Fuji Bank’a ve bir kişisel bilgisayar ile modemi olan herkesin kendi oturma odasından işlem yapabileceği Charles Schwab web sitesine kadar herkes bu gruba dahildir“.
„İkinci gruba „uzun boynuzlu sığırlar“ diyorum. Bunlar dış ülkelere doğrudan yatırımlarını her gün biraz daha arttıran, dünyanın her köşesinde fabrikalar kuran ve yine dünyanın her köşesinde kendi ürünlerini üretecek ya da monte edecek fabrikalarla uzun dönemli üretim anlaşmaları ya da ittifaklar yapan çokuluslulardır-General Electricler, General Motorslar, IBM ler, Intel’ler, Siemens’ler vb. Bunlara uzun boynuzlu sığırlar dememin nedeni, bir ülkeye yatırım yaptıklarında daha uzun vadeli bağlantılara girmek zorunda olmalarıdır. Ama onlar bile, tıpkı bir sürü gibi, inanılmaz bir hızla koşuyorlar“.
„Elektronik sürü Soğuk Savaş sırasında dünyaya gelip büyüdü; ama aşırı düzenlenmiş ve duvarlarla ayrılmış bu sistem içinde, sürü üyelerinin gereken ağırlığa, hıza ya da yayılma alanına ulaşması mümkün değildi. O dönemde çoğu ülke (en azından 1970 lere kadar) sermayenin şimdiki küreselleşme sisteminde olduğu gibi sınırların ötesine çıkmasını önleyen sermaye denetimleri uyguluyordu. Bu da elektronik bir sürü halinde bir araya gelmeyi çok zorlaştırıyordu.. Ne var ki, sermaye denetimlerinin 1970’lerde kademeli olarak kalkması, finans, teknoloji ve informasyonun demokratikleşmesi, Soğuk Savaş sisteminin sona ermesi ve dünyanın her yanındaki duvarların yıkılmasıyla birlikte, ansızın çok sayıda ülkenin yatırımcılarından oluşan bir sürünün özgürce koşturabildiği uçsuz bucaksız bir küresel ova oluştu“ (Fried.age).
KÜRESEL DÜNYA SİSTEMİ „DAĞINIK BİR SİSTEMDİR“
„Eylül 1997’de Malezya başbakanı Dr. Mahathir Mohamad, Hong Kong’daki Dünya Bankası toplantısında, küreselleşmeyi lanetleyen bir konuşma yaptı (aynen bugünlerde Türkiye’de olup bitenlere, şu “faiz lobisi” kavgalarına benziyor! MA). Döviz alıp satan „moronlara“ verip veriştirdi; „büyük güçleri“ ve George Soros gibi finansçıları, ekonomilerini küresel spekülatörlere açmaları yönünde Asya ülkelerini zorlamakla ve onları rekabetin dışına atmak için para birimlerini manipüle etmekle suçladı. Günümüzün küresel sermaye piyasalarını „korkunç canavarlarla dolu bir cangıl’a“ benzetti ve bu piyasaların Yahudi fesat odakları tarafından yönetildiği imasında bulundu. Mahathir’in heyecanlı söylevini dinlerken, dinleyiciler arasındaki ABD hazine bakanı Robert Rubin’in, içinden geçenleri dışa vurma şansına sahip olsaydı Malezya başbakanına ne söyleyeceğini hayal etmeye çalıştım. Sanırım Rubin’in cevabı şuna benzer birşey olurdu: „Kusura bakma Mahathir, ama sen hangi gezegende yaşıyorsun? Küreselleşme sistemine katılıp katılmamak sanki senin tercihine kalmış bir şeymiş gibi konuşuyorsun. Küreselleşme bir seçenek değil, bir gerçek. Bugün dünyada bir tek küresel piyasa var ve halkını ulaşmak istedikleri büyüme hızına ulaştırmanın tek yolu bu küresel hisse senedi ve tahvil piyasalarına girmek, çokuluslu şirketleri ülkene yatırım yapmaya teşvik etmek ve fabrikalarında üretilen malları küresel ticaret sistemine satmak. Küreselleşmeyle ilgili en temel gerçek şudur: Bu sistemi kimse yönetmiyor- ne George Soros, ne „Büyük Güçler“, ne de ben. Küreselleşmeyi ben başlatmadım. Onu ben durduramam, ülkene ve ülkenin gelecekteki refahına çok ağır bir darbe indirmeden sen de durduramazsın. Şikâyet edecek, ülkendeki piyasaları rahatlatacak, suçlayacak birini arıyorsun. Ama sana birşey söyleyeyim mi, Mahathir, telefonun öbür ucunda kimse yok. Kabullenmesi zor biliyorum. Tanrının olmadığını söylemek gibi birşey. Hepimiz, ipleri elinde tutan, sorumlu birinin varolduğuna inanmak isteriz. Ama günümüzün küresel piyasası birbirlerine ekranlarla ve iletişim ağlarıyla bağlı, çoğu zaman adlarını bile bilmediğimiz, hisse senedi, tahvil ve döviz takasçılarından ve çokuluslu yatırımcılardan oluşan bir elektronik sürü.. Biliyorum, beni her şeye gücü yeten ABD hazine bakanı olarak görüyorsun. Ama ben de tıpkı senin gibi yaşıyorum, Mahathir- elektronik sürünün korkusuyla. Medyadaki geri zekâlılar sanki her şeyi ben yönetiyormuşum gibi gazetelerin ilk sayfalarına resmimi basıyorlar; halbuki Kongre, başkana serbest ticareti genişletme iznini vermezse, ya da bütçe tavanını delerse, sürü bana düşman olacak, doları ve Dow Jones’u çiğneyip geçecek diye benim de ödüm kopuyor. Ben sana küçük bir sır vereyim Mahathir-ama sakın kimseye söyleme. Ben artık masama telefon koymuyorum bile, çünkü herkesten iyi bildiğim bir şey var: Arayacak kimse yok“(Fried.age).
Soğuk Savaş döneminde ikiye bölünmüş bir dünyada yaşıyorduk. Başında ABD’nin bulunduğu bir „kapitalist dünya“ ve başında Sovyetlerin bulunduğu bir „sosyalist dünya“ vardı. Bu iki ülkenin liderleri arasında da bir kırmızı telefon hattı bulunuyordu. Dünya’yı yöneten mekanizma pratik olarak buydu. Ama artık „telefonun öbür ucunda kimsenin olmadığı“ bir dünya’da yaşıyoruz! „Kimsenin yönetmediği“ bir dünya’da?. Bu ne mi demek, o zaman konuyu biraz açalım:
İlkel komünal bir toplumu ele alalım. Nasıl yönetiliyordu bu toplum? Biliyorsunuz, bir kan-anayasası vardı burada, sistemi birarada tutan değerler-bilgiler olarak. Yazılı birşey değildi bu. Bu değerler-bilgiler bütün komün üyelerinin bilincine kazınmış durumdaydı. “Bireyler”, çevreden gelen informasyonu bu değerlerle işleyerek toplumsal kimliğin içinde kendi kişiliklerini-varlıklarını oluşturabiliyorlardı. Bunun yanı sıra bir de, sembolik olarak bu değerleri-bilgileri temsil eden bir komün şefi-yönetimi vardı. Bu komün şefinin yöneticiliği, kuralların uygulanması konusunda bir anlaşmazlık durumunda ortaya çıkıyordu. Yani bir tür hakemdi burada yönetici..Aslında sistem, kendi kendini yöneten-otonom dağınık bir sistem olduğu halde, gene de bir kontrol-hakem mekanizması vardı. Aynen futbol gibi yani. Burada da gene her iki takım da otonom-kendi kendilerini yöneten unsurlar durumundalar. Ama gene de bir hakemlik olayı var. Sistemin işleyiş mekanizmasına uyulup uyulmadığını kontrol ediyor bu hakem. Yani öyle yukarda tanımladığımız anlamda bir „yönetici“ falan değil bu. Kimseye ne yapacağını falan söylemiyor. Kuralları temsil ediyor. Ama aslında, mutlaka böyle bir hakemin olması da gerekmezdi. Bu kontrol mekanizması başka şekillerde de oluşabilirdi. Örneğin satrançda böyle bir hakeme ihtiyaç yoktur. Taraflar bu görevi de kendileri yaparlar. Ya da, gene dağınık bir sistem olan internet’te de böyle bir hakeme-yöneticiye ihtiyaç duyulmaz. Siber uzaydaki bilgileri kullanarak informasyonu işleyen internet kullanıcıları otonom elementlerdir. Görünürde bir yöneteni-yönetileni ve hakemi yoktur bu sistemin de. Siber uzaydaki bilginin „sahibi“ olan görünmeyen bir yöneticinin kontrolü altında faaliyet gösteren otonom elementlerdir bunlar!..
Küresel-dünya sistemi de böyle birşeydir. O da aynen internet gibi, futbol, ya da satranç gibi dağınık bir sistemdir. Bu sistemin esasını oluşturan bilgiler-kurallar da bellidir. Serbest piyasa ekonomisinin kurallarıdır bunlar. Dünyanın dörtbir yanına dağılmış, herbiri kendi içinde bağımsız oyuncu konumunda olan sistemin elementleri, kendilerine gelen her türlü informasyonu sistemin sahip olduğu ortak bilgilerle değerlendirerek karar verirler ve işlerler. Bir ülkenin kurallara uyup uymadığına, yeteri kadar şeffaf olunup olunmadığına, o ülkede işlerin serbest piyasa mekanizması içinde rekabetle mi, yoksa rüşvetle mi yürüdüğüne karar veren bu otonom oyunculardır. Sistem, bütün bu unsurların kollektif iradeleriyle hareket ettiği için, onu yöneten ayrıca bir el’in bulunmadığını söyleriz. Yönetici instanz o kurallardır, sistemi birarada tutan ilkelerdir.
Ha, bu ara, örneğin “faiz lobileri” falan gibi oyunbozanlık yapanlar mı çıktı, biribirinin eline bakan, her an biribirlerinin elindekini alıp kaçmaya hazır bu kadar rakip oyuncunun bulunduğu bir sistemde fazla uzun sürmez bu, bunlar hemen yakayı ele verirler. Ve zaten köşede olupbitenleri endişeyle izleyen ulus devlet görevlileri de, “hah işte yakaladık” diyerek, bütün olup bitenlerin sorumlusu olarak gösterecekleri birilerini bulmuş olmanın rahatlığıyla, ibreti alem için bunların hesabını görüverirler!..
„KÜRESEL DEMOKRATİK DEVRİM“, „GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER“ VE TÜRKİYE
„1997 sonbaharında, Amerikan işadamlarından ve öğretim üyelerinden oluşan bir heyetle birlikte Moskova’ya gitmiştim. Gurubumuzda, Amerika’nın dev ileri teknoloji firması Teledyne’ın işletme müdürü olan, şimdi ise bir biyoteknoloji firmasını yöneten Donalk Rice da vardı. Ziyaret sırasında Don, bir Amerikan şirketiyle ortaklık kurmak isteyen bir Rus girişimciyle iş olanakları üzerinde yaptığı görüşmeyi bana aktardı. Güngörmüş bir şirket
yöneticisi olarak, fazla derinlere dalmadan önce Rus işadamına basit bir soru sormuş: „Vergilerini ödedin mi?“ Doğrusu pek ödedim sayılmaz, diye cevap vermiş Rus girişimci. Kusura bakma, demiş Rice, vergilerini ödemediysen ortak olmamız imkânsız, çünkü benim şirketim halka açık; uluslararası yan kuruluşlarımdan biri vergisini ödemezse, şirketin yıllık denetiminde ortaya çıkar bu. Şimdi Rus gigişimci bir seçim yapmak zorunda. Ya kötü bir Rus vatandaşı olmaya, Rus devletine vergisine ödememeye ve tek başına rekabet etmeye devam edecek, ya da iyi bir Rus vatandaşı olacak ve belki en son teknolojiye sahip bir Amerikan şirketiyle ortaklık kuracak. Ülkeler elektronik sürüyle bağlantılarını derinleştirdikçe, Don Rice’ın Rus girişimcisinin ikilemiyle daha sık karşılaşmaya başlayacaklar:Ya elektronik sürüye ayak uydurur ve onun kurallarıyla yaşarsın, ya da kendi başına koşar ve kendi kurallarınla kalırsın..Sürünün demokrasinin temel taşlarını örmeye katkıda bulunmasını sağlayan süreç için ben „sınır ötesi devrim“, ya da „küresel devrim“ terimini kullanıyorum. Geleneksel çevreler, özellikle aşırı sağ ve aşırı sol, elektronik sürünün ve küreselleşmenin demokrasiye katkıda bulunma gücünü küçümsüyor. Johns Hopkins Üniversitesi dış politika uzmanlarından Michael Mandelbaum’un dediği gibi: „ Devrim deyince aklımıza halâ 1776, 1789, ve 1989’a ait görüntüler geliyor; bu yüzden demokrasinin ancak halkın ayaklanarak çürümüş bir hükümeti devirmesiyle yaratılabileceğini sanıyoruz. Aklımıza Lexington Çayırı’nda savaşan gönüllü milisler, Paris’te Bastille’e hücum eden kalabalıklar, Polonya’da direnen Dayanışma işçileri ya da Filipinler’de yönetime başkaldıran Halkın Gücü yandaşları geliyor. Durum böyle olunca, demokratikleşmenin nasıl gerçekleşeceğine ilişkin hayalinizde, devletinizden daha iyi yasal korumalar, uluslararası muhasebe standartları ve şeffaflık talep eden, aksi halde ülkenizin insanlarına iş verecek parayı kazanamayacağını söyleyen yabancı bir işadamı asla yer almıyor..Hiç kuşkusuz, sürüyü ülkelerin iç donanımlarına girmeye iten şey, onun doğrudan doğruya demokrasiye değer vermesi değildir. Sürü demokrasiye aldırmaz. İstikrara, önceden kestirilebilirliğe, şeffaflığa, kendi özel mülkiyetini transfer edebilme ve keyfi ya da yasadışı hacizlerden koruyabilme yeteneğine değer verir. Bunları güvence altına alabilmek için, gelişmekte olan ülkelerin daha iyi yazılımlar, işletim sistemleri ve yönetimler oluşturmalarını ister-ve bunlar da demokrasinin köşe taşlarıdır“ (Fride.age).
Küreselleşme süreci nedir, bu süreç neden devrimci bir süreçtir? Eski dünya, herbirisi kendisi için var olan toplumlar-uluslar arasındaki ilişkiler zemini idi. Yani eski dünyada henüz daha, bilimsel anlamıyla küresel dünya sistemi diyebileceğimiz bir sistem yoktu ortada. İşte bu zeminin içinden, bir dünya sistemi olarak tek bir dünya toplumu doğuyor şimdi. Küreselleşme süreci bu doğumun gerçekleşme biçimidir. Her birisi kendisi için var olan ulus-devlet-toplumların duvarlarının yıkılması, bu duvarların içine hapsolmuş bulunan potansiyelin açığa çıkması olayıdır küreselleşme. Tabi, bu dünya toplumu da gene kapitalist bir toplumdur. Ama bir kapitalist internasyonal değildir bu, olmayacaktır da! Değildir, çünkü işin özünde ulusları dışlayan bir süreçtir bu; küresel serbest rekabetçi kapitalist işletme sistemiyle çalışan „dağınık bir sistemdir“. Sistem merkezini temsil eden bir yönetici yoktur. Her biri kendi içinde bir sistem olan, sisteme integre birçok parçalardan-alt sistemlerden oluşan bir sistemdir. Bu „parçalar“ yerel-toplumlardır tabi. Ama artık bunlar eski anlamıyla ulus-devlet statüsünde değillerdir. Aynı bütünün (dağınık sistemin) biribirleriyle yarışarak-biribirini tamamlayan parçalarını oluştururlar bunlar. İki yerine çok sayıda takımın, hep birlikte, futbola, ya da satranca benzer bir oyun oynadıklarını düşünün, bu takımların hepsi de oyunu kazanmak için biribirleriyle mücadele etmektedirler. Bunun gibi birşey küresel kapitalist dünya sistemi de. Ama tıpkı futbol gibi belirli kuralları var bu sistemin-oyunun da. Gerçi bu kurallara uyulup uyulmadığını belirleyen öyle tek bir hakem yok ortada, ama, herkes biribirinin hakemi. Birisi kurallara uymasa diğeri bunu hemen ortaya çıkarabilir. Ve esas olan bu kurallara uymak olduğu için de, kurallara uymayan oyun dışında bırakılarak cezalandırılacaktır.
HEM „ULUSALCI“, HEM DE KÜRESEL DEVRİMCİ OLMAK MÜMKÜN MÜDÜR„
“İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin büyük bölümünde Güneydoğu Asya liderlerinin halklarına ne söylediğini bir düşünün“ diyor demokrasi uzmanı Larry Diamond: ‘Sen bana özgürlüğünü ver ve çeneni kapalı tut, ben de sana zengin olma fırsatı vereyim’! Herkesin küpünü doldurduğu bir dönemde apolitik olmak kolaydı; insanlar kendi ekonomik durumlarına zarar vermeksizin yönetim işlerini başkalarına bırakabilecekleri düşünebilirlerdi. Gerçekten de bu yaklaşım otuz sene kadar işe yaradı, ama sonra büyüme durdu ve onunla birlikte refah ve olanak dağıtımı da durdu. (Sonuç, „Asya krizi“!) O zaman insanlar siyaseti bir başkasının eline bırakamayacaklarını anladılar..Yönetiminiz ne kadar demokratik ve ne kadar açıksa, onu kamuoyuna hesap vermeye zorlayan mekanizmalar ne kadar sağlamsa, finansal sisteminizin sürprizlerle karşılaşma ihtimali de o kadar azalır. Sürprizler ve şoklarla karşılaştığı zaman da, değişen koşullara ve taleplere kendini uydurmakta daha hızlı davranabilir. Ayrıca toplumunuz ne kadar açık ve demokratik olursa, geri iletimle (feedback) ne kadar çok beslenirse, bir uçurumdan düşmeden önce yarı yolda düzeltmeler yapma şansınız o kadar artar. Dahası, ülkeniz bu sancılı yarı yol düzenlemelerini yaparken demokrasi düzeyiniz ne kadar yüksekse, hükümetiniz bu reformun sancılarını bütün ülke halkıyla paylaşma konusunda o kadar meşruluk kazanır.“ (Fried.age)
Yani, hem „ulusalcı“, hem de küresel devrimci olunamaz! Küresel devrimci olmak demek sürece küresel bakabilmek demektir. „Ulusal sermaye“ „yabancı sermaye” ayrımı yaparak küresel devrimci olunamaz! Ha, siz çok „zeki“ bir „ulusalcısınız“ belki, ve halkınıza da diyorsunuz ki, „kapatın çenenizi, ben bütün o enayileri ülkemize toplayacağım, varsın yatırım yapsınlar. Üretim maliyetleri çok düşük olduğu sürece akın akın geleceklerdir buraya. Dişinizi sıkın biraz. Hele bir zenginleşelim, sonra bu kadar yatırımı yapmışken bırakıp bir yere de gidemezler, işte o zaman istediğimiz herşeyi dikte ettirebiliriz onlara. Aman çocuklar, fazla ücretmiş, demokratik haklarmış, bütün bunları unutun, kapatın çenenizi de hep beraber ulusal çıkarlarımız için bu oyuna devam edelim“! „Asya kriziyle“ tepetaklak giden bütün o Asya’lı uyanık diktatörlerden bahsettiğimizi anlamışsınızdır herhalde!
Ama bu arada bir de Çin var! O neresinde peki bu sürecin? Küresel sermayenin halâ en gözde ülkesi Çin bugün! Bu bir çelişki değil mi! Nasıl oluyor da, Çin gibi, antika bir devlet sınıfı tarafından yönetilen, demokrasinin adından bile söz etmenin mümkün olmadığı bir diktatörlük bu kadar yabancı sermayeyi çekebiliyor, nasıl oluyor da küreselleşme sürecinde bu kadar önemli bir rol oynayabiliyor? Diğer ülkeler de mevcut yapılarını koruyarak Çin gibi ulusalcı bir yapıyla küreselleşemezler mi?
Birincisi şu: „Sosyalist sistemin“ çöküşü Çin için çok önemli bir uyarı oldu! Kendi geleceklerini gördüler adeta. Ve „denize düşen yılana sarılır“ hesabı, bu süreci durdurmak için o güne kadar „yılan“ olarak gördükleri küresel sermayeye kapıları açtılar! Bir tür uzlaşma, kendini kurtarma çabasıydı bu. Çin devlet sınıfı ülke içindeki tek hakim güç oluşuna da güvenerek küresel sermayeye serbest rekabetçi piyasa ekonomisinin bütün kurallarına uyacağına dair garantiler verdi. Ama en önemlisi de dedi ki, “bakın iki milyar insan yaşıyor burada, ücretler çok düşük, üretim maliyetleri yok denecek kadar az, ülkenin tek hakimi de benim, yani herhangi bir organize muhalefet de yok, gelin bu olanakları değerlendirin”! Yani, „bakın duvarları açıyorum, bana dokunmanıza da gerek yok, sizinle birlikte çalışacağıma söz veriyorum“ dedi! Peki küresel sermaye aptal mı, onlar bilmiyorlar mı bütün bunları? Elbette ki biliyorlar! Ama kendisine güveniyor sermaye!. Hangi gerekçeyle olursa olsun bir kere içeri adımını atıp da üretici güçleri harekete geçirmeyi başladımıydı ya, er ya da geç gerisinin geleceğini biliyor!. Niye otursun da yıkılana kadar duvarların dışında beklesin ki! Hazır kapı açılmışken ve davet varken içeri girip orada çalışarak duvarların yıkılmasını daha da kolaylaştıracağını düşünüyor sermaye. Çin olayı budur.
„Doğru, Çin büyük miktarda doğrudan yabancı sermaye çekmeyi başarmıştır, ama para birimi tam konvertibl değildir ve yabancıların özgürce oynayabilecekleri bir hisse senedi ya da tahvil piyasası yoktur. Ayrıca Çin’de ahbap çavuş kapitalizmi aşırı boyutlardadır.. Çin’in açmazı, ekonominin kamu mülkiyetindeki iflas etmiş yarısını dönüştürmesine yetecek kadar küresel sermayeyi (elektronik sürüyü) çekebilmesi için, önce bütün işletim sistemini değiştirmek ve gerçekten hukukun üstünlüğüne dayalı bir yazılım oluşturmak zorunda olmasıdır. Ve bu da Çin’in çürümüş egemen partisinin çıkar ve alışkanlıklarıyla kafa kafaya çatışacaktır..Bir noktada Çin ya zenginleşmeyecek, ya da bugünkü kadar otoriter olmayacaktır, ama bir yerde bir göçme olacaktır; çünkü Çin hükümetinin bugün yapma fırsatı bulduğu şeyler elektronik sürüyle tamamen bütünleştikten sonra yapabileceklerinden çok farklıdır“ (Fried.age).
Unutmayalım, dış dinamik ne kadar güçlü olursa olsun, ulus-devlet duvarlarını yıkan son tahlilde o duvarların içindeki üretici güçlerin gelişme seviyesi, yani iç dinamik olacaktır. Ve Çin gibi, üretici güçlerin gelişme seviyesinin çok geri olduğu bir ülkede dış dinamiğin sürece dışardan müdahale olanakları sınırlıdır. Ama bir kere içeri girip de sürecin-iç dinamiğin bir parçası haline gelinirse işlerin çok daha kolaylaşacağı açıktır. Yani, küresel sermaye sadece Çin devlet sınıfının verdiği güvencelere kanıp da girmemiştir Çin’e! Herşeyden önce bir kendine güvendir bu. Bir an için Çin’in politika değiştirdiğini düşününüz, yani, Çinli bürokratların „yeter artık, milyarlarca dolar girdi içeriye, bu kadar para elimizde rehinken biz ne dersek onu yapmak zorundasınız“ diye düşünmeye başladıklarını düşününüz! Ne mi olur, üç günde Çin’in altı üstüne gelir! Dışardan giren küresel sermaye akışıyla birlikte kurulan denge bir anda bozulur. Şu an için halâ sesini çıkarmayan ve ayda birkaç yüz dolara çalışarak karnını doyurmaya çalışan o iki milyar insan bir anda ayağa kalkarak yerle bir ediverirler o duvarları! Öyle, Taksim Gezi Parkı “şahlanışıymış” falan hiç kalır bunun yanında!!..
KÜRESEL DEMOKRATİK DEVRİM NEDİR, KİMİNLE BERABER KİME KARŞI..
Şu gerçeğin altını bir kere daha çizelim: Ulus devlet kabuğu içinde gelişen sermaye küreselleşme süreciyle birliktetıpkı kozasını parçalayarak uçup giden o kelebek gibi aldı başını gitti!. Neresi işine geliyorsa, nerede daha ucuza üretim yapmak mümkünse, pazar olanakları nerede daha elverişliyse oraya gitti. Yani, ulus devletle küreselleşen sermayenin arasına artık kara kediler girdi!. Sosyalist sistemin yıkılmasından sonra-soğuk savaşın bitiminden sonra tekleşen dünyanın en önemli gerçeği budur. Bugün, bu gerçeği, değişen bu dünya konjönktürünü göremeden başka hiçbir şeyi görmek-anlamak da mümkün değildir.
Bakın burada, Friedman’ın „büyük boynuzlu sığırlar“ dediği, uzun vadeli yatırım için gelen sermaye, ya da, tahvil, hisse senedi veya faiz için gelen „sıcak para“ ayırımı yapmıyorum. Genel olarak küresel sermaye-finans kapital artık eskiden olduğu gibi ulus devletle birlikte hareket etme özelliğini bir yana bırakmıştır diyorum. Sermaye için artık tek kıstas, bir şekilde kendi kâr oranını maksimalize ederek küresel rekabet içindeki yerini koruyabilmektir. Bırakınız ulus devletle birlikte hareket etmeyi bir yana, o eski ulus devlet ilişkilerinin bu yeni süreçte kendisi için bir ayak bağı haline geldiğini bile düşünmektedir artık sermaye. Milliyetçiliğin falan küresel sermayenin lugatinde yeri kalmamıştır artık. Bu nedenle, ben diyorum ki, bugün dünyamızda bütün diğer çelişkiler içinde, Türkiye’den Suriye’ye, Mısır’a, Brezilya’dan Endonezya’ya kadar, sağda solda olup biten bütün altüstlüklere de damgasını vuran temel çelişki, hep bu, ulus devletlerle (ulusalcı sermayeden tutun da, yerelliğin içinde boğulup kalmış “sağ”lı “sol”lu o dar duygusal yaklaşımlara kadar bütün o ulusalcı unsurlar ile) küresel sermaye arasındaki çelişkidir. Ve, Amerika’dan AB ülkelerine kadar Batı’nın bütün o gelişmiş ülkelerinin bugün en önemli sorunu da, küreselleşme süreciyle birlikte ulusal niteliğini kaybederek “küresel sermaye” haline gelen (ve gelişmekte olan ülkeler denilen ülkelere kaçan) sermayeyi tekrar eski ulusal sınırlarının içine geri getirebilmektir. Ama, senelerdir uğraşıyorlar, bunu bir türlü başaramıyorlar. Çünkü, üretim maliyetlerini bir türlü sermayenin göç ettiği ülkelerdeki seviyelere indiremiyorlar. O zaman ne kalıyordu geride? Madem ki maliyetleri düşürerek sermayeyi tekrar geriye getiremiyorlardı, bu durumda onlar da sermayenin gittiği
ülkelerdeki yatırım ortamını bozmaya, buraları sermaye için elverişli olmaktan çıkarmaya çalışırlardı!! Tabi bunu yaparken de, buralarda, varoluş koşulları bakımından çıkarları kendileriyle birleşen sınıf ve tabakalarla işbirliği yapmaları gerekecekti. Peki kimdi, hangi sınıftı-sınıflardı bu mücadelede onlarla işbirliği yapacak-yapabilecek- olanlar; çıkarları, varoluş koşulları buna uygun olan sınıf-sınıflar hangileriydi? Tabii ki, gelişmekte olan ülkelerdeki ulus devlet yaratıcısı Devlet sınıfı geliyordu en başta. Bununla birlikte de, varoluş koşullarını onunla birlikte oluşturan unsurlar.. Böylece, gelişmiş ülkelerin ulus devletleriyle, sermayenin gelip yerleşmeye çalıştığı gelişmekte olan ülkelerin ulus devletleri (bunları yöneten elitler, Devlet sınıfları ve bunların işbirlikçileri) tam bir kader ve işbirliği içine giriyorlardı. Bunlardan birisi kaçan sermayeyi geriye getirmeye çalışırken, diğeri de, gelip içerde çöreklenen küresel sermayenin, kendisine (eski egemenlere, ulusalcı Devlet sınıfına) rakip yeni bir burjuvaziyle birlikte içe kapalı eski düzeni değiştirerek onu küresel rekabete açmasından rahatsızdı.
İşte, ABD ‘sinden AB ‘sine kadar, bütün o Batılı ulus devletleri, Mısır’da Mursiye karşı Mubareklerle, ve Mısır’daki en büyük tekelci-Devletçi holding olan Orduyla işbirliğine götüren sürecin mantığı budur. Devlet sınıfı, artı Devletçi burjuvazi, artı bu sistemin ürettiği devşirme kadrolar, artı batılı ulus devletler ittifakı Mısır’da olup bitenleri açıklamaya yetiyor!. Suriye’de Esad’ın arkasında duran da gene aynı 20.yy kalıntısı bu ittifaktır. Bizdeki bütün darbelerin (en son da 28 Şubat’ın) ardındaki ittifak da budur. Bugün bile halâ, Türkiye’deki ulus devletçi muhalefetin gönlünde yatan bu türden bir ittifaka dayanarak yeniden iktidara gelebilmektir.
Peki şimdi soruyorum: Gelişmiş ülkelerin ulus devletleriyle gelişmekte olan ülkelerin ulusalcı-Devletçi güçleri bu denli geniş kapsamlı bir işbirliği içindeyken gelişmekte olan ülkelerin halkları ne yapacaklar?. Alın bir Mursi’yi, ya da Suriye muhalefetini..Tamam kitle desteği bunlardan yana, ama görüyorsunuz bu yetmiyor!. Sadece demokrasi istemek, çoğunluğu sağlayarak seçimle işbaşına gelmek yetmiyor. Adam darbe yapıyor, ya da geliyor seni uçaklarıyla falan bombalayarak yok etmeye çalışıyor. Sen istediğin kadar ben haklıyım de, o dar, dinsel dünyanın dışına çıkarak küresel dünyanın gerçeklerini göremediğin süreci bütün bunlar yetmiyor!. Bakın, AK Parti on yıldır nasıl iktidarda kalıyor sanıyorsunuz, sadece iman gücüyle mi? AK Parti, iktidara geldiği dönemin konjönktürü içinde kendisini otomatikman küresel sermayeyle belirli bir ittifakın içinde buldu da onun için sırtı yere gelmedi. Ha, o zaman kendisi bunun ne kadar farkındaydı o ayrı bir konu, ama gerçek budur.
Tabi, Türkiye sözkonusu olunca, Mısır ve Suriye’ye göre bizde biraz daha farklı yanları var sürecin. Herşeyden önce, Türkiye’nin bunlara göre daha fazla demokrasi deneyimi var.
Bunu, Özal devrimiyle birlikte dışa açılan ve küresel pazarlarla-sermayeyle bütünleşen Türkiye kapitalizmi gerçeğiyle birlikte düşündüğünüz zaman ortaya biraz daha farklı bir tablo çıkıyor. Yani, o Baasçı Arap ülkeleri gibi içe kapalı bir Türkiye yok artık ortada. Bu nedenle, yüzeysel bir benzetmeyle AK Parti bir İhvan değil! Menderes bile bir Mursi değildi! Türkiye bu aşamayı çok oldu geride bırakalı. Her ne kadar, yeni bir anayasayla birlikte, kazanılmış olan bütün mevziler-haklar henüz daha kalıcı hale getirilemediyse de, bugün artık Türkiye’de Devlet sınıfı iktidardan indirilmiş durumda. Onunla birlikte iktidar ortağı olan Devletçi burjuvazi de, artık eski, Devlete bağlı tekelci-asalak konumunu kaybederek, dışa açılan Türkiye’nin küresel bir unsuru-oyuncusu haline geldi. Objektif gerçek budur. Ama denebilir ki, bunlar (eskinin Devletçi burjuvaları) kafa yapısı bakımından-sübjektif olarak- halâ eski Türkiye’de yaşadıklarını sanıyorlar!. Tamam, doğrudur, çünkü bilinç daima geriden gelir..Şu son on yılın rakamlarına bakıyorsunuz da, AK Parti iktidarı altında on kat daha büyümüşler bunlar da, ama onlar kendilerini halâ eski Devletçi mevzilerinde sanıyorlar!.
Yani kafaları bir yanda, gövdeleri başka bir yanda! İşte tam bu noktada yeni Türkiye’nin güçlerinin bu objektif gerçeği arkalarına alarak ileriye yönelik bir ittifaklar politikası izleyebilmesi gerekiyor..Örneğin, bir C.Boyner’in yeri artık “çapulcuların”-darbecilerin, eski Türkiye’nin yanı değildir!.Bunları, illaki, “sen darbecisin” diye öbür tarafa itmenin kimseye bir yararı yoktur. Herkes değişti, Türkiye değişti. Bu gerçeği dikkate alarak yol almak gerekiyor. Şunu unutmayalım ki, eğer bugün Türkiye’de darbe tehlikesi kalmadı diyebiliyorsak bunun en önemli nedeni bu Devletçi burjuvazinin artık elini o türden ittifaklardan çekmiş olmasıdır. Küreselleşme süreciyle bütünleşmenin kendileri için daha karlı olduğunun farkına varan eskinin Devletçi burjuvaları da artık bir şekilde demokratik süreç içinde yerlerini almak istemektedirler. Mısır’a, bakın hele bir! Bakın da, başta ordu olmak üzere oradaki Devletçi burjuvaların tavrına bakarak Türkiye’nin bugün geldiği yeri belki daha iyi anlarsınız! Neye sahip olduğumuzu, nerelerden geçerek bugünlere geldiğimizi belki daha iyi anlarsınız!
Aslında herşey apaçık ortada. Evet, son on yılda çok mesafeler katettik demokratikleşme yolundan, ama henüz daha sistem kalıcı bir şekilde yerine oturmadı. Bu nedenle, burjuva devriminin-demokratikleşme sürecinin ikinci aşamasında yapılacak şey, temel ittifakları bozmadan-ama bu kez bunları doğal akış içinde kendiliğinden, bilinçdışı olarak gerçekleşen dengeler olmaktan çıkarıp bilinçli, bilişsel hale getirerek yola devam etmektir.
Bir kere daha formüle edersek, 20.yy kalıntısı ulus devletler dünyasına karşı mücadelede, başta küresel sermaye olmak üzere 21.yy’ın bütün küreselci güçleriyle ittifaklar yaparken, içerde de, gene aynı şekilde, Devlet sınıfı kalıntılarına ve onların kadim müttefiklerine karşı demokrasi güçleriyle birlikte olabilmek gerekiyor. Artık bize lazım olan sadece Anadolu burjuvazisinin jakoban devrimciliği değildir, bunun yanı sıra, bir bütün olarak burjuvazinin ve başta işçi sınıfı olmak üzere çalışanların birliğini de savunan, demokrasi güçleri arasında kavgayı değil birlikteliği öne çıkaran politikalar lazım..
YAZININ 1. BÖLÜMÜ
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023