Oya BAYDAR
İçimden gelen, yazının başlığını “Anıtkabir’de 1 milyonu aşkın çapulcu-gavat” koymaktı; sonra Başbakan’ın ve valisinin bu ülkenin yurttaşları için utanıp sıkılmadan kullandıkları bu hakaretleri başlığa taşımaya utandım, biraz da yanlış anlaşılmaktan korktum.
Bu yıl, 29 Ekim geçmiş yıllardan farklı kutlandı, 10 Kasım’da Atatürk farklı anıldı. Atatürkçü laiklerin Cumhuriyet elden gidiyor tepkilerini göğüslemek için, iktidarın şatafatlı olmasına özen gösterdiği ruhsuz resmî törenlerin dışında, Cumhuriyet bayramı uzun süredir ilk kez halkın kitlesel ve içten katılımıyla yarı bayram yarı protesto havasında geçti. 10 Kasım’da Atatürk’ü anma törenleri de okulların, devlet kurumlarının duvarlarını aşıp caddelere, meydanlara taşarak halka mal oldu.
Başbakan’ın ve çevresinin canını sıksa da görmezden gelinemeyecek bu tabloyu siyasal-ideolojik yandaşlık, cepheleşme ve düşmanlaşma psikolojilerinden sıyrılmaya çalışarak değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Belki o zaman, birbirimizi anlamakta yol alabilir, hasımlaşma yerine hısımlaşmaya doğru gidebiliriz.
Darbeci vesayetçi geleneğin gölgelediği muhalefet
AKP şeriat getirecek, İran’a döneceğiz kuşkuları taşıyanlara karşı, Türkiye’de güçlü bir laik damarın, seküler bir temelin varlığını unutmamamız gerektiğini savundum hep. Kendine özgü bir yapısı olan Osmanlı’nın çok dinli, çok dilli, çok milletli, Batı ile yüzlerce yıl ilişkili yapısından kaynaklanan Batılılaşma ve sekülerleşme sürecini görmezden gelmek, bu damarın toplumsal yapıya sadece Cumhuriyet ile eklemlendiğini sanmak kendi gücünü küçümsemek, laik kesimi azımsamak anlamına gelir. (Başbakan Erdoğan’ın yüzde 50’lik millî irade karşısında bir avuç azınlık elit propagandası bu algıyı pekiştirmeye yönelik değil mi zaten?) Batıya dönük, laik, seküler kesimin kendi gücüne güvenmeyerek orduya yaslanma, bürokratik oligarşik vesayetten medet umma, darbeciliğe meyletme refleksinin başlıca nedeni de bu. İktidarlarının, yaşam tarzının, düşünce dünyasının, değerlerinin ve evreninin İslamî muhafazakârlığın tehdidi altında olduğu algısına kapılan Atatürkçü laikler sivil yollardan, (örneğin demokratik seçimlerle) iktidarlarını koruyamayacaklarını ya da iktidara gelemeyeceklerini fark ettiklerinde askerî darbeleri, vesayetçi müdahaleleri can simidi olarak gördüler. Bu can simidine sarıldıkça da kitlelerden büsbütün koptular. Böylece Müslüman muhafazakâr halkın gözünde Cumhuriyetçi (dar anlamda Atatürkçü), laik, seküler tasavvur; kendilerini elindeki devlet ve ordu gücüyle ezen, mağdur eden, özgürlüklerini kısıtlayan diktatoryal bir heyülaya dönüştü.
Bu algının yanlış olduğunu iddia etmek mümkün değil. Kendilerini Cumhuriyet’in ve ülkenin gerçek sahibi gören Atatürkçü laik elitler için halk gerekirse zorla, dayatmayla güdülmesi, eğitilmesi, “muasır medeniyet seviyesi”ne yükseltilmesi gereken gerici bir kitleydi. Onlar öğretmendi, başöğretmendi, doğruların tekeline, yaşam modelinin doğrusuna sahiptiler; halk, özellikle de dindar kesimler ise gerici, kötü, zaman zaman da serkeş öğrencilerdi.
AKP’nin iktidara gelip kitle desteğini adım adım pekiştirme sürecinde; siyasal, sınıfsal, ideolojik iktidarı kaybetmenin korkusu ve acısıyla laik Kemalistlerin darbeci, vesayetçi refleksleri kabardı. 2000’lerin ilk on yılı boyunca birbirini izleyen, kimisi yargıda olan (Ergenekon, Balyoz davaları) kimisi yargıya bile taşınmayan darbe teşebbüsleri bu kesimin son -ve başarısız- çırpınışlarıydı. Devlet partisi CHP’nin yetmediği yerde eski solun ulusalcı kesimlerini de yedeğine alan Atatürk rozetli, laik-Kemalist yaftalı odaklar, temsilcisini AKP’de bulan İslamcı muhafazakâr akımın çoğunluğa dayalı iktidarına karşı “zinde güçler”i göreve çağırmaktan kolay kolay vazgeçmediler. Taa ki son bir yıla kadar.
Laik seküler damarın sivilleşmesine doğru
Meydanlardaki “Mustafa Kemal’in askerleri”ne, ortamdan umutsuzca yararlanmaya çalışan darbe hayalcilerine rağmen; Gezi olayları ve sonrası bu laik-seküler “cephe”nin kendi içinde ayrışmaya ve sivilleşmeye başlamasının milâdıdır. Ordudan, darbeden, müdahaleden umutların kesildiği, darbelerin ve müdahalelelerin çıkar yol olmadığının kavranmaya başlandığı, artık kimsenin seçilmiş iktidarlara karşı darbeleri açıktan savunamadığı bir dönemde, ülkenin dört bir yanında patlayan iktidara karşı protesto eylemleri demokratik mücadele alanına yeni çıkan gençlerden aldığı taze kanla Batıcı laik kesimlerin sivilleşmelerinin adımı oldu. Bu kitlesel protestolar, gücünü ve coşkusunu darbeci gelenekten değil büyük ölçüde yeni toplumsal hareketlerin düşünce ve pratiklerinden, özgürlük arayışından, haklı demokratik taleplerden alıyordu. Ulusalcı vesayetçilikten görece arınmış, sivilleşmiş bir laik seküler kesimin mümkün ve de var olduğu, hem bizzat kendileri tarafından hem de AKP iktidarı tarafından bu süreçte görülmeye başlandı. Tayyip Erdoğan’ın ve akıldânelerinin kimyasını bozan da aslında bu oldu. AKP’nin Cumhuriyet ideolojisine ve pratiğine yönelttiği; halkın bir bölümünün inanç özgürlüğünü kısıtlama, yaşam biçimlerine müdahale, tek tipleştirme, azınlık diktatörlüğü ithamları (ki bence de haklıdır) sivil, özgürlükçü, demokrat bir güç karşısında geçersiz kalabilirdi. Başlıca silah haline getirdiği mağduriyet söylemi ve duygusu darbeci-vesayetçi kesimlere karşı kazandığı etik ve vicdanî haklılığı ağır ağır yitirebilirdi.
İçinde yaşadığımız günlerin fevkalade karışık ve karmaşık toplumsal-siyasal ortamında, son iki yıl özellikle de Gezi sonrasında Tayyip Erdoğan’ın şahsında somutlaşan, darbeci askerlere taş çıkartan sorumsuz cepheleştirme stratejisi, bir Başbakan olarak değil imam (kimilerine göre Halife) olarak verdiği fetvalar gerilimi kopma noktasına getirdi. Özünde İslamî muhafazakâr zihniyetle çağdaş, laik zihniyetin derin ayrım çizgisi olan kadın-erkek meselesine, ahlakî değerler anlayışına kaba tehdit ve müdahaleye yeltenmek bardağı taşıran damla oldu. 10 Kasım’da Anıtkabir’e akan milyondan fazla insan, sessiz bir “orada dur” intarıydı.
10 Kasım’da Anıtkabir’de bindirilmiş kıtalar değil, AKP’ye karşı darbecilerce örgütlenmiş bir muhalefet değil, kimi Başbakan borazanlarının yansıtmaya çalıştıkları gibi ulusalcıların, vesayetçilerin tezgâhına, provokasyonuna gelmiş bilinçsiz kitleler veya din îman düşmanları değil; yaşam biçimlerine, kendi seküler değerlerine sahip çıkacaklarını göstermek isteyen halk vardı. Bu sahip çıkışı, o değerlerin taşıyıcısı saydıkları Atatürk’ü anarak gösteriyorlardı.
Darbe hazırlıklarının yapıldığı önceki yıllarda, üniversitelerden rektörlerce, kimi ögrenci derneklerince, darbe ortamı hazırlamakla görevli odaklarca örgütlenmiş Ata’ya şikâyet yürüyüşlerini, Anıtkabir ziyaretlerini görmüştük. Katılanların büyük çoğunluğunu gerçekten tenzih ederek söylüyorum, düzenleyicilerin amacının seçilmiş iktidara karşı bir müdahale ortamı yaratmak olduğu Bayrak mitinglerini izlemiştik. Ancak, son günlerde çeşitli yerlerde, farklı görünümlerde ortaya çıkan protestolar, tepkiler, eylemler; yüzde 50 çoğunluk üzerine kurulmaya çalışılan tahakküme Türkiye’nin öteki yarısının izin vermeye niyetli olmadığının sivil uyarısıdır ve bu daha başlangıçtır dersem abartmış olur muyum bilmiyorum.
Anıtkabir’deki yüzbinleri doğru okumak
Ne abartalım, ne kutsayalım, ne de şeytanlaştıralım. Tıpkı Gezi gibi 10 Kasım’da Anıtkabir’e çıkan ya da büyük kentlerin meydanlarını dolduran yüzbinler; gerek iktidar partisi, gerek muhalefet, gerekse bizzat kendileri tarafından doğru okunmazsa çözüm de, özgürlük ve demokrasi mücadelesi de, toplumun normalleşmesi de olanaksızlaşır.
Darbeci vesayetçi zihniyetin geriletilmesiyle laik seküler kesimler bir yandan sivilleşirken bir yandan da AKP gibi sadece kendilerine demokrat olmaktan, elitist zihniyetten, ulusalcı asimilasyoncu tortulardan, Müslüman muhafazakâr kitleleri ötekileştirmekten, kalıplaştırılmış Atatürkçü muhafazakârlıktan kurtuldukça düşmanlıklar törpülenecek, bu kesim de iktidara alternatif olabilecektir. İktidar güçleri özellikle de Başbakan ise, Gezi ve 10 Kasım mesajını alabilirlerse, hızla geriye düşmekten, kendi çevrelerinde bile hızlanan güven ve saygınlık yitiminden, toplumu ortasından yarma bölücülüğünden kurtulabileceklerdir.
Başbakan’ın “meşru hayat” yaşayan yüzde 50’si varsa, -affınıza sığınarak söyleyeyim-, kısacık ufku ve fakir kültür dağarcığıyla “gayrı meşru” diye nitelediği laik seküler hayatlara ve değerlere sahip milyonlarca “çapulcu ve gavat (!)” var. Üstelik, Tayyip Bey’in yüzde 50’sinin büyük çoğunluğunun da bu düzeyin üstünde oldukları, gidişattan kaygılanmaya başladıkları da ortada.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2024
14.05.2024
3.05.2024
3.05.2024
22.04.2024
16.04.2024
3.04.2024
29.03.2024
22.03.2024
7.03.2024