Oya BAYDAR
Cumhuriyet; cumhur’a, yani halk topluluğuna dayanan, egemenliğin halk adına kullanıldığı (varsayılan) bir devlet yönetim biçiminin adı. Çin Halk Cumhuriyeti de, İran İslam Cumhuriyeti de, Kuzey Kore de, Kenya, Fransa, Almanya devletleri de ve daha onlarcası cumhuriyet kategorisi içinde yer alıyor. Yani, devletin yönetim biçiminin adının cumhuriyet olması günümüzde özgürlükler, demokrasi, hukuk devleti, vb. adına ileri bir anlam taşımıyor. Örneğin Büyük Britanya, yani İngiltere federal parlamenter bir monarşi; İsveç bir krallık, Danimarka da öyle...
Konuya siyasal-ideolojik aidiyet vurgusuyla duygusal olarak değil, tarihsel ve sosyolojik açıdan yaklaşılırsa, devlet yönetim biçimlerinin zamanla değişmesinin doğal ve kaçınılmaz olduğu görülür. 1923’te kurulan cumhuriyetimiz de bu genel kuraldan muaf değil.
I. Cumhuriyet mîat’ını doldurdu mu?
Bu soruyu okuyunca kimilerinin tüylerinin diken diken olduğunu biliyorum. Yine de şu günlerde toplumcak içinde yuvarlandığımız girdabı seçim sonuçları, oy hesapları, parti dalaşları düzleminin ötesinde yorumlayabilmek ve mümkünse çıkış yolları bulabilmek için, “vurun ama dinleyin” diyorum.
Hiçbir toplumsal siyasal sistem -tıpkı konutlar gibi- üzerine oturduğu zemini, altında barındığıdamı onarmadan, zaman zaman yapıyı bütünüyle gözden geçirip çürük tahtaları, gerekiyorsa temeli sağlamlamadan, damı aktarmadan, duvarları güçlendirmeden yüz yıl ayakta kalamaz. Üstelik bu tâmiratı köklü şekilde ve de günün en ileri yöntem ve teknolojisiyle kotarmak durumundadır. 90 yıllık Cumhuriyetimiz bu onarımı yapamadığı, toplumdaki değişime cevap veremediği, dünyadaki derin dönüşümü algılayamadığı, algılasa da uyum sağlayamadığı için on yıllar öncesinden başlayarak kendi kendini tüketme sürecine girdi. 2000’lere kadar, eskimiş yapıyı zorla ayakta tutmak için başvurulan askerî darbeler, vesayetçi müdahaleler dipten gelen direnci bastırmanın yolu olarak görüldü. 2000’ler sonrasında dünya ve bölge koşulları içerdeki dinamiklerle birleşince zorla ayakta (ve birarada) tutulan yapı çatladı, dağıldı, evin odaları birbirinden ayrıldı. Kuruluştan beri zaten farklı odalara tıkılmış olan üç Türkiye, çatlamış binanın ayrı ayrı bölümlerinde kaldı, birbirinden uzaklaştı, uzaklaştıkça düşmanlaştı. Cumhuriyetimiz artık çağın ve halkın ihtiyaçlarına cevap veremiyor, bir zamanlar vesayet ve darbe tutkalıyla, zorla birarada tutulan ev halkının bölünüp ayrışmasına çözüm getiremiyordu.
Başka türlü olması mümkün müydü?
Tarihte, ‘halam amcam olsaydı’, temennisinin geçerliği yoktur, ancak ‘neden böyle oldu, ne olsaydı böyle olmazdı?’ sorusu sorulabilir, sorulmaktadır da. T24’ün köşesi bu soruyu burada bütün boyutlarıyla tartışmaya müsait değil. Ancak, hepimizin bildiği gibi Cumhuriyet’in kuruluşunun Türk uluslaşması süreciyle iç içe olduğunu hatırlatabiliriz. Çok milletli, çok kavimli bir imparatorluktan Türk ulus-devletine geçilirken halkın Türk (Sünnî) İslam kesimi devletin ve milletin aslî unsurları olmaları benimsendi. Bu tercih, başta Kürt sorunu olmak üzere bir dizi sorununun giderek daha da giriftleşerek bugüne kadar sürmesinin başlıca nedenidir. Asker-sivil kurucu kadroların vesayeti altında sıkı merkeziyetçi, tek tipleştirici, Türk-Müslüman asimilasyoncu, devletçi, otoriter, ayrımcı, antidemokratik bir devlet yapısı bu tercihin zorunlu sonucuydu. 1930’larda Batı dünyasında esen ırkçı, faşist rüzgârları, dikta rejimlerini, toplumsal mühendislik projelerini de unutmayalım.
Kurucu ideoloji aynı zamanda Batıcı, ilerlemeci, laikti. Halkın geleneksel kapalı yapılar içinde yaşayan muhafazakâr mütedeyyin çoğunluğu Cumhuriyet’in biçimlendirmek istediği “ideal vatandaş” modeliyle uyumlu değildi. Bu “cahil halk”, bu “gerici dindar” kitle “medenileştirilmeli”, “muasır (çağdaş) medeniyet seviyesi”ne ulaştırılmalı, “adam edilmeliydi”. Cumhuriyet seçkinleri bu hakkı kendilerinde görüyorlar ve bu büyük toplumsal mühendislik projesini “halka rağmen” de olsa “halkın iyiliği için”, gereğinde zorla uygulamaktan geri durmuyorlardı. Kurucular ve öncüler olarak kendilerini ülkenin gerçek sahipleri/ hakimleri sayan Cumhuriyet elitleri; sınıfsal, zümresel, ideolojik egemenliklerini pekiştirirken “kendi elleriyle” bir halk ve ulus yaratabilmek için ayrımcı, baskıcı asimilasyon politikalarından başka bir araç tanımıyorlardı.
Başka türlü olması mümkün müydü? Bu soruya benim cevabım: başka türlü olabileceği, Türkçü, tekçi, asimilasyoncu olmayan, laikliği din dışılık değil inanç özgürlüğü olarak kavrayan çoğulcu bir rejimin, özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra mümkün ve gerekli olduğu ama kurucu ideolojinin ve kadrolarının buna imkân vermedikleri yolunda. Tabii ki tartışmaya açık olarak...
Cumhuriyet’in yapısal değişim sürecindeyiz
1920’lerde başka türlü olması mümkündü, 2000’lere geldiğimizde ise zorunluydu.Türkiye’nin toplumsal-sınıfsal yapısı, ekonomisi, insanların zihniyet dünyası değişmişti; dipte birikmiş bastırılmış enerji, eski kalıpları zorluyor, yer yer çatlatıyordu. 1923 Cumhuriyeti’nin topluma biçtiği gömlek artık dar geliyor, dikişleri yer yer patlıyor, yama tutmuyordu. Toplumun, kendini içinde rahat hissedeceği, bedenini ruhunu özgürce geliştirebileceği çok daha bol, rahat, sağlıklı yeni bir gömlek gerekliydi. Bu gömlek zamanında biçilip toplum rahatlatılabilseydi, bugünkü sancıları çekmeyebilirdik; benzetmemize geri dönecek olursak, kan dolaşımını engelleyen cendereleşmiş giysiler yüzünden kimi uzuvların kangrenleşmesi, kimilerinin ise bedene isyanı engellenebilirdi. Yapısal değişim doğal mecrasında, tek Türkiye içinde, ayrışmaya varmadan, büyük patlamalar yaşanmadan gerçekleşebilirdi. Ama olmadı, oldurulmadı.
Cumhuriyet’in yapısal değişimi yumuşak bir geçişle değil daha da sertleşmesinden korktuğumuz sancılı, çatışmacı, intikamcı, yıkıcı bir atmosferde gerçekleşiyor, uzuvların bedenden ve birbirlerinden kopuşu hızlanıyor. Üç, hatta üç buçuk Türkiye an be an ayrışıyor. (Buçuk dediğim, böyle bir ayrışma ve kopuşun ancak uzlaşma ile, barış diliyle, kimsenin kimseyi ötekileştirmediği, adalet ve eşitlik temelinde bütün kesimlere en geniş özgürlük ve bağımsızlık tanınarak engellenebileceğini düşünen; son günlerin çatışmacı ortamını ve toplumsal erozyonu büyük kaygıyla izleyen, her üç kesimde de azınlık olan benim gibiler...)
Kafa yormamız gereken soru: Neden böyle oldu?
Öncelikle; bu topraklar üzerinde yaşayan farklı dil, din, mezhep, farklı etnik köken, gelenek, inanç, kültür ve düşünceden insanların Cumhuriyet’in “makbul vatandaş” potasında eritilmesi zorlaması; o potada erimeye, asimile olmaya razı gelmeyen toplum kesimlerinin dışlanması, ötekileştirilmesi, tarih ve siyaset sahnesine çıkmalarına imkân verilmemesi yüzünden... Onlar: yani başlıca Kürtler, Aleviler ve de siyasal İslamcılığa taban sağlayan Sünnî Müslüman halk.
Bunlar, kendilerine yasaklanmış tarih sahnesine siyasal hayatın doğal akışı içinde değil, söke söke, zorlayarak, dar gömleği yırtarak, 1923 Cumhuriyeti’nin ağır vesayet rejimini gerileterek, sarsarak çıkmaya çalışıyorlar. İslamcılar, Müslüman muhafazakâr halk kesimlerine dayanarak bu çıkışı başardılar. Ancak, AKP örneğinde görüldüğü gibi, iktidar olduklarında içinden çıktıkları rejimin ve kendi ideolojik bagajlarının ceberrutluğunu/otoriterliğini, ayrımcılığını kuşanarak kendi vesayetlerini kurmaya ve tıpkı Cumhuriyet seçkinleri gibi kendi toplumsal mühendislik projelerini uygulamaya, toplumu kendi modelleri üzerinden dizayn etmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken, mutlak iktidar hedefine kilitlenip, kendi kutsalları dahil hiçbir kutsal, hiçbir ahlak kuralı, evrensel-yerel hiçbir yasa tanımıyorlar. Mağduriyetlerinin yarattığı öfke sadece siyasal değil toplumsal intikamcılığa dönüşüyor. Tek’cilik bir kez daha hortluyor: “Sadece biz varız, millet biziz, bize benzemeyen ve biat etmeyenler ezilmeye mahkûm!” Tayyip Erdoğan bu yeni vesayetçi zihniyetin hem en güçlü hem de temsil kabiliyeti en yüksek figürü.
Öte yandan, ne kadar geriletilmiş olursa olsun eski rejimin seçkinci vesayetçi zihniyeti tamamen teslim olmuş değil; yaşıyor, savaşıyor. Bu savaşta, yanında ve arkasında Cumhuriyet’in olumlu, çağdaş kültürel değerlerini ve hedeflediği yaşam biçimini benimsemiş, ne sayıları ne de etkinlikleri küçümsenemeyecek Batıcı laik kesimler var. Kültürel- ideolojik egemenliklerini, seçkin değerlerini, “cahil ve geri halkın” öğretmenleri konumlarını, ille de yaşam biçimlerini yeni muktedirlere ezdirmeye niyetli değiller.
Kürtler ise ayrı bir yazı konusu, ancak kimimizin kıvançla, heyecanla; kimimizin korkuyla, nefretle izlediği tarih, coğrafya ve siyaset sahnesine çıkışları, Cumhuriyet’in ikinci evresine geçişte, yeni rejimin niteliğini de belirleyecek en güçlü manivela olacak.
Üç Türkiye’nin birbirinden dramatik kopuşu, içsavaşa varabilecek kaos ve çatışma ortamı mı, yoksa halkların, inançların, kültürlerin, siyasetlerin özerkliği, özgürlüğü mü? II. Cumhuriyet’in niteliğini belirleyecek olan bu sorunun cevabında yatıyor.
Sonraki yazı: İkinci Cumhuriyete doğru: III
Hâlâ umut var mı? Umudu nerede aramalı?
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları













































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2024
14.05.2024
3.05.2024
3.05.2024
22.04.2024
16.04.2024
3.04.2024
29.03.2024
22.03.2024
7.03.2024