Oya BAYDAR
Aydın kötücüllüğümüzün kaynağı
Özellikle genç kuşaktan, hem sayısal hem de nitel üstünlükleri tartışılamayacak aydınları; bizim kuşaktan da ister Batıcı laik, ister muhafazakâr gerçek aydınları tenzih ederek söyleyeyim:Geleneksel Türk aydınının kötücül bir yanı var. Bunu ilk kez, Orhan Pamuk edebiyat Nobeli aldığında bir “entel bar”da toplanan ünlü yazar, çizer, sanatçı aydınlarımız Pamuk’u ağır ifadelerle eleştiren, kınayan, suçlayan 60-70 imzalı bir bildiri yayınladıklarında düşünmüştüm. Bildiriye imza koyanlar arasında sevip saydığım değerli sanatçılar, yazarlar, arkadaşlarım vardı. Üzülmüştüm, onlar adına utanmıştım, karışık duygular içinde kalmıştım.
Yazmak boynumun borcudur: Türkiye’den, Nobel’in tartışmasız adayı Yaşar Kemal Orhan Pamuk’u ilk kutlayanlar arasında yer almış, birilerinin provokasyon sorularını bu ödülü Pamuk’un hak ettiğini kesin şekilde söyleyerek karşılamış, mükemmel bir aydın kimliği sergilemişti.
Yıllar boyunca Türkçe’nin bir yazarının almasını özlediğimiz, belki hak ettiğinden fazla önemsediğimiz Nobel ödülünü kazanan Pamuk’un suçu neydi böyle bir protestoya maruz kalmak için? Kendisiyle yapılan bir söyleşide, tarihimizin hâlâ hesaplaşamadığımız bazı karanlık sayfalarına değinmiş, Kürt savaşında ve 1915 Ermeni soykırımında yitirilen canlardan söz etmişti. Resmî ideolojiye eleştirel baktığı, devlete asker yazılmadığı da biliniyordu. Sonradan, bazıları Ergenekon davalarında da yargılanan görevli tetikçilerin (ki çoğuna aydın sıfatı yakıştırılırdı) Ermeni meselesi, Kürt meselesi üzerinden provokasyonlar örgütledikleri; Hrant Dink’in katledilmesine, darbe-müdahale hazırlıklarına, ulusalcılık kavramı altına gizlenen nefret dilinin yaygınlaşmasına doğru giden günlerdi. Resmî ideolojinin ezberlerini irdeleyen, tartışan, farklı düşünenler, Türk İntikam Tugayı veya benzer adlar altındaki Gladyo yapılarından ölüm tehditleri alıyor; Agos gazetesine açılmış davalarda yargılananlar mahkeme salonunun içinde bile Kerinçsiz’lerin Küçük’lerin saldırganlığına maruz kalıyor, mahkemenin önünde de ellerinde genel olarak Ermenilere, özel olarak da “hain” diye yaftalanan yazarlara, aydınlara hakaretler içeren pankartlar taşıyan gruplar tezahürat yapıyorlardı. Aralarında tanıdığım aydınları(!) görünce şaşırmıştım.
Bunları hatırlamamın, geleneksel aydınların kötücüllüğünün, yıkıcılığının nedenleri üzerinde yeniden düşünmemin ve bu yazıyı yazmamın nedeni: giderek derinleşen toplumsal çatışma ve cepheleşmeye eşlik eden nefret ve husumet söyleminin son zamanlarda özellikle aydın sayılan kesimlerden gelmesi; cepheleşme ve düşmanlaşmanın geleneksel aydınlar tarafından kışkırtılması... İhanet gibi ağır bir sözcüğü/ ithamı bu sözcüğü kullanma birincisi Tayyip Erdoğan ile yarışırcasına, kendileri gibi düşünmeyen, kendileriyle aynı siyasî görüşü, aynı ideolojik hattı savunmayan herkese karşı kullanmaktan, başkalarını karalamaktan, yok etmeye çalışmaktan çekinmeyen “aydın”ın kötücüllüğünün temeli nedir? Birkaç kişiyle sınırlı kalsa psikolojik nedenlere, zaaflara, kişilik bozukluklarına bağlayabileceğimiz bu kötücül ve yıkıcı ruh hali, toplumumuzun genelinde ama özellikle aydın denilen kesimlerde öylesine yaygın ki, daha derin irdelenmeyi hak ediyor.
Türkiye’nin aydın sorunu
Türkiye’nin, üzerinde epeyce yazılıp çizilmiş bir aydın sorunu öteden beri vardır. “Aydın” sözcüğünü Batı’daki “entelektüel” anlamında değil bizde kazandığı geniş, harcıalem anlamda kullanıyorum. Bu çerçevede, aydın sıfatını hem kendimize, hem de birilerine bol keseden yakıştırırız. Akıl, muhakeme, idrak anlamları taşıyan “entelekt” kökünden türemiş entelektüel sıfatı, daha üst düzey bir zihin faaliyeti olan bilgilerini, doğrularını muhakeme etme, sorgulama, didikleme, eleştirme, yeni fikirlere cesaret etme anlamlarını içerir. Tam da bu yüzden, “entel” kısaltması bizzat aydınlarımız ve gerçek aydınlardan hoşlanmayan halk dalkavuğu siyasiler tarafından kendileri gibi düşünmeyenler için aşağılayıcı bir terim olarak kullanılır.
Ülkemizde gerek muhafazakâr gerekse cumhuriyetçi laik kesimde gerçek aydınlar, değerli entelektüeller olduğu bir gerçek. Bunlar çoğunlukla medyatik değillerdir, ortada fazla görünmezler, kendilerini siyasî mihrakların kullanmasına olanak tanımazlar, eserleri ve fikirleriyle (ve böyle olduğu için de dar bir entelektüel çevrede) varolurlar. İdeolojik-siyasal görüşleri/duruşları tabii ki vardır ama hiçbir siyasal partinin, odağın, ideolojik merkezin sözcüsü, borazanı, askeri değillerdir. Temel insanî-ahlakî değerlerden, yaşamdan, bilimden, özgür düşünceden, insan haklarından yana taraftırlar ama yandaş (taraftar), tetikçi, amigo olmazlar. Bu yazı o gerçek aydınlarla ilgili değil.
Ötekilerden, çoğunluk aydınlardan söz etmek istiyorum: Aydın sıfatını yüklenmiş, öyle sunulan, öyle sayılan, kendilerini belli siyasal-ideolojik çevrelerle, mihraklarla özdeşleştirmiş olanlardan... Bunlar daha popüler, daha görünürlerdir, toplumca tanınır, bilinirler. Tahsil-terbiye görmüş, okumuş, dünyayı tanımışlardır; yazarlar, çizerler, konuşurlar. Diğer kümedeki entelektüellerden ayrıldıkları nokta: mensup oldukları kesimin, parçası oldukları mahallenin veya siyasal- ideolojik merkezin çizgisini, doğrularını, ezberlerini sorgulama, eleştirme, değiştirme yeteneğinden uzak oluşlarıdır. Uzaktırlar, çünkü böyle bir sorgulama derin ve sürekli derinleştirilen bir birikim, farklı görüşleri bilmekle yetinmeyip anlamaya çalışma, çifte standartlardan kurtulma, bağımsız bir kafa, bitmeyen bir “hakikat” arayışı, gereğinde yalnızlaşmayı göze alacak medenî cesaret gerektirir. Gerçek aydın yaşama, insana, evrensel değerlere, demokratik özgürlüklere, adalete ihanet etmemek için kendi siyasal-ideolojik mahallesine başkaldırmayı göze alabilendir, gerektiğinde toplumun algılarıyla birlikte kendini de değiştirebilendir.
André Gide, Sovyetler Birliği’nden Dönüş kitabında: Fransız Komünist Partisi’ne üye olurken, “Beni heyecanla karşılıyorsunuz ama dikkatli olun aydınlar partiye ihanet edebilirler, çünkü bir aydın için önemli olan kendi ideallerine ihanet etmemektir,” dediğini anlatır. 1937’de Stalinist dönem Sovyetler Birliği’nin sosyalizmin/komünizmin ideallerinden ne kadar uzaklaştığını, nasıl bir diktatörlüğe dönüştüğünü, hayallerin nasıl birer birer yıkıldığını anlatıp eleştirdiğinde kimi şahin militanlardan hain damgası yiyip de Parti’den ayrılırken: “Ben size partiyle katılırken söylemiştim, kendi değerlerime ihanet edemem,” der.
Türkiye’nin aydın sorunu; yeterli bilgi-birikim sahibi olmamak, bilgiyi felsefe ile, eleştirel düşünce ile tamamlamamak gibi bilinen eksikler bir yana, (Gramsci’den ödünç aldığım kavramlarla) asıl şu noktadan kaynaklanıyor gibi geliyor bana:Çağdaş Türkiye’nin geleneksel aydını Cumhuriyet ile birlikte doğup gelişirken devletin ve resmî ideolojinin organik parçası olmaktan kurtulamadı. Kurucu kadroların ideolojik hegemonyasının taşıyıcısı, sözcüsü oldu. Egemen ideolojinin düşünce kalıplarını, zihniyetini içselleştirdi ve sürekli yeniden üretti. Asker-sivil bürokratik oligarşi, Cumhuriyet seçkinleri kitlelere ne kadar uzaksa o da o kadar uzak kaldı. Onları uzaktan, dışardan gözledi ve onları sisteme entegre etme görevini üstlendi.
Cumhuriyet tarihi boyunca ezilen, bastırılan, susturulan sol aydınlar da aynı köklerden geliyorlardı, onlar da kurucu ideolojinin organik aydınlarıydı. Aynı bütünlüğün farklı bir versiyonunu, muhalefetini temsil ediyorlardı. Sistemin dışında kalan bağımsızlar ve muhafazakâr kesimin aydınları yok edildi ve susturuldu. Böylece Türk aydını geniş halk kitlelerinin, emekçilerin, dindar muhafazakârların, halkların organik aydını olamadı.
1950’lerden sonra hızlanan toplumsal değişim sürecinde, dipten gelen dalgaların itkisi ve siyaset sahnesine çıkıp iktidardan paylarını talep eden güçlerin etkisiyle rejimin siyasî ve ideolojik hegemonyası sarsılmaya başladı. Darbeler, müdahaleler, baskı, vesayet iktidarda tutunmayı sağlasa da ideolojik egemenlik giderek daha fazla aşınıyordu. Bu; Cumhuriyet’in geleneksel aydınının alan ve güç kaybetmesi anlamına geliyordu.
Aydın olmanın doğal parçası sayılması gereken aydın huzursuzluğunun, aydın tepkisi ve eleştirisinin Batıcı laik aydın kesimlerde son zamanlarda hırslı, kindar, saldırgan bir ruh haline dönüşmesinde geleneksel aydınların yenilgi psikolojisinin payını görmek gerekiyor. Giderek alan yitiren resmî devlet ideolojisiyle yoğurulmuş, ona eklemlenmiş, kitlelerin organik parçası olamamış geleneksel aydın hırçınlaşıyor, iktidar kaybının ve yalnızlaşmanın çaresizliği onu saldırganlaştırıyor, kötücülleştiriyor, geriletiyor.
Bir yanda yenilgi psikolojisinin pençesindeki geleneksel Cumhuriyet aydınının kendini ve hemcinslerini kemiren kısır kötücüllüğü; öte yanda organik aydını olmayan, ideolojik hegemonyasını kof ve aşağılık bir demagoji üzerine oturtan AKP iktidarının aydın boşluğu... Toplumdaki yarılmanın, cepheleşmenin, benzerini bugüne kadar yaşamadığımız tehlikeli çatlamanın ve çözümsüzlüğün üzerinde pek durulmayan ama hiç de önemsiz olmayan bir yanı da bu bence.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet
24.05.2024 - "Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete" mi, hukuka dönüş umudu mu?
14.05.2024 - 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?
3.05.2024 - 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?
3.05.2024 - Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?
22.04.2024 - "Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna
16.04.2024 - Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık
3.04.2024 - Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na
29.03.2024 - Vicdanını yitirmiş dünyanın vicdanını, ahlakını yitirmiş siyasetin ahlakını savunmak
22.03.2024 - Oy yüzdesiyle ölçülemeyecek kadın: Gültan Kışanak
7.03.2024
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
Ad Soyad Giriniz...
yazının tamamında ölümü kutsamışınız İlker bey. Esas olan yaşamak olmalıdır