Oya BAYDAR
Dersim yine gündemde. Tunceli Belediye Başkanı Maçoğlu, Belediye Meclisi’nin önerisi ve kararıyla Tunceli’ye kadim ve gerçek adını (Dersim) iade etme girişiminde bulunduğundan beri Türk milliyetçiliği yine galeyan halinde. En hafifi “sırası mıydı” olan tepkiler İslamcı-milliyetçi kesimler, faşizan sağ bir yana; sol, sosyalist, özgürlükçü, demokrat, ötekileştirmeye karşı (sandığınız) kişi ve çevrelerden birbiri ardına yükseliyor. Maçoğlu’nu -bir zamanlar suç ve küfür sayılan ama komünizm yıkılıp tehlike olmaktan çıktığından beri övgüye dönüşen- “komünist” sıfatıyla yere göre koymayanlar şimdi eleştiriyi aşan, yıpratmaya varan tepkiler gösteriyorlar. Kimse, sıfatın gerçek anlamı ve değer yüküyle bir “komünist” nasıl Türkçü milliyetçi olabilir, sorusunu sorma zahmetine girişmiyor.
Dört tabu, yedi “T”
Yüz yılı aşkın tepeden uluslaşma/uluslaştırma sürecinde, Türk ulus devletinin “kırmızı çizgiler” de denen yasaklı-tabu konularının başında Ermeni tehciri/kırımı, Dersim (tertelesi), Kürt meselesi ve Kıbrıs en başta gelir. İster laik Kemalist ister siyasal İslamcı, ister sağcı ister solcu olsun, bu dört konuda çok geniş bir Türkçü-devletçi cephe kurulur ve bu konularda devletin/iktidarların yanlışı aşıp suça dayanan edimleri koro halinde savunulur. Marangoz hatası sayılabilecek bir azınlığın dışında sağlı sollu aydınlar, laik ya da İslamcı siyasal kesimler, devletin tarihte işlemiş ve de işlemekte olduğu hatalara, suçlara göğüslerini siper ederler. Konuyu gündeme getirenlere, en hafifi aymazlıktan başlayıp vatan hainliğine varan ithamlarla saldırır; yetmedi, çeşitli biçimlerde sustururlar.
Dersim konusunda, Tayfun Atay’ın mutlaka okunması gereken 26 Mayıs tarihli mükemmel yazısını tekrarlamanın gereği yok. Atay, 1935’te Tunceli Kanunu ve onun uygulaması olan 37-38 Dersim harekâtı ile yapılmak isteneni, devletin siyasetini ve zihniyetini çok iyi anlatıyor. “7T” olarak bizzat dönemin yetkili ve sorumlularının ağzından dile getirilen bu siyasetin/zihniyetin özeti: “Te’dip (terbiye etme), tenkil (uzaklaştırma), taktil (parçalama), tehcir (göç ettirme), temsil (asimile etme), temdin (medenileştirme) ve tasfiye” dir.
Dersim’de 1937-38’de, günümüzde insanlık suçu sayılan bu yedi uygulama, Seyit Rıza ve aşiretler isyan etti bahanesiyle, bütün bölgede en vahşi şekilde gerçekleştirildi. Resmî rakamlara göre 13 bin, tahminlere göre 25 binden fazla Dersimli; kadın, çocuk, genç, yaşlı öldürüldü. Kimileri bebeleriyle sığındıkları mağaralara gaz verilerek, kimileri -özellikle kadınlarla çocuklar- fotoğrafınızı çekeceğiz diye kandırılarak tarlalara dere kenarlarına toplanıp ayaklı fotoğraf makinelerine benzeyen “ağır makineli”lerle tarandı, katledildi. Sabiha Gökçen, “Keçiler dahil her gördüğümüz canlıyı bombaladık,” diye yazar. Dönemin “Dersim harekâtı”na katılmış asker sivil yetkililerinin anılarında ve yıllar sonra açıklanan resmî raporlarda da zulmün boyutları tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya serilir.
Dersim sadece bir yer adı değildir
Dersim, bölgenin/coğrafyanın kadim adıdır. Orada yaşamış veya hâlâ bölgede yaşamakta olanlar memleketlerine Dersim derler. Tunceli diyenlerle de karşılaşabilirsiniz sokaklarda dolaşırken. Ya sizi yabancı görüp tedbirli davranmak istediklerindendir, ya dışardan gelmiş memurlardır onlar. 80 yılı aşkın bir zaman diliminde, kafalara çoğu zaman korkuyla, baskıyla kazınmış bir zorlama addır Tunceli. Dersimli’ye çağrıştırdığı ise 37-38 tertelesidir.
Bir gözlemimi de aktarmadan geçmeyim: Bir ay kadar önce yeniden gidip dört bir yanını dolaşma fırsatı bulduğum bölgede Tunceli yerine Dersim adını kullananlar yirmi yıl önceye, on yıl önceye, hatta altı yıl önceye göre çoğalmıştı. Baskı ve zorlamanın çoğu zaman ters teptiğinin, kimlik bilincini yok etmek yerine perçinlediğinin bir kanıtı…
Tunceli’ye adını iade etme kararının ardından şoven Türk milliyetçisi kesimlerden, Devlet Bahçeli’nin MHP’sinden, Perinçek cenahından gelen tepkilerde yadırganacak bir şey yoktu. Ancak, kendilerini solcu, demokrat, özgürlükçü, haktan hukuktan yana olarak tanımlayan, öyle de görülüp bilinen kişi ve çevrelerden yükselen “Dersim dense ne olur, Tunceli dense ne olur” veya “Şimdi de zamanı mı yani!”, “İşin yok da bununla mı uğraşıyorsun Komünist Başkan!” türünden tepkiler üzerinde düşünmeye değer.
Dersim, sadece bir yer adı değildir. 80 yıl önce bu topraklarda yaşanan insanlık suçu düzeyinde bir devlet zulmünün adıdır. Bu adı değiştirmekle tarihin derinliklerine gömmeye çalıştığınız olayı yok edemezsiniz. Yaşananlar, kuşaklar boyunca insanların bilincinde /bilinçaltında varlığını sürdürür.
Cerahat akıtılmazsa bünye kangren olur
Sömürgecilik döneminde ve ulus-devletlerin kuruluş süreçlerinde istisnasız bütün ülkelerin tarihinde benzer acı olaylar/suçlar vardır. 21. Yüzyılda bile benzerleri çeşitli yerlerde hâlâ yaşanmaktadır. Mesele bunlarla yüzleşme, hesaplaşma cesareti gösterebilmektedir.
Kısa bir süre önce, Kolombiya’dan Lübnan’a, Romanya’ya, Fransa’ya, İngiltere’ye, Ukrayna’dan Polonya’ya, Hırvatistan’a, Amerika’dan Rusya’ya, on dört romancıyla birlikte katıldığım üç günlük edebiyat maratonunun konusu: “Gerçeklerin Peşindeki Yazar’dı. Latin Amerika’nın, son dönemdeki dünya çapında önemli romancılarından biri sayılan Juan Gabriel Vasquez’le birlikte katıldığım oturumun başlığı ise, her ikimizin romanlarındaki paralellik nedeniyle: Tarihin Karanlık Köşelerine Bakmak’tı. Diğer yazarlarla ortaklaştığımız nokta: İster bireysel ister toplumsal tarih olsun, karartılmış, üstü örtülmüş, unutturulmak istenmiş kötü olayların, suçların, günahların, tıpkı iltihaplı bir yara gibi, neşter atılıp cerahat akıtılmazsa kanı zehirleyip bünyeyi kangrene sürükleyeceğiydi. Edebiyatçının sorumluluğu yarayı edebiyat neşterini kullanarak temizlemek, insanın ve toplumun “iyi”leşmesine katkıda bulunmaktı.
Bunu başarabilen, tarihlerinin karanlık köşelerine ışık tutmaya, orada gördükleriyle yüzleşmeye, özür dilemeye cesaret edebilen toplumlar/ ülkeler eşik atlayıp daha insanî, daha demokrat, daha sivil, daha özgürlükçü bir noktaya gelebildiler. İnsanlar gibi toplumları da arındıran, kendisiyle barışık kılan bir süreçtir bu.
Biz de tarihimizle cesaretle yüzleşebilseydik, tabuları aşıp karanlık köşeleri aydınlatılabilseydik, Dersim 37-38 yarası işlemeye, toplumsal dokumuzu zehirlemeye devam etmezdi. 1915 Ermeni tehciri/kırımı ile yüzleşebilseydik Dersim olmazdı. Dersim’le yüzleşebilseydik bunca yıldır Kürt halkına reva görülen zulüm böyle yaşanmaz, toplum lime lime ayrışmaz, Sünnî Türk milliyetçiliğinin tahribatı bu oranlara varmazdı.
Sadece Dersim’le değil tarihimizle ve günümüzle; farklı olanı ötekileştirme alışkanlığımızdan, önyargılarımızdan, kolay ezberciliğimizden, genlerimize işlemiş Türk milliyetçiliği ve devlet tapıncından kurtulmaya çalışarak hesaplaşabilmemiz gerek.
Bunu başaramadığımız sürece: Birbirinin boğazına sarılmaya hazır, bölünmüş, cepheleşmiş, kin ve nefret diline teslim olmuş, gerçek zenginliğimiz olan çeşitliliğimizi tehlike sayan ve yok etmeye çalışan insanlar topluluğu olmaktan öteye gidemeyeceğiz. Yeni Dersim’lerden, yeni acılardan ve suçlardan kurtulamayacağız.
Bir başka yazının konusu olması gereken son söz: Vatanseverlik, yurtseverlik, hele de günümüzde, şoven milliyetçilik ve onun sol versiyonu ulusalcılıkla asla bağdaşmaz.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2024
14.05.2024
3.05.2024
3.05.2024
22.04.2024
16.04.2024
3.04.2024
29.03.2024
22.03.2024
7.03.2024