Pelin CENGİZ

Ataerkil düzen, siyasetin dili tamam da, peki ya yargıçlar
18.02.2015
1814

 “Erkeklerden nefret etmiyorum. Bu çok kolay olurdu. Hem pek çok erkek de farklı şekillerde zulüm görüyor. Nefret ettiğim ataerkil düzen, erkeklerin kadınlardan üstün olduğuna dair, erkeklerin kadınların sahip olmaması gereken haklara sahip olduklarına dair ve erkeklerin bizlerin haklı sahipleri olduklarına dair o yalanlar silsilesinden nefret ediyorum.

Bu cümleler, yaşamını ABD’de sürdüren yazar ve gazeteci Sohaila Abdulali’ye ait. 1980’de 17 yaşındayken Hindistan’ın Mumbai kentinde bir çetenin tecavüzüne uğrayan ve hayatta kalmayı başaran Abdulali’nin uğradığı tecavüzden üç yıl sonra Hindistan’da yayımlanan feminist dergi Manushi’ye yazdığı makaleden bir alıntı. Makalenin tamamını acikradyo.com.tr sitesinden okumak mümkün.

Türkiye’de siyasi pozisyon alacak diye şuursuzlukta ve şirretlikte sınır tanımayanlar hariç, herkes kin ve öfke dolu. Bunun ardında genç bir kızın hunharca işlenmiş bir cinayete kurban gitmesi kadar adaletin yerini bulmayacağına, bu tür suçlar için gerekenin yapılmayacağına yönelik derin bir kaygı ve inançsızlık yatıyor.

Toplumda infial yaratan kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayet vakalarının ardından ilk akla gelen cezalandırma yöntemi idam. Bunun bir cezalandırma ya da caydırma olmadığını biliyoruz, idam esas itibariyle bir intikam alma uygulaması. Yapılan araştırmalar ve istatistikler, idamın bu suçların azalmasında etkili olmadığını gösteriyor. Ölüm cezasının kaldırıldığı her ülkede geri getirilmesini isteyenlerin olması normal. Ancak, siyasetçilerin ölüm cezasını gündemde tutmasının, yangına körükle gitmekten, toplumun vicdanını sömürmekten öte bir kıymeti olmuyor.

Aynı şekilde, şiddetin cezasız kalmaması gerektiği yönünde Ahmet Davutoğlu’nun, “Kadına uzanan eller kırılacak inşallah” açıklaması, AB Bakanı Volkan Bozkır’ın, “Kızımın başına gelse elime silahı alır, cezasını kendim verirdim” demesi kan davasının 2015 versiyonu gibi…

Diğer yandan, Erdoğan’ın, “Kültürümüzde böyle günlerde Fatiha okumak suretiyle bu işi anarız” sözleri de aynı tanıdık terane. Hâlâ kadınları hedef gösteren, üstenci, meseleyi dinî alana çeken, aşağılayıcı, ötekileştiren bir dil. Dinî inancınız, Fatiha okuyup okumadığınız sadece sizi ilgilendiriyor, yasalar ise herkesi…

Kocalarından şiddet gören kadınlara, “Kocana okunmuş su içir”, “Dua oku, ibadet et”, “Kocana, gel umreye gidelim de” gibi öğütler veren Diyanet’in aile danışmanlarıyla aynı zihniyet.

Sorunu kadına şiddet meydana geldikten sonra, suç işlendikten sonra verilecek cezalar üzerinden tartışmak da, kadını yasalarla koruyacak çözümlere hiç ulaşamamak demek… Kadına şiddetin sosyolojik ve psikolojik etkenlerini mutlaka konuşmak gerek.

Ataerkil toplum düzeni içinde kadına şiddeti meşrulaştırma çabası kanıksanmış bir toplumsal öğreti olmuş. İffet, namus, aile gibi kavramlarla tartışmak sorunu derinleştiriyor. Bu suçları, fail yerine kurbanı suçlayan söylemlerle, suça bahaneler üretmekle, kadının özgürlüklerini kısıtlamakla engellemenin mümkün olmadığını kabul etmekle başlamak gerekiyor.

Bu kadar infiale rağmen devlet erkânı, şiddet yüklü, ayrıştırıcı, kadın düşmanı üslubunu sürdürüyor, kadın eyleminde “Sık ulan sık” zihniyetindeki erkekler kadınları yerlerde sürükleyip, gözaltına alıyor.

Siyasetçinin şiddeti köpürten, eril, çözüm aramaktan uzak zihniyetinin vebali elbette çok. Ancak, sapıkları, katilleri serbest bırakan, iyi hâl indirimi getiren, neredeyse mağduru haksız çıkaran, failin sırtını sıvazlayan, kravatına, takım elbisesine tav olan yargıçların da vebali var. Kadına şiddet davalarına bu alanda uzmanlaşmış kadın yargıçların atanması kritik önemde. Yasalar değişse de, siyasetçiler gibi yargıçların zihniyeti de aynı kaldığı sürece adalet duygusu bu ülkede asla tatmin olmayacak.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar