Umut ÖZKIRIMLI
“Çoğunluğun diktası” (tyranny of the majority), ya da antik Yunan felsefesindeki adıyla “oklokrasi” (ochlocracy, οχλοκρατία) – “ayak takımı yönetimi” – siyaset biliminin en çok tartışılan terimlerinden biridir.
On yedinci yüzyıldan itibaren yeniden dolaşıma giren terimi popüleştiren isimlerin başında Amerika Birleşik Devletleri’nin dördüncü başkanı James Madison, Fransız diplomat ve siyaset bilimci Alexis de Tocqueville, İngiliz siyaset felsefecisi John Stuart Mill gelir.
Bu düşünürlere göre çoğunluğun yönetimi, her zaman kamu yararı ve azınlık haklarının göz ardı edilmesi riskini taşıyacaktır. Madison’ın bu potansiyel soruna karşı çözüm önerisi federal bir yönetim şekli benimsenmesidir.
Çoğunluk, herhangi bir eyalette yerel azınlığın haklarını çiğnemeye kalkışsa bile ABD gibi büyük ve farklı eyaletlerden oluşan bir ülkede aynı çoğunluğun yönetimi tümüyle ele geçirmesi zor olacaktır.
Ayrıca yasama, yürütme ve yargıyı birbirinden ayıran güçler ayrılığı ilkesi, azınlığı çoğunluğun diktasına karşı koruyacaktır. John Stuart Mill’e göre ise çözüm, nispi temsil sistemi ve daha genel olarak “zarar ilkesi”dir (harm principle).
Bireyler, başkalarına zarar vermedikleri sürece istedikleri her şeyi yapabilme özgürlüğüne sahip olmalıdır; ancak eylemleri başkalarına zarar veriyorsa yönetimin buna engel olma hakkı vardır.
Bu önerilere yönelik eleştirileri özetleyerek okuyucuların sabrını test etmek gibi bir niyetim yok. Yazının amacı da farklı yönlere çekilmeye müsait çoğunluğun diktası kavramını tartışmak değil.
Sonuçta apartheid dönemi Güney Afrikası ya da Suriye örneklerinin gösterdiği gibi, azınlıkların da iktidarı bir şekilde ele geçirip çoğunluğu baskı altında tutabileceğini biliyoruz.
Kaldı ki çoğunluğun azınlık haklarını çiğneme ihtimali yüzünden demokrasiden tümüyle vazgeçmek ya da yine Mill’in önerdiği gibi eğitimli olanların oylarına daha fazla değer verecek bir mekanizma oluşturmak da pek sağlıklı bir çözüm sayılmaz.
Öte yandan kavramın dikkatimizi çektiği sorun önemli: Meşru yollarla iktidara gelen bir kesimin – azınlık ya da çoğunluk – diğer kesimlerin haklarını ayaklar altına almasını “demokrasiden vazgeçmeyerek” nasıl engelleyebiliriz?
Başka bir şekilde ifade edersek, demokrasiyi “çoğunlukçuluğa” (majoritarianism), yani belirli aralıklarla tekrarlanan seçimlerde çoğunluğun oyunu almaya indirgeyen, bunun dışındaki tüm süreç, kurum ve hakları görmezden gelen bir anlayışla nasıl mücadele edilebiliriz?
Genelde sanıldığı gibi bu sorun sadece otokratik yönetimlere ya da askeri diktatörlüklere özgü bir durum değil. Dış basına sadece oy verme günü yaşanan polis vahşetiyle yansıyan Katalonya bağımsızlık referandumu, süreç yakından incelendiğinde çoğunlukçu anlayışın nasıl kötüye kullanılabileceğini gösteren mükemmel bir örnek.
Kendine özgü kültürel özellikleri (başta farklı bir dil) ve zengin ekonomisiyle İspanya’nın geri kalanından ayrılan Katalonya’da bağımsızlıkçılık (indepentism, independismo catalán), ülke Franco faşizmini geride bırakıp demokrasiye geçtiğinden beri birçok parti tarafından temsil edilen güçlü bir siyasi akım; ancak salt çoğunluğun desteğine sahip değil.
Katalan hükümetinin 2007 yılında yaptırdığı bir kamuoyu araştırmasına göre bağımsız bir devlet fikrini savunanların oranı yüzde 16.8. 2008 ekonomik krizi ve Madrid yönetiminin kemer sıkma politikalarına yönelik tepkiyle bu oran 2017 yılında yüzde 37.4’e çıkmış (bağımsız devlet fikrini savunanların oranının ekonominin dibe vurduğu 2010 yılında yüzde 49’a kadar yükseldiğini de not edelim).
1 Ekim 2017’de yapılan bağımsızlık referandumu ise Katalanların yüzde 90 oranıyla destek verdiği 1978 anayasasına aykırı. Nitekim İspanya Anayasa Mahkemesi de referandumun yasal olmadığını ilan ediyor.
Buna rağmen bağımsızlıkçılar oylamanın yapılmasını sağlıyorlar ve yüzde 43 katılımla gerçekleşen referandumda oyların yüzde 92’sini kazanmayı başarıyorlar.
10 Ekim’de Katalan lider Carles Puigdemont tarihin en kısa sureli cumhuriyetini ilan ediyor; önce Katalonya Cumhuriyeti’nin artık “bağımsız ve egemen bir devlet” olduğunu duyuran Puigdemont, 57 saniye sonra bu iddiasından Madrid’le görüşmeleri sürdürmek için vazgeçiyor! Bağımsızlıkçı siyasetçilerin birer birer tutuklanmaya başlamasıyla da Brüksel’e kaçıyor.
Peki Katalan halkının çoğunluğunun desteğine sahip olmayan, anayasaya aykırı bu referandum nasıl gerçekleştiriliyor? İşte burada devreye yazının konusu “çoğunlukçuluk” kavramı giriyor.
Yukarıda bahsettiğim ekonomik kriz ve İspanya Anayasa Mahkemesi’nin Katalonya’ya daha fazla özerklik tanıyan bir yasa değişikliğini reddetmesiyle güçlenen bağımsızlıkçı partiler, içinde burjuva milliyetçiler ile anti-kapitalist anarşistleri de barındıran beş benzemez bir koalisyonla – bağımsızlık karşıtı kampın parçalanmışlığından da yararlanarak – 2015 yılında yapılan bölgesel seçimlerde parlamentoda birkaç sandalyeyle çoğunluğu ele geçiriyorlar ve referanduma giden süreci başlatıyorlar.
Ancak iş burada da kalmıyor. Bağımsızlıkçı koalisyonun lideri Artur Mas, kendi partisindeki çekişmeler sonucu parti başkanlığını kaybedince parlamentonun lağvedilmesi riski beliriyor ve yeni secimler için Mart 2016 tarihi belirleniyor. Bu noktada koalisyonu oluşturan başka iki parti aralarında anlaşarak Puigdemont’u lider olarak seçiyorlar ve seçimlere gidilmesini engelliyorlar.
Bu mikro örneği bu kadar ayrıntılı anlatmamın nedeni çoğunlukçuluğun nasıl kötüye kullanılabileceğini göstermek. Katalonya’da yaşanan süreçte milliyetçilik manipüle edilerek yerel parlamentoda “yasal çoğunluk” elde ediliyor.
Madrid’in karşı çıkışları anayasaya uygun olsa da bağımsızlıkçılar tarafından Katalonya halkının meşru haklarına müdahale olarak gösteriliyor. İşin en ironik tarafı da bu manipülasyonun, 1980’lerden beri İspanya halkının çoğunluğunun Katalan azınlığın haklarını çiğnediği şiarıyla siyaset yapan bağımsızlıkçılar tarafından yapılması.
Hikaye size tanıdık gelecektir. Kemalist/laik azınlık tarafından mağdur edildiğini savunan İslamcı/dindar çoğunluk; laikliği savunan partilerin parçalanmışlığı ve alternatif bir siyaset önerememesinin de etkisiyle meşru seçimlerle iktidara gelen “mağdurlar”; savunulan ilkelerin iktidar ele geçirilince unutulması ve meşruiyeti tartışmalı seçimlerle iktidarın sürdürülmesi; çoğunlukçu anlayışla hak ve özgürlüklerin yok edilmesi ve çoğunluğun yaşam tarzının, değerlerinin toplumun geri kalanına dayatılmaya başlanması…
Yazının başlığı olarak “çağımızın vebası” teriminin seçilmesinin nedeni ise çoğunlukçuluğun sadece İspanya ya da Türkiye’nin başına bela olan bir anlayış olarak algılanmaması gerektiğini vurgulama ihtiyacı.
Macaristan’dan Polonya’ya, Hindistan’dan Bolivya’ya dünyanın birçok ülkesinde yönetimde olan (sağ ya da sol) popülist-otoriter aktörler iktidarlarını bu anlayışa dayanarak sürdürüyorlar. Dini, etnik, ideolojik, sınıf, cinsel tercih temelli her tür azınlığın hakları yine bu anlayışa dayanılarak ayaklar altına alınıyor.
Buna karşı demokrasi sınırları içinde kalınarak nasıl mücadele edilebileceği de başka bir yazının konusu olsun.
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.03.2020
25.02.2020
10.02.2020
16.12.2019
5.01.2019
19.10.2019
12.10.2019
6.08.2019
2.07.2019
24.03.2020