Yasemin ÇONGAR
Türkiye, Gianni Buquicchio’nun adını referandum vesilesiyle öğrendi. Aralık 2009’dan beri Venedik Komisyonu’nun Başkanı olan Buquicchio, 7 eylülde, yani biz Anayasa değişikliklerini oylamadan beş gün önce, “Yüksek yargıda kast var. ‘Evet,’ çıkarsa bu tekel sona erecek” diyerek net bir tavır almıştı. Sandıktan yüzde 58 oranında “evet” çıkmasının da, Buquicchio’yu memnun ettiği anlaşılıyor. Nitekim, Komisyon’un 15-16 ekimdeki genel kurul toplantısına katılan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, orada Anayasa değişiklikleriyle yolu açılan yargı reformu konusunda sunum yaptıktan sonra, Komisyon’un tepkisi, “Size bu değişiklikler için hep destek verdik, bundan sonra daha da fazla destek veririz” olmuş. Tabii, küçük bir dokundurma yapmadan da geçmemiş ve bu yaz, yirminci yılını kutlayan Venedik Komisyonu’nun genel kurullarına Türkiye’den ilk kez bakan düzeyinde katılım olduğunu kibarca not etmişler: “Yolunuzu yirmi yıldır gözlüyorduk.”
Adı “kaynana çatlatan” ama...
Bunları pazar günü öğleden sonra Tarabya sırtlarındaki Hâkimevi’nde anlattı Sadullah Ergin. Bir grup köşe yazarını, kendi deyimiyle, “çaylı, pastalı bir kaynana çatlatan” toplantısına davet etmişti. Ama daveti yaparken, “HSYK sürecine ilişkin her türlü sorunuzu cevaplamaya hazırım” demesinden de anlaşılacağı üzere, Ergin’in esas “çatlatmak” istediği HSYK seçimleri sonrasında oluşan “Bakanlık, siyasi ağırlığını koydu ve tulum çıkardı” izlenimiydi.
Bu izlenim, esasen, birbirini ilgilendiren üç gelişmenin sonucu: Birincisi, adlî ve idari yargıdaki meslektaşlarınca seçilen yeni HSYK üyeleri arasında Adalet Bakanlığı’ndan iki üst düzey bürokratın olması; ikincisi, seçimde en yüksek oyu alan Bakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur’un kazanan listeyi bizzat hazırlaması ve bakanlığın idari gücünün bu liste arkasında toplandığı düşüncesi; üçüncüsü, YARSAV ve Demokrat Yargı’ya mensup adayların genel beklentinin çok altında oy alıp seçimi kaybetmesi.
Tabii, bu üç gelişmenin, AKP’nin “siyaset alanında büyük ölçüde rakipsiz ve her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan bir güç” olmaya başladığı algısını besleyen kimi açıklamalarla eşzamanlı olmasının da, HSYK seçimleriyle ilgili kaygıları pekiştirdiği söylenebilir.
‘Aday olmayın’ diyemezdim...
Sadullah Ergin, “Sonuçtan hiç rahatsız olmadınız mı” diye sorduğumuzda, “Benim rahatsızlığım Anayasa Mahkemesi’nin Meclis’ten geçen düzenlemeyi değiştirmesiyle başladı. Bunu o zaman açıkça ifade ettim” yanıtını veriyor: “HSYK seçimlerinde, her seçmenin tek adaya oy vermesi formülü bozulmasa, çoğunlukçuluğun önü açılmayacak ve çoğulcu esasa göre, her aday kendisi için çalışıp, kendi oluşturduğu algıya göre seçilecek ya da seçilemeyecekti. Bu formül, her dernek çatısı altından bireysel adayların seçimini kolaylaştırırdı.”
Ergin, tesbitinde haklı ama seçim sistemi Anayasa Mahkemesi’nce böyle değiştirildiğine göre, Bakanlık bürokrasisi “etik” ve “siyasi” açıdan daha özenli davranamaz mıydı? Mesela Ergin, Müsteşar Yardımcı Okur’un ve Personel Genel Müdürü Birol Erdem‘in adaylıktan caymasını isteyemez miydi?
Bu soruyu özetle şöyle yanıtladı Ergin: “Bakanlık bünyesinden altı bürokrat aday oldu; bunlara ‘aday olma’ demek, anayasal haklarını kullanmalarını önlemek anlamına gelirdi ve etik açıdan esas o yanlış olurdu.”
Tabii, Ergin burada da durmadı; Bakanlık bünyesinden bazı bürokratların YARSAV listesinden yarıştığını hatırlatarak, “Ben ‘Aday olma’ deseydim, bu arkadaşlardan bazıları bana ‘Sen ne karışıyorsun, bizi nasıl engellersin’ der ve sözümü zaten dinlemezlerdi. Telkinimi dinleyecek olanlar olsa bile, onlar da içlerinden kırılırlardı” dedi.
Listenin hazırlanmasında kendisinin dahli olmadığını, listeyi önceden görmediğini de vurguladı Ergin ve ekledi: “Kazanan listede yer alanlar sanıldığı gibi aynı felsefi yaklaşımı paylaşan insanlar değil. Daha ziyade, meslektaşları arasında saygınlık kazanmış ve seçim şansı yüksek adaylar biraraya geldi.”
Adlî ve idari yargıdan seçilen HSYK üyelerinin profilini biraz yakından inceleyince, Ergin’in haklı olduğu görülüyor. Mesela, HSYK’nın yeni üyelerinden, yine “bürokrat” diye eleştirilen Türkiye Adalet Akademisi Eğitim Merkezi Müdürü Ahmet Kaya’nın eşi de yargı mensubu ve YARSAV üyesi... Ayrıca, İbrahim Okur’un bakanlığa 1996’da (yani AKP’nin daha hayali bile kurulmamışken) girdiği gibi ayrıntılar da önemli...
Yargı tabanı “marjinal” değil
Ergin’in mütebessim bir sessizlikle karşıladığı şu soru bence kritik: “YARSAV’ın ve Demokrat Yargı’nın seçimlerde bu kadar başarısız olmasını bekliyor muydunuz?”
Buna doğrudan cevap vermese de, sohbetin başka bir yerinde, “Marjinal söylemlerle yola çıkan YARSAV’a yargı tabanı mesafe koydu” dedi Ergin... Ve doğrusu, bu yoruma hak verdim.
Tabii, Yargıtay ve Danıştay’ın HSYK’ya seçtiği üyelerin nedense pek tartışılmayan niteliklerine bakarak, bakanın deyişiyle, “marjinal söylemlerin” HSYK’da temsilinin süreceği sonucuna varılabilir.
Peki, Adalet Bakanı (ve hükümet) HSYK seçimlerinin yarattığı manzaranın “hukuka uygun” bile olsa, en azından “şık olmadığı” görüşüne hiç mi katılmıyor? Ergin’in bundan sonra ne olacağını anlatırken yaptığı itiraf, bence bu sorunun da yanıtı: “Bakanlık bünyesinden aday olup seçilen arkadaşlarımızın HSYK’da başkanvekili olmalarından yana değilim. Kurul başkanı olarak gerekirse bu görüşümü ifade edeceğim.”
AİHM’den önce son durak
Hâkimevi’ndeki sohbette Anayasa Mahkemesi’nin yeni rolü de gündeme geldi. Kişisel başvuru hakkının tanınmasıyla, Yüksek Mahkeme artık “iç hukukta son aşama” olacak. Yani, Yargıtay’da alınan bir karara Anayasa Mahkemesi’nde itiraz mümkün; AİHM’e ise ancak ondan sonra başvurulabilecek. Kâğıt üzerinde “olumlu” bir adım bu bence. Ama kuvvetle muhtemel bir sakıncayı da içinde barındırıyor. Başvuru usulü kolaylaştırılıp, Anayasa Mahkemesi’ne hızlı karar alması yönünde bir yaptırım getirilmezse, birçok hak ihlalini AİHM’e taşımak hayale dönüşebilir. Tabii, esas olan AİHM’e taşımayı gerektiren hak ihlallerinin hukuk sistemimizden temizlenmesi. Hızlı bir “temyiz ve itiraz” düzeni sağlansa, Türkiye’nin kendi Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve alt mahkemelerdeki ihlallere ilişkin sağlıklı kararlar alabilse, bu, temizlenme çabasına da hizmet eder. Ama bu cümlede bir “eğer” gizli ve “eğer,” göründüğünden daha kuvvetli bir kelime maalesef.
Ergin’e bu sakıncayı hatırlattığımızda, “Henüz yöntemi kararlaştırılmış değil. AİHM de bize bu konuda bir model önerecek” dedi.
Amaç, Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuru düzenine ilişkin yasayı, 2011 Adlî Yılı’na yetişecek şekilde hazırlayıp geçirmek.
Basın davalarına çare aranıyor
Basın davalarında dünyada rekora giden bir ülkenin yazarları Adalet Bakanı’yla buluşur da, bu konu gündeme gelmez mi hiç? Nitekim, Hâkimevi’ndeki toplantıda bir ara salondan çıktım, dönerken, Taha Akyol, “Yasemin, gel gel senden bahsediyoruz” diye takıldı bana; meğer ben yokken konu basın davalarına ve haliyle Taraf’a gelmiş.
Ergin, basın davalarına çare aradıklarından, “gizliliği ihlal” gibi konularda “vatandaş için suç oluşturan bir eylemin, gazeteci için suç oluşturmaması” keyfiyetinin güçlüğünden söz etti. Kamunun bilgilenme hakkı, eleştiri-hakaret ayrımı gibi konularda, ifade özgürlüğünü esas alan bir yaklaşım gerektiğini söylüyorduk ki, laf o meşum 301 meselesine vardı. Ergin, bana bakarak, “Önümüze gelen, 301 davası taleplerinin önemli bölümü Taraf’ı ilgilendiriyor” dedi ve nedense hiç şaşırmadım.
[email protected]
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Kiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında…
5.12.2013 - Müminlerle âlimlerin demokratlığı ve matematikten boşanan fizik
24.09.2013 - Erdoğan'ın yeni danışmanı, şaka değil
27.07.2013 - Abdellatif Kechiche: Hiçbir devrim, cinsel bir devrim olmadıkça tamamlanmaz
29.05.2013 - Sıradan bir 'tanrı'nın olağanüstü kitabı: Son Oyun
1.04.2013 - Duvarlarınıza fazla güvenmeyin
8.12.2012 - Makinenin hakikati, insanın zehri
1.12.2012 - Ben bu işi hepinizden daha iyi yaparım
17.11.2012 - Birinci hazin şahıs ve komşu çocukları
10.11.2012 - Ölümün içinden hayatı doğurarak...
3.11.2012
Yazarlar
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
Onur Dinçer
Ermeni, Rum ve Süryani tehcirleri ve katliamları da Enverin ekibinin şahsi tercihlerinin bir neticesidir.
Onur Dinçer
Osmanlının Almanya tarafında 1. Dünya Harbine girmesi tamamen Enverin ve onun ekibinin şahsi tercihlerinin bir neticesidir. İttihat ve Terakkide herkes aynı düşünmüyordu. İttihat ve Terakkide harbe girilmesine hararetle muhalefet eden geniş bir kütle de olduğu gibi, Mustafa Kemal gibi İngiltere tarafında harbe girilmesini isteyen ciddi bir kütle de vardı. O devirde Enverin ekibi İttihat ve Terakkinin başında olduğu için onların dediği oldu. Vaziyet bundan ibaret.
Onur Dinçer
Sanırım sen Osmanlıda Kürtlerin ve Arapların düzenli olarak askere alınmasının başladığı devirle gayri-Müslimlerinkini karıştırdın.
Onur Dinçer
Gayri-Türk Müslümanların Osmanlı ordusuna alınması İttihatçılarla filan başlamadı. 19. asra kadar Osmanlı ordusu büyük nisbette Anadolu ve Balkanların Sünni Müslüman (yeni Müslümanlaştırılmış devşirmeler dahil) ahalisinden olan insanlardan ibaretti. Ama 19. asrın ortalarından itibaren Kürtler ve Araplar gibi Anadolu ve Balkanlar dışından olan Müslümanlar ve İttihatçılar devrinden (1910lar) itibaren de gayri-Müslimler Osmanlı ordusuna düzenli (ve hem de mecburi) olarak alınmaya başladılar.
Mehmet Namım Polat
Mehmet Akbacak biraz daha tarih öğrenirse, yalan zannetiği şeylerin aslında gerçeklerin özeti olduğunu farkedecek. Dünya savaşında savaştığımız düşmanın emperyalist olmadığını iddia etmek çocukluktur. Yemen kendi toprağımız olduğuna göre, ordumuzun orada bulunması kadar tabii bir şey yoktur. İlki ekonomik emperyalizme karşı, kapitülasyonlardan kurtuluş, İkincisi politik emperyalizme karşı bir tavır alıştır osmanlının dünya savaşında yer alışı. Düşmanı zaaf anında yakalamak istedik, ama olmadı.
Mehmet Namım Polat
Mehmet Akbacak tarihi biraz daha kurcalamaya başlarsa görecek ki, Osmanlı ordusu herşeyden önce Türk bir oduydu, buna son vermek isteyen İttihatçılar oldu. İşte Türk olmayan Müslümanlarında askere alınmaya başlaması ittihatçı nefretinin başını sebeblerinden birini teşkil eder. Aynı ittihatçılar, savaş bitince ülkeyi terk ettiler fakat Enver Paşa hariç ermeni katiller tarafından birer birer öldürüldüler. Kaçmasaydılar da öldürüleceklerdi, zira ingilizler kararını vermişti.
Ad Soyad Giriniz...
ne alakasi var canakkale ye gittiginiz de sehitligi gezdiginizde zaten bircok etnik kokenden insanin orada yattigini gorursunuz hic bir zaman sadece turkler savasti diye dusunmedim dusundurulmeye de yonlendirilmedim....