Yasemin ÇONGAR
Bilmediğim bir Doğu büyüyor içimde. Hiç beklemediğim şekillerde değiyor bana, değip de geçmiyor üstelik, üzerime kokusu siniyor sanki, tenime nüfuz ediyor ve ben ona dokunamıyorum.
Olmadık yerlerde yakalıyor beni; bir Şanghay gecesinde devâsâ gökdelenlerin rengârenk ışıklı gölgesinde yüzen son model James Bond’a bakarken, filmi unutup şehri düşlüyorum mesela. Mo Yan, Nobel’i kazanmasaydı içine belki de hiç dalmayacağım darı tarlaları, kırmızı başaklarının arasında kendi uzak çocukluğumu bırakmışım gibi “tanıdık”geliyor bana, ama ben o tarlaların akşam güneşinde kızıl bir deniz gibi ürperdiğini okuduğumda, tam olarak neyi hatırladığımı, neyi özlediğimi bilmiyorum. Amerikan seçimlerini seyrederek sabahladığım günün yorgun akşamında, Çin Komünist Partisi’nin kongre hazırlıklarını anlatan haberler, aradaki muazzam tezatın, içinde“özgürlük” geçmeyen bir cümleyle nasıl anlatılabileceğini düşündürüyor nedense; hâlin, hâllerin bildik isimlerinden uzaklaşıp yeni tariflerine ulaşmak istiyorum.
Doğu, bin bir bilmecesiyle birlikte büyüyor içimde. Her bilmece, binlerce ipucu demek.
Bugün Taizéli Anthony Birader’den bahsedeceğim size; Ko Un’u anlatacağım okursanız. Bir ipin ucundan tutmak ve buralardan bakınca her ne kadar Çin edebiyatına “yakın” görünse de, aslında diliyle, duygusuyla ne kadar “uzak” düştüğünü yeni yeni anladığım Kore edebiyatının en güçlü seslerinden birine kulak vermek için.
Evine bir yabancıyı almanın hazzıyla…
Kelimelerin arkeolojisini hep sevdim ben. Tesadüfen keşfettiğim bir cümlenin beni başka cümlelerin peşine düşürmesini, bir edebiyatçının hiç bilmediğim külliyatı içinde usul usul, kadim bir medeniyetin sırlarına erişmeyi umarak, sabır ve nezaketle kazı yaparcasına ilerlemeyi sevdim. Taizéli Anthony Birader’le de böyle bir “kazı”da karşılaştım. Ko Un’u okurken, onu okumamı mümkün kılan adamı da tanımak istedim çünkü.
1933 Gunsan doğumlu (Güney) Koreli şair Ko Un’un seçme şiirlerinden oluşan First Person Sorrowful (Birinci Hazin Şahıs) adlı kitap, geçenlerde Britanya’da yayımlandı. Yüz elliden fazla kitap yazdığını, yirmiden fazla dile çevrildiğini, son yıllarda Nobel Edebiyat Ödülü adayları arasında anıldığını bilmiyordum Ko Un’un. Başlangıçta, tek mısralık bir şiirle çıktı karşıma.
“Vay! Tanıdın beni” diyordu… O kadar. Mısra buydu, şiir bu. Şair, “Kayan bir yıldız” adını vermişti şiirine:
Vay! Tanıdın beni.
Gökyüzünde kendine ait yıldızları olan her çocuğun bildiği bir sesle konuşuyordu; boşlukta, bir başına, ve işitildiğinden emin.
O sesi takip edince First Person Sorrowful’a ve kitabın iki çevirmeninden biri olan Taizéli Anthony Birader (Brother Anthony of Taizé) ya da sonradan aldığı Korece adıyla An Sonjae’ye vardım. 1942 Cornwall doğumlu Anthony Birader; Oxford’da Ortaçağ ve Modern Diller Bölümü’nü bitirdikten sonra Fransa’ya gitmiş, Taizé Cemaati’ne katılmış, birkaç yıl manastırda keşiş hayatı yaşamış. Protestan ve Katolik gelenekten rahipleri buluşturan bir cemaat bu; dünyevî nimetlerden elini eteğini çeken temsilcileri aracılığıyla, insanlar arasında güven tesis edip, çatışmaları bitirecek bir mesaj yaymaya çalışıyor.
Anthony Birader’i, bugün Kore edebiyatının Batı’da tanınmasını sağlayan en önemli isim yapacak olan seyahat de, bu cemaatin bünyesindeyken, Seul Başpiskoposu Kardinal Kim Sou-Hwan’dan aldığı bir davetle başlamış. 1980’de, otuz sekiz yaşındayken Güney Kore’ye ilk kez ayak basan Anthony Birader, sonraki hayatını Sogang Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı öğreterek, Korece öğrenerek, kitaplar yazarak ve giderek artan bir yoğunlukla Kore edebiyatını ve Ko Un’un bütün eserlerini İngilizceye çevirerek geçirmiş.
Anthony Birader’in The Asia-Pacific Journal: Japan Focus adlı akademik dergide yayımlanan“The Art and Life of Korean Poet Ko Un: Cross-Cultural Communication” (Koreli Şair Ko Un’un Hayatı ve Sanatı: Kültürlerarası İletişim) başlıklı makalesini okuyunca, onun Ko Un’la sadece bir şair-çevirmen ilişkisi kurmadığını, Ko Un’u, hem hayatının olağanüstü olaylarının içinden hem de en sıradan hâlleriyle anlatabilecek kadar yakından tanıdığını anlıyorsunuz. Ko Un’un o makaledeki sûretinden söz edeceğim. Ama önce Anthony Birader’in beni çok etkileyen bir yönüne değinmek istiyorum.
Kendini açıkça, bir dile, bir kültüre, bir uğraşa adamış olduğu halde; bütün bunlara belli bir mesafeyle, eleştirerek ve kendi farklılığını sadece hissetmeyip, genel anlamda farkın, farklarımızın kıymetini de bilerek yazabilen biri o. Kore edebiyatına olan sevgisi Koreli yazarların “yerelliğini” sorgulamasına engel olmuyor; dünyada ne yazıldığıyla ne söylendiğiyle hiç ilgilenmeyen Koreli okurları ve “Kore’de çok satan, Kore’de çok okunan, Kore için iyi” olmaktan ziyadesiyle memnun ama son tahlilde sihrini ülke, kültür, dil sınırı tanımamasında bulan edebiyat âleminin enginliğini de asla kavramayan Koreli yazarları eleştiriyor; edebiyatçının sadece “kendi milletine” değil, her insana ve hattâ her insanın baktığı her yıldıza, etrafımızdaki o muazzam kalabalığa ve o muazzam boşluğa söyleyecek bir sözü olması gerektiğini hatırlatıyor.
Asymptote adlı yeni bir uluslararası edebiyat dergisi var. Internette İngilizce yayınlanıyor; Batı’yla Doğu’yu buluşturan çok dilli, çok milletli bir yazıişlerine sahip; en önemlisi de edebî çeviri üzerine, çevirinin her birimizin hayallerini anadilin tutsaklığından kurtararak özgürleştirebilmesi üzerine düşünen bir dergi. Asymptote’ta kendisiyle yapılan söyleşide, bahsettiğim “yerellik” eleştirisi kadar, çeviri üzerine anlattıkları, özellikle Fransız filozof Paul Ricoeur’den (1913-2005) ilhamla“çevirinin mutluluğu” üzerine söyledikleriyle de, her okur ve her yazar için –ve aslında “öteki”karşısında ne yapacağını bilemeden kalakalmış her kul için– bir kapı aralıyor Anthony Birader. Ben, Birader’in Ricoeur’den aktardığı o bölümü kendimce şöyle yazacağım:
“Tercüme etmenin mutluluğu, dilin mutlaklığının kaybedilmesine bağlı olarak, yeterlilikle denklik arasındaki farkı itiraf etmek sûretiyle kazanılır. Bire bir aynı olmayan bir denklik mümkündür… Çevirmen, kendi mutluluğunu dilin misafirperverliğinde bulur o vakit. Dilin misafirperverliği de zaten, ötekinin lisanında ikâmet etmenin keyfi ile yabancı kelimeyi kendi evine kabul etmenin hazzının dengelendiği yerdir.”
Aşkın bile komünal olduğu günler…
First Person Sorrowful, Ko Un’un şiirleri arasında ayrı bir yerde duran, bir şiirden ziyade, şiir üzerine bir makaleyi, hattâ bir manifestoyu andıran şiirden almış adını. “Birinci Hazin Şahıs” adlı –yan sütunda tam çevirisine yer verdiğim— o şiir, ritim ve duygu olarak Ko Un’un eserinden apayrı bir yerde dursa bile; şairin –temelini Zen Budizminde bulan— felsefesini teyit eden bir mesaj taşıyor. Birinci tekil ya da birinci çoğul şahsın duvarlarını aşmayı deneyerek, adeta kendi içinden taşıp yükselerek, kendi vücuduna, kendi benliğine yukarıdan bakarak yazıyor Ko Un, ve onu “Koreli” bir şair olmanın ötesine taşıyıp, her dilde “evinde” kılan şey de bu sanırım. “Artık çok geç” diyor mesela “Tek bir kelime” adlı şiirinde:
Artık çok geç. / Dünya duydu bile / benim kelimemi / ben onu söylemeden önce. / Solucan duydu. / Solucan bir damla ağladı.
Bize, kendi ölümlülüğümüz kadar, hayatın devamlılığının da buruk bir hediyesi olan bu “gecikmişlik”hissini siz de çok iyi tanıyorsunuz, değil mi? Ya, Ko Un’un “Bir Ânın Çiçekleri” üst başlığında topladığı mısralarda, bize bölük pörçük hatırlattığı o büyük yalnızlığımızı, ortak çaresizliğimizi?
Güneş batıyor / Bir dilek: / Şişman bir dolunayın altında kurt olmak.
***
Bütün günü başka insanlar hakkında konuşarak geçirdim / yine / ve ağaçlar beni seyrediyor / eve dönerken.
***
Bitkin düşen / annesi uyuyakalmış, / bebek tek başına dinliyor / gece treninin sesini.
***
Yağmurlu bir bahar günü / bir iki kez dışarı baktım / acaba biri yanıma gelir mi diye.
First Person Sorrowful’daki şiirlerin ekseriyeti, görünür dalgalardan ziyade gizli bir dip akıntısı gibi sürüklüyor okuru. “Birinci Hazin Şahıs” ise dalgaları vurgulayan bir şiir. Bir başına “biz” diyerek yemin etmenin tuhaflığı, bir zamanlar o yeminleri etmiş olanlarımızın şahsında hazin bir hakikate dönüşüyor ister istemez; bazılarımız, “ben âşığım” demenin cesaret gerektirdiği, komünal olmayan her şey gibi aşkın da “ayıp” olduğu günleri hatırlıyoruz belki. Ama “Bahar her zaman kararsızdır”mısraının, sadece “kandırılmış” gençliğimize ait olmadığını da pekâlâ biliyoruz. Dip akıntısı işte tam o noktada içine çekiyor bizi.
Hayat dildir, dil hayattır
Dünyanın en üretken şairlerinden biri Ko Un. Türkçeye pek az çevrilmiş; ben sadece Eunk yung Oh’un tercümesiyle Ürün Yayınları’ndan çıkmış On Bin Can adlı minnacık bir kitaba rastladım — ki “On Bin Can”ın Maninbo / Ten Thousand Lives adıyla otuz cilt halinde yayımlanmış ve adına uygun biçimde, Ko Un’un hayatı boyunca rastladığı binlerce insanın her biri için bir şiir yazarak oluşturduğu dev ve devam eden bir eser olduğunu bilince, hepi topu 143 sayfalık bir numunenin yetersizliğini daha iyi kavrıyorsunuz.
İnsan, niye rastladığı her insanın şiirini yazmak istesin? Cevabı, Anthony Birader’in Ko Un’un hayatı üzerine yazdıklarında buldum. Maninbo’nun ilk ciltlerinde anlattığı üzere, Japon hükümranlığı döneminde, çocukların büyüyemeden öldüğü yoksul Kore köylerinde başlamış bir hayat bu.
İkinci Dünya Savaşı’nı kaybedince, Kore yarımdasından çekilen Japonya, yerini kuzeyde Sovyet, güneyde Amerikan ordusuna bırakır malûm. 1950’de de Kore’nin bu iki yarısı savaşa tutuşur. Çocukluğunda bütün yoksunluklara rağmen iyi bir eğitim alan, klasik Çinceyi öğrenen, şiir yazmaya başlayan Ko Un, on yedi yaşındadır savaş başladığında ve katliamlara bizzat tanık olur; yakın akrabalarının, âşık olduğu ilk kızın öldürüldüğünü görür. Cesetlerini taşır, gömer onları. Sonunda, bu dehşetin sesini artık işitmemek için kezzap döker kulaklarına; bir kulağı sağır kalır.
Anthony Birader, Ko Un’un hayatının ikinci evresinde bir Budist tapınağına kapandığını, ardından ustası Hyobong’un peşinden bütün Güney Kore’yi dolaştığını da yazıyor. Hyobong, Japon İmparatoru’na bağlı bir hâkim olarak verdiği haksız ölüm cezalarının azâbını, savaştan sonra kendini dine adayarak çeken bir rahip. Ko Un da, Hyobong gibi dinde teselli aramış ama Budizmi katı yasaklara bağlayan rahiplere duyduğu tepkiyle, 1960’tan sonra dünyevî işlere dönüp öğretmenlik yapmaya başlamış. On yıl sonra, diktatör Park Çung-hi’nin zulmü karşısında duyduğu öfke ve çaresizlikle, dağa çıkıp zehir içmiş.
Ölmeye karar veren ama ölmeyi beceremediği için hayata iki kez yenilmiş bir adam olarak evine döndüğü gün, gencecik bir tekstil işçisinin Seul’de diktatörü protesto ederek, kendini öldürdüğü haberini okumuş ve kararını vermiş: Bundan sonra intiharı denemeyecek, insanlar intihar etmeyi istemesin diye rejimle mücadele edecektir.
Sonrasında defalarca gözaltı, kitaplarının toplatılması, polis nezaretinde coplanarak diğer kulağında da işitme kaybı oluşması ve nihayet 1980’de yirmi yıla mahkûm edilip cezaevine girmesi var. Hapisteyken, kolaylıkla yargısız bir infaza kurban gidebileceğini görmüş; “Beni sessiz sedasız, hiçbir kayıt tutmadan öldürebilirlerdi.” Oysa, “her hayatın gayrıresmî bir kaydı olmalı.”Rastladığı herkes için bir şiir yazarsa, kendince bir kayıt tutabilir belki; her hayatın önünde bir şiirle eğilebilir. Maninbo böyle başlamış.
Ko Un’un iki yıl sonra genel aftan yararlanıp serbest kalması, Güney Kore demokrasiye geçince evlenmesi, elli iki yaşında ilk kez baba olması ve nihayet 1990’lardan itibaren pasaport alıp, dünyayı dolaşmasıyla nispeten “normalleşen” hayatının, bugün Korecenin en güçlü şairi olarak kabul görmesiyle taçlandığını söyleyerek bu biyografik notu noktalıyorum.
Biraz araştırınca, Ko Un’un 2010’da Uluslararası Yazarlar ve Çevirmenler Kongresi için İstanbul’a gelip, Bilgi Üniversitesi’nde konuşma yaptığını öğrendim. Bülent Somay sağolsun o konuşmanın metnini gönderdi; Ko Un’un da “ötekinin” diline kapılarımızı açmak üzerine düşündüğünü biliyorum artık. Bilgi’deki konuşmasında, “Dil hayattır, hayat dildir” demiş Ko Un; “İçgüdüsel olarak, bilinmeyen dillere doğru uzanan bir macerayla tomurcuklanır dil. Diğer dillerle karşılaştıkça dilin hayatiyeti artar; dilin kaçınılmaz olan yeniden doğma iradesi buradadır. Bir çocuk konuşmayı öğrenir öğrenmez, annesinin kucağından inip komşu çocukları görmeye gider.”
Ko Un’un mısralarına böyle saf bir merakla vardım ben. Siz de komşu çocukları görmeye gittiğiniz bir gün, şiirin yurdunun “evren ve uzay” ve “muazzam miktarda zaman” olduğunu söyleyen bu eski Zen rahibinin mısralarına bir bakın bence:
“Bu kadim memlekette / ayrılmak genişlemek demektir. / Sonsuz bir hayat geçitinde / kimse tek başına var olamaz. Yarın! / Ah, adam olabilir tabii bir adam; başka insanların arasında bir dünya olur ama.”
Birinci Hazin Şahıs
Üzgünüm. Aydınlanma öyle güvenilmez bir hâl aldı ki.
Geçen yüzyılın başlarında,
Devrim’den sonra, Sovyet şairleri
sadece “Biz” demeye karar verdiler.
Şairler kendilerinden sadece
“Biz” diye söz ettiler.
Kendilerinden geçmişlerdi.
Onların bu kararı,
kar fırtınaları yüzünden
sokaklara taşamadı
ama kapalı kapılar arkasında
geçerli ve ısrarcı kaldı.
Yeminler ettiler, “Biz” diyerek
bir başına.
“Ben” aynanın içinde
bir yerlerde kaybolmuştu.
Parlak güneşli bir sabah, Mayakovski de
dışarı fırladı bağırarak “Biz” diye.
Sokakların şairiydi o.
Ve “Ben”e izin yoktu hiçbir yerde.
“Ben” kötüydü.
“Biz!”
Sadece “Biz” sahipti sihrin gücüne.
Gökyüzünün alçak basıncı yavaş yavaş daha da alçaldı.
Yaz çiçekleri tarumar edildi bir süre daha.
Devrim devrimi yuttu.
Çocukların futbol oynadığı bütün toplar tek tek söndü.
“Biz”in
gergin havası da söndü aynı şekilde.
Biri çıkıp cesaretle
“Ben âşığım” diye yazdı ama
hâlâ
“Biz âşığız” diye okuma alışkanlığı vardı.
Kışın karları hepten erimemişti.
Bahar her zaman kararsızdır.
Geçen yüzyılın sonunda
Sovyetler Birliği öldü.
Ülkeler birbiri ardına
Varşova Paktı’nı terkettiler.
O zamandan beri
şairlerin hiçbir şeyleri yok “Ben”den başka.
“Ben”le başlayan
her gün, “Ben”le bitiyor.
“Ben” haricinde
hiçbir şey yok.
Tanrı bile bir başka adı “Ben”in.
Bugün, Pasifik Havzası’nın her yerindeki şairler
bitmek bilmez bir çabayla “Biz”in ve “Ben”in hayaletlerini
gömüyorlar dalgalara. Hangi yeni doğumda sıra? Bundan
sonra kim doğacak? Ne “Biz” ne “Ben.”
Her dalga bir dalganın mezarı, bir başkasının rahmidir.
[email protected]
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012