Yasemin ÇONGAR
Makinenin hakikati, insanın zehri
1.12.2012
3281
Bazılarımız adını bile duymadık, çoğumuz hikâyesini okumadık, aramızdaki en müzmin meraklılar müstesna hiçbirimiz onun aklının eseri üzerine etraflıca düşünmedik belki ama bir ucundan hayatımızı değiştirdi bu adam. Dünyayı değiştirdi. Yaşasa, şimdi yüz yaşında olacaktı. İnsana karşı bunca gaddar olmasa insan,“makbul” saymadığı kimlikleri bir kahıra dönüştüren kurallar koymasa devlet, kim bilir belki o da uzun yaşayacaktı; bütün bir asrı devirmese bile, en azından, başlangıcında yer aldığı devrimin hayatlarımızı nasıl değiştiğirdiğini görmeye yetecekti ömrü.“Matematik,” der Bertrand Russell, “ona bakmasını bilen gözler için, sadece hakikati barındırmaz içinde, eşsiz bir güzelliği –soğuk ve sert bir güzelliği– de barındırır, tıpkı bir heykelinki gibi.”
Manchester’da bir park vardır; Sackville Parkı. O parktaki, banklardan birinde, bronzun soğuk ve sert güzelliği içinde, bir adam oturur. Bir elma tutar elinde. Ayaklarının dibinde Russell’ın bu sözü yazar. Cümlenin üzerinde ise adamın adı:
“Alan Mathison Turing: 1912-1954; Bilgisayar Biliminin Kurucusu, matematikçi, mantıkçı, savaş zamanının şifre kırıcısı, önyargı kurbanı.”
Kimyası, elektriği ve yazılımıyla aşk
Turing’in ayaklarının dibine bir ilk roman taşıdı beni: A Working Theory of Love (Aşkın Taslak Teorisi). Yazarı, 1974 Arkansas doğumlu Scott Hutchins, on dört yıldır San Francisco’da yaşıyor, Stanford Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersi veriyor ve bir söyleşisinden kopya çekerek söylersem,“teknoloji ve teknolojinin bizi nasıl değiştirdiği (ya da değiştirmediği)” sorusunun tam ortasından yürüyerek başladığı bu romanda, asıl, “kullanım tarihinin geçtiğini hissettikten çok sonra, hâlâ hayatın içinde başıboş bir gezgin gibi kalma hâlinin,” üstelik de bu hâle otuzlu yaşlarda varmanın neye benzediğini anlatıyor. Çıkış noktası bu olabilir, ama Hutchins, insanın içine doğru açılan engin bir coğrafyayı yer yer öyle sakin, öyle sabırlı adımlarla katediyor ki, doğrusu ben bu iki soruda özetlemek istemem A Theory of Love’ı.Romanın merkezinde Hutchins’in bir tür alter ego’su olduğunu düşündüren, onun gibi otuzlu yaşların sonuna yaklaşmış, onun gibi Arkansas kökenli ama şimdi San Francisco’da “yerlileşmeye” başlamış ve sanırım bir dönem onun da kendini kaptırdığı o vakitsiz, o yorgun “benim kullanım tarihim geçti” hissine sahip Neill Bassett, Jr. adında bir girişimci var… Silikon Vadisi’ndeyiz. Ve Neill, her ne kadar bilim adamı olmasa da, bir teknoloji şirketinin en iddialı projesini yürüten ekibin kalbi. Bu ekip,“muazzam bir dilbilimsel bilgisayar” üretmeye çalışıyor. Amaç, Turing testinden geçebilecek kadar “zeki” bir yapay zekânın mühendisliğini yapmak.
Turing testi, romandan yola çıkarak okuduklarım sayesinde daha etraflıca öğrendim ki, Alan Turing’in Viktorya dönemi İngilteresinde çok popüler olan bir salon oyunundan türettiği bir yöntem. Oyun çok eğlenceli. Hakem –ya da “ebe” diyelim– bir kadınla bir erkeğe aynı soruları yöneltiyor; kadınla erkek yazarak cevaplıyorlar. Ebe, kimin ne yazdığını görmüyor, elyazılarına bakarak tahminde bulunamıyor; yapması gereken, kendisine okunan cevaplardan hangilerinin kadına, hangilerinin erkeğe ait olduğunu tahmin etmek. Bildikçe puan topluyor.
Turing, bu oyunu, çocukluğundan itibaren kafa yorduğu akıllı makineler için bir tür kalite kontrol sistemine dönüştürmenin yolunu aramış. 1930’ların ilk yarısında, Cambridge’de okurken geliştirmeye başladığı bilgiişlem teorisine dayanan, ardından İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Enigma Makinesi’nde yazdığı kriptolu mesajları deşifre etmeyi başarması üzerine büsbütün yoğunlaştığı ve 1946’da nihayet tarihin ilk programlanmış bilgisayarı ACE’i (otomatik bilgiişlem makinesi) tasarlayarak daha üst bir düzeyde devam ettirdiği bu arayışın merkezinde gayet basit bir kabul var: Bir hakemin, sorduğu sorulara verilen cevapların hangisinin insandan, hangisinin bilgisayardan geldiğini anlayamadığı noktada, gerçekten nirvanasına ermiş bir bilgisayarla; başka deyişle, kıymeti sahiciliğinden, yani “aslı gibi görünmesinden” menkûl bir “yapay zekâ”yla karşı karşıyayız demektir.
Romanda Neill ve ekibinin yapmayı hedeflediği tam da bu. “Dr. Bassett” adını verdikleri bilgisayarlarının dile ve duyguya öylesine hâkim olmasını istiyorlar ki, sorulara bir insan gibi cevap verebilsin. Herhangi bir insan gibi de değil üstelik; gerçek Dr. Bassett ya da Neill’ın yıllar önce Arkansas’da intihar etmiş olan babası gibi…
Dr. Bassett’ın tek özelliği Neill’ın babası olması değil; bu projenin merkezinde yer alması, yazma tutkusundan kaynaklanıyor. Dr. Bassett, kendisinden, on yedinci asrın binlerce sayfayı bulan günlükleriyle meşhur İngiliz siyaset adamına atıfla “Güney’in Samuel Pepys’i” diye söz ettirecek kadar disiplinli bir günce yazarıymış zamanında. Dr. Bassett’ın günlüklerinin –dolayısıyla bir bütün olarak dilinin, duygusunun– bilgisayara programlanması yoluyla, tıpkı onun gibi konuşmaya ve“davranmaya” başlayan bir makineye kavuşuyor Neill, ve bu sayede hem kaybettiği ve belki de hiç kavuşmamış olduğu babasını ilk kez yanıbaşında buluyor; hem de ona, insan beyni hakkında, muazzep ruhlarımız ve kelimelerini asla bulamayan küskün sırlarımız hakkında yepyeni sorular sorduran silikon“Dr. Bassett,” genç adamı Arkansas’ya, çocukluğuna, ailesine, babasının ölüm kararının nedenlerine doğru hakiki bir yolculuğa çıkarıyor.
Bütün bunların arka planında ise, karısından yeni boşanmış olan Neill’ın kadınlarla ilişkileri; kimyası, elektriği ve bütün imkânsız yazılımları ile hiçbir makineye uyarlanamazmış görünen gerçek aşkı araması var. Yoksa, yanılıyor mu?
Âdem’i kovduran, Newton’ı erdiren…
Bu soruya döneceğim. Ama önce A Working Theory of Love’ı okumaya başladıktan sonra, beni gecikmişliğin mahcubiyeti ve artık erteleyemediğim bir merakla kendine çeken bir başka kitaptan söz etmeliyim. 1949 Londra doğumlu matematikçi Andrew Hodges’un ilk kez 1983’te yayımlanan ve birkaç ay önce, özel “Yüzüncü Yıl Baskısı” olarak ABD ve Britanya’da yeniden piyasaya çıkan Alan Turing: The Enigma adlı biyografisi bu.Kitap, Enigma Makinesi’ne atıf yapan adıyla, Turing’i daha ilk nefeste “Nazi şifrelerini kıran adam”olarak sunuyor kuşkusuz; ama okudukça anladım ki, “enigma” kelimesi burada öz anlamıyla kullanılmış aslında: Başlı başına bir “muamma”yı deşmiş Hodges; Turing’i hayatının şifreleri hiçbir zaman çözülmemiş, sırları kelimelerine hiçbir zaman kavuşamayacak bir adam olarak anlatmış.
Sayı dizilerinin gizli diline hayran bir çocuk olarak büyüyor Turing; Pi’nin basamaklarında çıldırasıya oynamaya çok erken başlıyor; ortaokula geldiğinde, Fibonacci’nin altın oranı doğurmasına da şaşırmıyor artık, Einstein’ın Newton mekaniğini tersyüz etmesine de; zaten Genel İzafiyet Teoremi’ni anlayıp anlatmayı, Einstein’ın değil, kendi tarifleri üzerinden başarıyor; devam ettiği yatılı okulun müdürü, ailesine “Bu çocuk iyi bir eğitim için gerekli okuma-yazma bilgisini almaya niyetli değil” diyen mektuplar yazarken, edebiyatın ve felsefenin olmasa da matematiğin ve fiziğin“güzelliğini” içine sindirerek büyüyor.
Bu ilk gençlik yıllarında, Turing’in dünyaya diktiği “soğuk ve sert” bakışlar, on beş yaşındayken tanıştığı ve tanıştığı andan itibaren hiç yanından ayrılmak istemediği, çok sevdiği ve çok erken kaybettiği okul arkadaşı, ilk aşkı Christopher Morcom’un varlığıyla yumuşuyor biraz. Çocuk denecek bir yaştan itibaren erkekleri seven bir erkek olduğunu bilerek, bunu kabullenerek olgunlaşıyor Turing ve giderek eşcinsel kimliğini açıkça sahiplenmeye başlıyor.
Turing’in savaş yıllarında Churchill’in en büyük kozlarından biri ve “ulusal kahraman” hâline gelmesini sağlayan şey, 1939’da geliştirdiği, kısaca “bombe” olarak bilinen elektromekanik deşifre aygıtı. Nazilerin kullandığı kripto makinesinin şifresini çözen “bombe,” savaşın gidişatı gibi Turing’in kariyerini de doğrudan etkiliyor ve savaş sonrasında, henüz otuzlu yaşların başındayken, Britanya’nın en iyi beyinlerinden biri olarak, bugün bizi iPad’lerin, iPhone’ların dokunmatik ekranlarından, uzay mekiklerinin uçuş kontrol sistemlerine, Mars gezgini Curiosity’nin dünyadan kumandalı laboratuarına kadar bilumum “küçük mucizenin” sahibi kılan “yapay zekâ” çağının temellerini atmaya başlıyor.
Bütün bunlar olurken, Hodges’un Enigma’da büyük bir sevecenlikle anlattığı kırık ilişkiler de yaşıyor Turing. Kendine eş bulmakta zorlanan zekâsıyla kendine eş bulmakta zorlanan bedeninin ortak azabına tanık oluyoruz. 1948’den itibaren Manchester Üniversitesi Matematik Bölümü’nde hocalık yapıyor; bir yandan da henüz bunu yükleyebileceği kadar gelişkin bir bilgisayar yapılmamış olmasına rağmen yazdığı bir satranç programıyla, makinenin insanı pekâlâ mat edebileceğini gösteriyor. “Yapay zekâ”için en temel kıstasın, makinenin insan aklıyla imtihanı olduğunu savunan test, Turing’in yalnızlığını büsbütün derinleştiren muhteşem dehasının ürünü olarak kalıyor bugüne.
1952’de bir kış günü tanıştığı Arnold Murray adlı on dokuz yaşında yoksul bir delikanlıyla başlattığı ilişki daha ilk haftalarındayken, genç adamın bir arkadaşının Turing’in evini soymasıyla sekteye uğruyor. Polis soruşturmasında, Murray’yle sevgili olduklarını söylüyor Turing. Dönemin, eşcinselliği suç sayan Birleşik Krallık yasaları gereği, her ikisi de müstehcen uygunsuzluktan hüküm giyiyorlar. Ama kraliyet, ulusal kahramanına tercih hakkı sunmaktan geri durmuyor: Ya hapse gireceksin ya zorunlu hormon tedavisi göreceksin.
İkincisine razı oluyor Turing; bir yıl süreyle sentetik östrojen enjekte ediliyor vücuduna; sonuçta büyük memeli ve iktidarsız bir erkeğe dönüşüyor. Kırk bir yaşında, her zamankinden daha yalnız ve şimdiden yorgun, ihtiyar, adeta kullanım tarihi geçmiş bir adam...
Bir yıl sonra, Manchester’daki evinde her akşam olduğu gibi yalnız yatmaya giderken, her akşam olduğu gibi kırmızı bir elma alıyor eline. Birkaç ısırıktan sonra ölüyor. Beyninin, iç organlarının ve kanının –bütün siyanür zehirlenmelerinde olduğu gibi– acı badem koktuğunu yazıyor otopsi raporu. Meslektaşları ise onun, çocukluğundan beri çok sevdiği bir masalın bazı repliklerini hep tekrarladığını hatırlıyorlar: “Zehre batır elmayı / Ölüm uykusunu çeksin içine…” Ölüm nedeni intihar olarak açıklanıyor. Âdem’i cennetten kovduran, Newton’ı arzın merkezine erdiren elma, onu belki de başka bir dünya düşleyerek ısıran Turing’i kırk ikinci yaş gününe birkaç hafta kala alıyor bu dünyadan.
Olmakla görünmek arasında...
A Working Theory of Love’ı okumaya döndüğümde, Hodges’un derin bir muammanın içinden görünür kıldığı dehanın kırılganlığını düşünüyordum hâlâ ve bu, Hutchins’in sadece mükemmele yakın bir yapay zekânın değil, mükemmele yakın bir aşkın sırrını da arayarak inatçı sorular soran genç kahramanı Neill’ı, nasıl gerçek ve vazgeçilmez bir ıstırabın beklediğini hatırımda tutmamı kolaylaştırdı sanırım.Zekânın ölçüsü zeki görünmekse eğer ve “şuurlu” görünen cevaplar veren bir makine, şuuruna ikna ediyorsa bizi; hakiki ile zahiri arasındaki fark neydi aslında? “Dr. Bassett” ile “The Singularity”(Tekillik) mertebesine doğru dev bir adım atmayı uman Neill’ın patronu, insanlığın kaderini değiştirebileceğinden nasıl bu kadar emindi hem? “Tekillik sayesinde, kendi kişiliklerimizi, yaşlanan, çürüyen bedenlerimizden çıkarıp, zamansız bilgisayar çiplerine yükleyebileceğimiz ve neye benzediğini hiç kimsenin bilmediği bir şeklin içinde sonsuza dek yaşayacağımız o gün” geldiğinde, ölümsüz mü olacaktık sahiden? Zekâya benzeyen bir zekâya, hayata benzeyen bir hayata razı mı olacaktık; ölümlerden ölüme en az benzeyen bir ölüm mü beğenecektik kendimize? Ve silikon “Dr. Bassett” en mahrem sorularımıza, yanakları hep biraz pembe, gözleri hep biraz yorgun olan insan Dr. Bassett’ınkine tıpatıp uyan cevaplar verebildiğine göre, makineyle aramızdaki farkı ihmal edebilecek miydik ergeç? Aşk dediğimiz şeyin, beynimizdeki birtakım kimyasal reaksiyonlarla genlerimize yazılmış birkaç şifreden ibaret olması, bizi makinelere daha mı yakın, yoksa daha mı uzak kılıyordu? Turing’e “her şeyi ama her şeyi bir tezattan çıkarsamak mümkün” dedirten temel mantık, çelişkinin bittiği yerde aşkın da biteceğini fısıldamıyor muydu kulaklarımıza? Pekâlâ “tesadüf”ü ne yapacaktık? Her hayatı diğerinden farklı kılan o tanrısal dokunuşların bir yazılımı var mıydı? Makinenin insanla imtihanı, insanın insanla imtihanı kadar çetin olabilir miydi hiç?
[email protected]
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012