Yetvart DANZİKYAN
12 Eylül Darbesi’nin 40. yılını idrak ederken yaklaşık son yedi-sekiz yıldır, ama bilhassa son zamanlarda daha sıklıkla yaptığımız gibi, 12 Eylül Darbe rejimi ile içinde bulunduğumuz rejimi karşılaştırıyoruz, bazı vakalar için “Böylesi 12 Eylül’de bile görülmedi” diyoruz.
Bu, gayet normal. Sonuçta iki dönemi de yaşayan hak savunucularının, gazetecilerin, yazarların, demokratik kitle örgütleri çalışanı ve üyelerinin, akademisyenlerin böylesi bir karşılaştırma yapmalarında şaşılacak bir şey yok çünkü birçok bakımdan her iki dönem de çok benzer özellikler göstermekte.
Kişi hak ve özgürlüklerinin askıya alınması, sorgusuz sualsiz hapse atılmalar, savunmanın hiçe sayılması, insanların bilhassa kamuda itiraz hakkı olmadan işten atılması, rejimin medyadaki hâkimiyeti, bir gıdım kalmış kuvvetler ayrılığının artık tamamen tarumar olması, Kürt meselesini çözme yöntemleri ve mevcut milliyetçi atmosfer düşünüldüğünde bir tür deja-vu yaşandığı bile söylenebilir.
Beri yandan elbette ki pek çok farklılık da var. İdam yok mesela (ama getirilmek isteniyor), 12 Eylül döneminde uygulanan türde bir işkence yok mesela, ancak yine de işkence var ve kendine yeni yollar, yöntemler bulmakta pek mahir. Dolayısıyla rejimin “gaddarlığı” açısından bazı farklar var ancak bu farklar, gerek rejimin sözcülerinin pervasız, kibirli açıklamaları ve gerekse ateşin düştüğü yeri yakması (tahliye olamayıp cezaevlerinde ölenler, göz göre göre sadece intikam için cezaevinde tutulanlar vs) hesaba katıldığında, aslında kolayca kapanıyor.
Dolayısıyla iki rejimi karşılaştırmak meşru ve mümkündür. Ancak yine de aradaki temel bazı farkları gözetmek, içinde yaşadığımız rejimi anlamlandırmak ve yeni sözler kurmak açısından önemli.
Türkiye ilk kez otoriter bir rejimle karşılaşmıyor, doğal olarak. Çok partili rejimde bilhassa 27 Mayıs sonrası, 12 Mart sonrası ve 12 Eylül sonrası, otoriterliğin hayli yüksek bir aşamaya ulaştığı dönemlerdi.
Bunlardan en çok iz bırakan 12 Eylül oldu doğal olarak. Çünkü partiler kapatıldı, binlerce insan işkence gördü, onlarca insan asıldı, darbeciler tarafından topluma dayatılan Anayasa (ne ilginçtir ki) hâlâ yürürlükte ve en önemlisi o milliyetçi-otoriter mantık, hâlâ varlığını güçlü biçimde sürdürüyor.
Ancak bu rejimlerle içinde bulunduğumuz rejim arasında önemli bir fark var. Askeri darbe sonrası iktidara gelen rejimler, baskı mekanizmaları, evet, toplumda belli bir düzeyde karşılık bulan, ama sonuçta “devlet kaynaklı” mekanizmalardı. Belki bu rejimlerin yargıda, kolluk güçlerinde, bürokraside, ya da genel atmosferde kurdukları mantık uzun süre yürürlükte kaldı ama hepsi de ilk seçimlerde geri çekildiler ya da çekilmek zorunda kaldılar. Mesela 27 Mayıs’tan sonra yapılan ilk seçimler olan Ekim 1961 genel seçiminde CHP yüzde 36,7, AP yüzde 34,8, YTP yüzde 13,9, CKMP yüzde 13,7 oy almışlardı. DP mirasını sahiplenen iki parti olan AP ve YTP’nin oy oranlarının CHP’yi geçmesi “ordu içinde hoş karşılanmamıştı.”(1)
Keza 1971 Muhtırası sonrası yapılan ilk seçimler olan 1973 seçiminde de muhtıraya mesafe koyan CHP yüzde 33,3 oy almış ancak tek başına iktidar olamadığı için MSP ile koalisyon kurmuştu. 12 Eylül sonrası yapılan ilk seçim olan Kasım 1983 seçimlerini de iyi biliyoruz. Cunta lideri Kenan Evren’in tüm yönlendirmelerine rağmen seçimde ANAP yüzde 45 oranında oy almış, sosyal demokrat çizginin devamı olarak görülebilecek HP yüzde 30 oy ile seçimden çıkmıştı.
Bunlardan çok büyük sonuçlar çıkarmasak da yine de genel olarak toplumun genişçe bir kesiminin, askerlerden oluşan bir rejimden, kendisine verilen ilk fırsatta kurtulmak istediğini, ancak otoriter mantığın yine de bir süre daha siyasal sistemde ve gündelik hayatta varlığını sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Bilhassa 2015 sonrasının AKP ya da daha doğrusu Erdoğan rejimi ise böyle değil. Evet cunta dönemlerini aratmayacak bir otoriterlik ve baskı var ancak bu, seçim sistemindeki tüm eşitsizliklere rağmen, yine de “seçmen destekli” diyebileceğimiz bir rejim. Bu durum, hem rejime bir süreklilik sağladı bugüne kadar hem de ona “totaliterleşme” imkânı ve yolu açtı. Ve bu yol açıldığı içindir ki Erdoğan rejimi, aslında demokratik hayatı istediği kadar sıkıp, istediği kadar gevşetebiliyor, mesela, 12 Eylül rejimi gibi parti kapatma ihtiyacı duymuyor, çünkü partiler Erdoğan’ın “propagandası” için bir malzeme oluşturuyor. Düşünsenize CHP olmasa AKP ve Erdoğan ne konuşacak meydanlarda, canlı yayınlarda? Elbette şu da var ki 2020 koşulları da zaten rejime ancak bu kadar “sıkma” imkânı veriyor.
Özetle “devlet destekli” baskı rejimlerine kıyasla “seçmen destekli” bir baskı rejimi ile karşı karşıyayız. “Erdoğan’ın oyu düştü” diye servis edilen anketlerde bile yine de yüzde 35’ler civarı bir oy düzeyinden bahsediyoruz. Buna bir de MHP’nin oy payandasını ve ulusalcı milliyetçi çevrelerin propaganda payandasını ekleyelim.
Peki, nereye varmak, ne yapmak istemekteyimdir? Doğrusu çok büyük sonuçlara varamayacağım. Sadece 12 Eylül ile benzerlik kurarken bu hayati farklılığın hep hesapta tutulması gerektiğini, dolayısıyla mücadelenin de, öyle görünüyor ki, daha uzun soluklu olacağını söylemekle yetineyim. Beri yandan seçmen düzeyinde karşı dengeler de oluşmakta artık, elbette. Ona da başka yazıda yer vereyim.
(1) Bkz. 1960’ten Günümüze Türkiye Tarihi, Suavi Aydın & Yüksel Taşkın, İletişim Yayınları, 2014, sf. 99
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.04.2021
9.01.2020
26.10.2020
12.10.2020
14.09.2020
1.09.2020
17.08.2020
20.07.2020
8.06.2020
11.05.2020