Halil BERKTAY
[10 Kasım 2015] Birinci soru. Politika neler empoze eder insana? Hele devrimci politika. Bir dâvâya topyekûn inanmak. Kendini tümüyle adamak. Herşeyini vermek, nefsinin suyunu çıkarırcasına. Fakat nereye kadar? Bir de uğrunda savaşılan ülkü yanlışlanırsa, çekilen onca acı tam bir trajediye dönüşür.
Yesenin, Mayakovsky, Nâzım
17 Ekim 2012’de eski Taraf’ta da yazmışım; “Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden, / büyük kavgada / açık ve endişesiz / girdim safa” diyor Nâzım. Başka solcu şairlerde de var; sık sık, en küçük bir şüphe duymadıklarını vurguluyor; (Eluard veya Neruda gibi), kendilerini sorgulayan arkadaşlarına (à mes amis exigeants) komünist olmalarını açıklamak ve savunmak ihtiyacını duyuyorlar. Acaba neden? Hamlet’te Kraliçe Gertrude, “piyes içindeki piyes”teki kraliçenin (yani aslında kendisinin) âşıkına (yani eski kocasını öldüren şimdiki kocası Claudius’a) ilk başta direnip naz yapması üzerine, “bana kalırsa hanımefendi fazla itiraz nümayişinde” (Methinks the lady doth protest too much) diye bir cümle sarfeder. Orada ve dünyanın her yerinde, tarihin her aşamasında, hayır, asla olmaz diye çok yüksek sesle bağıranların, saklayıp bastırmaya çalıştıkları şeyler olduğunu düşündürür. Bana kalırsa, Nâzım’ın da aslında kafası “nida ve sual işaretleri”yle dolu olduğu için, karanlıkta ıslık çalarcasına bu kadar üstten konuşmaktadır. Sovyetler Birliği’nde geçen son yıllarında kahramanlık bravado’su bitecek; bütün kâbus ve hayaletler geri gelecek; kâh yalnızlık, kâh hayatının boşa gitmediğini sürekli doğrulama-doğrulatma çabası, en çok da ölüm korkusu biçiminde, satırlarında ve satır aralarında gezinecektir.
Aynı şeyi Mayakovsky’de de görüyoruz. İsveçli edebiyat tarihçisi Bengt Jangfeldt’in büyük Mayakovsky biyografisi İngilizceye de çevrilmiş; New York Review of Books’ta (24 Eylül - 7 Ekim 2015; cilt LXII, sayı 14) Michael Scammell’ın uzun ve çok övücü tahlilini geçtiğimiz haftalarda okudum ve tekrar okudum ve tekrar okudum (The Bad Boy of Russian Poetry [Rus Şiirinin Kötü Çocuğu], 86-90). Kitap da derin anlaşılan. Jangfeldt’ten hareketle Scammell inanılmaz canlı bir portresini çiziyor, 20. yüzyıl başındaki Rusya’nın, Pasternak, Akhmatova ve Tsvetaeva’ları bile kendine hayran bırakan bu en büyük lirik dehasının; daha ilk kitabında kendini “pantalonlarına sığmayan bir bulut” diye betimleyen ve 1.88 boyu, ağır siklet boksörünü andıran gövdesi , gök gürültüsünü andıran bas sesiyle hakikaten karşı durulmaz bir doğa gücü gibi çıkagelip, yolunun üzerindeki her güzel kadına âşık olan, kumarda parasını son kuruşuna kadar kaybeden, sonra da kendini İsa gibi resmettiği uzun İnsan şiirinin balyoz gibi inen yumruklarıyla, pardon mısralarıyla, matinelerdeki dinleyicilerini serseme çeviren bu çılgın delikanlının.
Derken bir an geliyor; 1917’de askere alınmak yerine Petrograd’da desinatör olarak çalışmakta olan Mayakovsky, olanca içgüdüsel isyancılığı ve bütün sınırları kırıp geçme arzusuyla aradığı herşeyi, gözlerinin önünde patlak veren Ekim Devrimi’nde buluyor (bulduğuna inanıyor). Parti ve hükümet gözetimindeki yazarlar birliğine katılıyor; iki yılını sırf ROSTA (Rus Telgraf Ajansı) için poster çizmek ve propaganda metinleri yazmakla geçiriyor. Siyasî şiirler, çocuk şiirleri, hattâ yeni kooperatifler için reklam manzumeleri bile kaleme alıyor. Scammell’ın ifadesiyle, “hemen sırf irade gücü sayesinde” kendini Devrimin şair-i âzâmı konumuna yükseltiyor. Bolşevikler için sayısız övgü döşeniyor. Öte yandan, İç Savaşta Kızılların zaferi ve Beyazların yenilgisini kutlamak için yazdığı 150,000,000 (= o sıradaki Sovyet nüfusu) Lenin tarafından “zırvalık, aptallık, çifte aptallık ve gösterişçi kendini bilmezlik” diye yerden yere vuruluyor; hattâ Lenin, eserin basılmasına izin veren Aydınlanma Halk Komiseri (ve Mayakovsky’nin arkadaşı) Lunaçarski’nin mecazi anlamda da olsa “kırbaçlanması gerektiğini” söylemeye kadar varıyor.
Mayakovsky başka ürünleriyle durumu toparlayıp resmî konumunu başarıyor gerçi. Ama Lenin’in hastalandığı 1922 ve öldüğü 1924’ten sonra bu sefer Stalin’in gözüne girmek, herhalde ciddi bir bedel ödetiyor insana. Giderek, bizzat kendi deyimiyle bir “günlük gazete şairi” haline geliyor. Popülarite açısından tek rakibi olan Sergey Yesenin (Esenin) 1925’te depresyona girip henüz 30 yaşındayken intihar ettiğinde, Mayakovsky ahlâken hayli utanç verici bir şey yapıp, bu diğer büyük lirik yeteneği “kötümserlik” ve “siyasal sapma”yla suçluyor. Oysa topu topu beş yıl sonra, yani 1930’da kendisi de hemen aynı nedenlerle henüz 37’sindeyken intihar edecek. Ve bu sefer, dönemin bir diğer çılgın delikanlısı diyebileceğimiz, daha 28’indeki Nâzım Hikmet siyasî doğruculuk adına berbat bir yazı döşenecek; şair olarak da, meydan okuyucu enfant terrible hayat tarzı bakımından da rol modeli olarak gördüğü ve Sol Fütürizmini uzun süre taklit ettiği Mayakovsky’yi “küçük burjuva zaafları”nın üstesinden gelememekle suçluyor. 1950’lerde ve 60’ların başlarında ise hayat, Mayakovsky’den aldığı intikamı Nâzım’dan da alacak, en başta işaret ettiğim gibi. Ama bu, hazırlamaya çalıştığım başka bir araştırmanın konusu.
Tekrar Mayakovsky’ye dönelim; 1920-30 arasında acaba ne fırtınalar kopuyor iç dünyasında? Bir yandan gerçek duygu ve düşüncelerinin yerine sahtelerini geçiriyor, diğer yandan bazen iki, bazen üç aşk arasında gidip geliyor ve her iki bakımdan paramparça oluyor. Kendisi de açıkça itiraf ediyor bunu. “Avazım çıktığı kadar” (At the top of my voice) şiirinden uzatmalı sevgilisi Lili Brik’e hitap ettiği bir bölümün, Rusçadan İngilizceye iki ayrı ama birbirine hayli yakın çevirisini vereceğim. Max Hayward ve George Reavey versiyonu: Agitprop / sticks / in my teeth too, / and I’d rather / compose / romances for you -- / more profit in it, / and more charm. / But I / subdued / myself, / setting my heel / on the throat of my song (The Bedbug and Selected Poetry, 1960). NYRB’deki makalesinde Michael Scammell’ın çevirisi: Propaganda / sticks in / my throat too, / I’d rather / scribble / you love poems -- / it’s more profitable, / has more charm. / But I / straitjacketed / myself, / stomped / on the throat / of my own song. Bunlardan hareketle benim kendi Türkçeleştirmem: Propaganda / benim de boğazıma takılıyor şüphesiz / ben de istemez miyim / sana aşk şiirleri yazmak / hem daha kârlı olur / hem daha zarif. / Ama tuttum kendimi / soktum bir deli gömleğine / türkülerimin sesini / kendi postallarımla çiğnedim.
Bu kadarı bile şairin dramını yansıtıyor zaten. Fakat aynı doğrultuda, Scammell’ın zikrettiği ama alıntılamadığı başka bir şiirinde öyle bir pasaj var ki, ben yıllardır okutuyorum 20. yüzyıl tarihi derslerimde. Şu, topuğuyla kendi hançeresine basarak özgün sesini susturma işinin nasıl cereyan ettiğini, gene bizzat Mayakovsky gözler önüne seriyor. Yeni Sovyet devletinin kültür elçisi olarak, yurtdışına çıkma özgürlüğüne sahip. Paris’e, Berlin’e, 1925’te Amerika’ya gidiyor. Dönüşte yazdığı “Eve/Yurda Dönüş” (Hayward-Reavey: Back Home; Scammell: Going Home) şiiri, Tony Judt’ın daPostwar’da [Tr. çev. Savaş Sonrası] Fransız aydınlarının “proletarya” karşısındaki aşağılık komplekslerine değinirken belirttiği gibi, bir entellektüelin parti ve devlet iktidarı karşısında mide bulandırıcı biçimde yerlerde sürünmesinin dip noktası. “Kendimi / mutluluk üreten / bir Sovyet fabrikası / gibi hissediyorum” diyor -- istermiş ki Gosplan (Sovyet merkezî planlama teşkilâtı) onun da yıllık üretim hedeflerini önceden saptasın; elinde yetki belgesiyle bir siyasî komiser, onunla birlikte “çağın düşüncesi”nin üzerinden geçsin; fabrika komitesi iş bittiğinde dudaklarını kilitlesin; nihayet Stalin Politbüro’ya rapor verirken, pik demir ve çelik üretimi gibi şiir hasılasına da değinerek “Sovyet Cumhuriyetleri Birliği’nde / şiir zevki / artık savaş öncesi / norm’ları aşmış bulunuyor” desin.
Evet, “Eve Dönüş”ün basılı şeklinin son dizeleri bunlar. Ve hakikaten diktatörlüğe biat, olursa bu kadar olur. Ama… aması var. Aslında Mayakovsky çok değişik ve propagandif değil tamamen özel, kişisel bir final yazmış şiirine. Ansızın kamusal sesini terkedip kendi içine, mahremiyetine dönmüş:Anlaşılmak istiyorum kendi ülkemde / ama anlaşılmasam da / ne yazar ki? Kıyısından geçerim / doğduğum diyarın / eğik yağan / bir yağmur gibi (Hayward-Reavey çevirisinde, I want to be understood by my country / but if I fail to be understood -- / what then? I shall pass through my native land / to one side, / like a shower / of slanting rain). Ne kadar ince ince, sızım sızım güzel! Ve beş yıl önceden, 1930’daki felâketi nasıl haber veriyor! Fakat herhalde beğenilmemiş (fazla “bireyci” veya “küçük burjuva” mı bulunmuş) ki, The Bedbug and Selected Poetry’nin (1960) editörü Patricia Blake’e göre “son anda” çıkarıp üstelik de o rezil Stalin yağcılığını eklemiş. Bir intihar notu gibi bıraktığı son şiirinde dediği gibi, bundan sonra “aşkın gemisi” nasıl “günlük hayatın kayalarına” toslamayabilir?
Mustafa Kemal/Atatürk
İkinci soru. Devrimi ve politikayı sanat ve kültür insanları böyle yaşarsa, liderler nasıl yaşar? Haydi diyelim ki Lenin ve Stalin’lerin, Mao’ların, Castro’ların bir büyük, çok sert çekirdekli teorileri ve onun etrafında örülmüş disiplinli partileri vardır. Bu iki unsura aidiyetleri o kadar yüksektir ki, nihaî zafere inançları tamdır; sırf bu misyonları var ve başka hiçbir şeyleri yoktur; yalnızlık çekmez, kendilerinden şüphe etmez, zinhar zaaf göstermezler. Ama ya, öyle bir teorik ve örgütsel “kalabalık” matrisine oturmuyorlarsa? “İşçi sınıfı”nı değil de (ister “millî” ister “küçük” olsun) “burjuvazi”yi temsil ediyorlarsa? Bu yüzden hem biraz fazla birey, hem de (bir önceki Tarihe dair düşünceler yazımda anlattığım nedenlerle) oldukça seçkinci iseler? Yönetmek sadece bir bölümüyse hayatlarının? Kendi kendileriyle o kadar özdeş, o kadar “eti kemiğine yapışık” değil de daha introspektif ve benliklerine mesafeliyseler?
Bu takdirde, özel ve kişisel olan ile kamusal olan arasında ne gibi bir açılım doğar? Liderlik herkes için değildir kuşkusuz. Ama politikanın mütehakkim elkoyuculuğu, lider açısından nasıl yaşanır? Ulu Önderin kültü ve karizmasının ardında ne yalnızlıklar saklanır?
Yıl 1933. Yesenin’in intiharından sekiz, Mayakovsky’nin intiharından üç yıl sonra. Sovyetlerde Stalin, Türkiye’de Mustafa Kemal (soyadı kanunun çıkmasına daha bir yıl var). Onuncu Yıl Nutku, biliyorsunuz, şu cümlelerle biter: “Türk milleti; Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” İyi de, Mayakovsky’nin “Eve Dönüş”ünün son dizeleri gibi bu da kendisinin ilk tercihi değildir aslında. Elimizdeki elyazısı taslaktan başlangıçta ne yazdığını apaçık görebiliyoruz (vurgular benim): “Türk milleti; Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız!”
Kendini ele verdiği çok nadir bir andır. Ruhunun derinliklerini görebileceğimiz bir pencere açılır gibi olur: fanidir, yalnızdır, zamanın akışının son derece farkındadır (çünkü realist ve materyalisttir); herkes gibi “sonra”sını düşünür; sonsuzluğun içinde unutulmak değil hatırlanmak arzusundadır. Dahası, esaslı bir dünya ve Batı nosyonu da olduğu için, sırf Türkiye değil, bütün “medeni beşeriyet” tarafından hatırlanmak arzusundadır. Bu yüzden, gene Mayakovsky’de olduğu gibi ses tonu ansızın değişir; kamusal belâgatten çıkar, alçalır, kişisel bir ricaya dönüşür. Fakat ne çare, rahat bırakmazlar; resmiyetin aparatçikleri sökün eder. Böyle orijinallikleri anlamaktan âciz, liderin bu kadar bariz biçimde insanîleşivermesinden rahatsızdırlar. Hikmet Bayur’un bir yıl sonra, 1939’un 10 Kasım’ındaUlus’ta yazdığına bakılırsa, ilk kendisi, yani Bayur, “bireycilik” veya “küçük burjuva zaafı” demez tabii; sadece bu cümleyi “çok hazin” bulup “kaldırılmasını rica” eder. Spontaneite saniyesind kaybolur ve liderlik sanatı devreye girer; Mustafa Kemal önce bir işaret düşer; “hemen herkes aynı şeyi tekrarlayınca” çizip kaldırır; yerini o çok daha politik, kollektif, devletli, anıtsal “Ne mutlu Türküm diyene” alır.
Pencere kapanır; kamusal, bireysele bir kere daha üstün gelir. Hikmet-i devlet (raison d’état) öyle gerektirir. Ama bana en çok dokunan, yaklaştığım, anladığımı sandığım Atatürk, o “beni hatırlayınız” diyendir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları













































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024